13 Kasım 2015

Mecnun, Meczup, Divane ve Budala Üzerine

Meczup, Arapçada cezb'den ("çekilme"den) kaynaklanıyor; "kendi içine doğru çekilmiş; bir tarafa ya da bir varlığa doğru çekilmiş, onun cazibesine kapılmış kişi" anlamında. Ayrıca, "Tanrı sevgisine tutulmuş ve kendinden geçmiş kişi" demek; eş anlamlıları da "di­vane" ve "abdal". 
Mecnun, Arapça cin kökünden geliyor ve anlamı, "cin tutmuş, çıldırmış, deli; aşk yüzünden kendini kaybetmiş kişi". 
Divane'nin kökü, Farsça "şeytan, cin, ifrit" anlamına gelen "div". "Div", Türkçede "dev" olmuş. İnsanoğlununkine oranla bedensel boyutları çok büyük bir hayali varlığı belirtmek için kullanılıyor. Ne var ki, Alaattin'in Lambası'ndan çıkan dev gibi, "cin" olma özelliğini de bir ölçüde kaybetmemiş. Mehmet Salâhî, Kamus-u Osmanî’de divane karşılığı olarak şunu veriyor: "div tutmuş, delirmiş, deli" (s. 392, Kanaat Matbaası, 1329). Bu sözcüğün etimolojisinin yeni yazı sözlüklerinde verildiğini görmediğimi de bu arada belirtmek isterim. 
Budala'nın, bugünkü anlamına ulaşana kadar geçirdiği dilsel serüven daha ilginç. Bu sözcüğün, Arapça bedil’in çoğulu olduğu sözlüklerde belirtiliyor. Öte yandan, bugün budala ile eşanlamlı olarak kullandığımız aptal sözcüğünün de bedil’in bir başka çoğulu olan abdal’dan geldiğini yine sözlüklerde okuyoruz. Bedil, "karşılık, bedel; bir şeyin ya da bir kimsenin yerini alan" demek (Büyük Larousse, s. 1449). Bu anlam göz önüne alınınca, bu­dala'nın da aptal'ın da etimolojisinin açık ve seçik bir şekilde görülmediğini söylememiz gerekir. Ama ortak köke bakarak, bu iki sözcüğün de, "bir yere ya da varlığa doğru çekil-mişliği" dile getirdiği söylenebilir. Nitekim abdal, "gezgin derviş" anlamına geliyor ve de­rin dinsel bağlılığı ve çoğunlukla da mistik inançları olan bir tür savaşçı "misyoner"i be­lirtiyor. Üstelik bu sözcük, Osmanlıcada sık sık görülen bir işlemden geçirilerek Farsça ku­rala göre çoğul eki "an" sonuna eklenip abdalan haline getirilmiş (Abdalan-ı Rum'da gö­rüldüğü gibi). 
Yukarda ele aldığımız dört sözcük, bugünkü dilimizde, temel anlamlarından, farklı ölçülerde de olsa sıyrılmıştır ve "ahmak", "salak", "alık", "deli" "çılgın", "bön", "geri zekâlı" ve "kaçık" anlamına gelir. Ve böyle bir dilsel değişim, anlambilimin inceleme alanı­na girer. Öte yandan, organik ve zihinsel kusurları ampirik bilgiye dayalı olarak dile getiren bu sözcüklerin gönderimde bulunduğu gerçeklerin, psikopatoloji ve psikiyatri tarafın­dan bilimsel tanımlar, sınıflandırmalar ve terimlerle ele alındığını da biliyoruz. 
Ne var ki, aynı sözcüklerin geçmişine dönerek ve anlamlarını kaynağında ve kendin­de ele alarak bazı felsefi yorumlar yapmak da olanaklıdır. 
Örneğin, başlangıçta, "kendine ya da bir başka varlığa doğru çekilmiş, cin tutmuş, aşk yüzünden kendini kaybetmiş, varlığını dinsel ve mistik amaçlara adamış kişi" anlamına gelen bu sözcüklerde, insan bilincinin kendine ve dünyaya yönelik tutumuna, yani bireyin varoluşsal tavrına ilişkin ortak bir nokta bulunduğu söylenebilir. 
Buradaki ortak nokta, bu sözcüklerin belirttiği birey tipinin ve dolayısıyla bilinç formunun, normal denilen insanların bilinç formundan farklı ve genellikle ona karşıt olmasıdır. Normal denilen insan bireyin bilinci; yoğunluktan ve doluluktan yoksun, gözenek­li; içine sızmış olan, ama iyice fark etmediği ve eğlenme ya da gösteriş merakıyla unut­maya çalıştığı ölüm korkusuyla, gündelik yaşamın durmadan tekrarlanan kasvetli olayla­rıyla ve maddi endişelerle belirlenmiş; kendini içinde bulduğu geleneksel ve hazırlop değer yargılarıyla, yani verilmiş-olan'la kaplanmış ve dolayımsız, eleştiriden yoksun ve gerçek bireyselliğe, yani otantikliğe değil herkes gibi olmaya yönelmiş bir bilinç formudur. Bu­na karşılık, yukarda ele aldığımız sözcüklerin ortak noktasının, bu otantik olmayan bilincin olumsuzlanmasına gönderimde bulunduğu söylenebilir. Bu olumsuzlama, verilmiş bireyselliğin "kendine doğru çekil­me ya da bir başka nesneye doğru çekilme"yle dolayımlanmasmda; kendini daha yüksek bir düzeyde yeniden bulmasında ve doluluğa ulaşmasında ortaya çıkıyor. (Tümlük, yoğunluk ve doluluğa ulaşma çabasına, alkol kullanımında ve erotizmde de rastlan­dığı ileri sürülebilir.) 
Dolayısıyla, bu dört sözcüğün ortak noktasının belirt­tiği bilinç formunun, genellikle çağdaş felsefenin ve özellikle varoluşçuluğun üzerinde önemle durduğu kendi-olma, yani otantiklik sorununa, eski bir zaman diliminde ve farklı bir kültür ve ideoloji çerçevesi için­de verilmiş bir cevabın ürünü olduğu söylenebilir.

Selahattin Hilav, kitap-lık, 39.

2 yorum:

  1. yazıyı okurken, her cümleyle geriye gittim. geri: yaşanmış, anlaşılmış ya da anlaşıldığı varsayılmış. hilav'ın kıldığı cenaze namazı ile onun cenazesi arasına sıkıştırdığım bir kitap geldi aklıma.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba İsmail kardeşim. Nasılsın? Umarım iyisindir.
      *
      Benim Hilav'ın kıldığı cenaze namazıyla da, kendisinin cenaze namazıyla da ilgili bilgim yoktu. Bugün Google'a baktım ve sanırım ne demek istediğini anladım. Sözünü ettiğin kitap kim bilir neler getirmiştir aklına. Acaba hep aklımızda olan şeyler mi yaşamımıza daha çok yön verir, yoksa bazen aklımıza gelen şeyler mi, diye düşünmeden edemedim.
      Selamlar...

      Sil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git