29 Ağustos 2014

Hayıf

Oraya ilk gidişimdi. Çok uzak bir yer değil elbette, ancak hani gidip görmek için herhangi bir sebepten ötürü yolunuzun düşmesi gereken yerler vardır ya, öyle bir yer. Benim için tek bir özelliği var göründüğü kadarıyla. Bundan elli yıl önce annem de orada yaşamış bir süre. Henüz daha çocukmuş.

Yerini biliyordum oranın. Ne var ki dağların üstünde bir yer sanıyordum. Meğer dağların içinde, uzak olarak yalnızca gökyüzünü görebildiğin bir yermiş. Eskiden olsa belki ben de çok severdim burayı, annem de çok sevmiştir vakti zamanında (bir süreliğine de olsa çocukluğunun geçtiği yeri nasıl sevmez insan?), gelgelelim bugünün gözüyle sevebileceğim bir yer olmaktan çoktan çıkmış. Aslında değiştiği filan yok, neticede şehir değil ki değişsin. Elbette hep olduğu gibi değişen benim. Biziz. Kafamızın içi bir kez değişmeye görsün, her yer, her şey, herkes değişir. Severek yaşayabileceğimiz bir yerde, gün gelir bağlasan durmaz oluruz.
***
Oraya niçin gittim? Bir cep telefonu şirketinde çalışan iki arkadaşım var. Önceki gün sabah karşılaştık. Filanca yere gidiyoruz, dediler, ben de takıldım onlara. İşleri, baz istasyonu denen şu telefon direklerinin sorunlarını gidermek. Çoğunlukla elektrik kesintilerine önlem olarak cihazları şarj ediyorlar. 

Oraya gittiğimizde dünden beri elektrik kesikti. Rüzgâr filanca yerde iki elektrik direğini devirmiş. Cihazı jeneratörle şarj etti arkadaşlar. 

Burası küçücük bir yer. Kışın kimse kalmıyor. Zaten kalınacak gibi değil. Dedim ya, dört bir yanı dik yamaçlı dağlarla çevrili. Yağan karın haddi hesabı yoktur. Yolu, elektriği var. Su zaten buradan çıkıyor. Şimdi bir de cep telefonu şebekesi kurulmuş iki ay kadar önce. İşin tuhaf yanı da burası. Beş km. beride yüz haneli bir köy var, o da dağların içine gömülü olduğu için cep telefonu çekmiyor, işe bakın, oraya kurulmayan şebeke bu küçücük, insanların altı ay yaşadığı yere kurulmuş. Sorduk onlara bu işi nasıl becerdiklerini. Oraya buraya dilekçe verdik, dediler, Ulaştırma Bakanlığına falan başvurduk... İlginç.
***
Şehre geri döndük. Yolda o iki arkadaştan birini filanca karakolun komutanı aradı, bir şeyler söyledi. Meğer üç yıl önce bir baz istasyonunun tel örgülerine hafiften zarar verilmiş. Arkadaş da işi gereği gidip şikâyetçi olmuş. Mesele o karakoldan bu karakola gönderilmiş, ve üç yılda hiçbir gelişme olmamış. Hâlâ da sürüyor. Ne zamana kadar, Allah bilir. Zaten o tel örgüyü de zorunlu olarak hemen değiştirmişler. Basit bir mesele bu kadar uzun sürüyorsa, yapılacak en iyi iş sözü kısa tutmaktır.
***
Başka bir yere gittik bu kez. Oranın istasyonunda da yapılması gereken bir şey varmış. Deniz gören, kıyıya on beş dakikalık yürüyüş mesafesinde bir köy. Bağlarıyla ünlü. Bol üzüm yetişiyor. Bizim bu bölgede iki tür asma var. Biri Türkiye'de az bulunur cinsten. Bir-iki yıl öncesine değin ben de bilmiyordum, iki yüz yıl önce bir Ermeni Fransa'nın bir yöresinden getirip burada dikmiş bunları. İşte bu köydekiler de onlardan. 

***
Yaşlılar hâlâ anlatır, bir zamanlar uçsuz bucaksız üzüm bağları varmış buralarda. Mesela şimdi tıklım tıkış olan bizim komşu mahallede bir zamanlar bir tane olsun ev yokmuş. Silme üzüm bağıymış. Oysa şimdi ara ki bulasın bir tane.

Memleketim konusunda hep hayıflandığım bir şey var. Bu deniz, bu kumsallar, bu verimli ova dünyanın başka yerinde olsa dünyanın en güzel şehirlerinden birini kurarlardı. Oysaki bizim burada estetik dedin mi pek çokları çorap markası sanır. 

Hayıflanıyor insan, elinde mi?

2 yorum:

  1. Merhaba,

    Şu son paragrafını öyle iyi, net anlıyorum ki.. Yurtdışında benim de en hayıflandığım, üzüldüğüm nokta olmuştu. Aynı enerjiyi, zamanı, parayı harcadığımız şeyler de bile, ne olur biraz saygı, sevgi ve estetik kaygımız olsa etrafa karşı, geleceğine karşı şehirlerin, eserlerin.. Parayla da hiç ilgisi yok bence... Öyle güzel yaşam alanlarımız olur ki. Yurt dışına insanı çeken en belirgin özellik bu oluyor; Her şey senin için özenle-bezenle yapılıyor sanki yapılmış.
    İnsan hep, yazık, çok yazık diyor... Hele İstanbul, tamamen içler acısı... Beyazıt'ta insanlar bilmem kaç yıllık heykelin üstünde cep telefonu kabı satıyor, Avrupa etrafından geçmene bilmem kaç EUR alıyor...
    Eline sağlık.
    Hayatta kal...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. En kötüsü de insanda düzeleceğine dair umut yok. Çok zor bir şey olsa anlayacağım, yok, zor olduğu falan yok. Neden bir Fransız şehri adamakıllı şehir de bizimkiler değil? Fazladan ne yapıyor onlar? Hiçbir şey. Sadece yapılması gerekeni yapıyorlar. Norveç'in bilmem hangi kentinde trafik kazası sayısı yılda bire ikiye inmiş, bunu sıfıra indirmenin derdindeler. Her şey insanın kafasının içinde düğümleniyor.

      Selamlar…

      Sil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git