15 Nisan 2016

Saksağan geçiyor, biz zaman geçti sanıyoruz

Kütüphanedeyim. Sabahtan geldim. Bugün hiç saate bakmadım. Bir ara karnımın acıktığını fark ettim, aşağıdaki kantine inip bir peynirli çizi bir de çay aldım, yedim içtim, gene yukarı çıktım. 

Saate baksan da bakmasan da zaman geçiyor ya, küçük çocuklar gibi seviniyorum bu duruma. Bak mesela, geçen yıl gene burada, birkaç masa ötede dışarıya bakıp saksağanları görüşümün üzerinden bir yıl geçmiş. Hatta bir yılı on gün aşmış. İlginçtir, o gün salonun en sonundaki masada oturmuştum, bugünse en başındakinde oturuyorum. Bu masanın bir sorunu var, hemen yanında kalınca bir kolon var, dışarıyı adamakıllı görmemi engelliyor. Gerçi epey yoğundum bugün, bilgisayardan başımı kaldıracak zamanım pek olmadı. Demin iki güvercin gördüm de aklıma geçen yılki saksağanlarım geldi, başladım bunu yazmaya. 

Geçen yıl bu vakitler hava şimdikinden daha sıcaktı. Günlük güneşlikti. Bugün de açıktı açık olmasına, biraz esiyordu ama. 

Bana sorarsanız zamanın geçtiği filan yok. Esasında zaman denen bir şey yok. Bir dünya şey oluyor, milyonlarca, milyarlarca, sonsuzca, sınırsızca şey oluyor ve bu oluşların adına da toptan zaman deniyor. Haksızsam söyleyin. 

Saksağanlar birbirini seviyor, saksağanlar yumurtluyor, yumurtalardan yeni saksağanlar çıkıyor, ağaçlar yapraklanıyor, birinde saksağanların yuvası duruyor, dalların içinden başka kuşların sesi geliyor, oynayan çocuk seslerine karışıyor, uzaktan bir köpeğin havlayışı duyuluyor, arabalar geçiyor, yel esiyor, biri yerinden kalkıp pencereyi açıyor, biri toparlanıp evine gidiyor, kütüphaneci ışıkları yakıyor, havanın rengi akşama yüz tutuyor... Oluyor da oluyor. Sonra da oturup tüm bunların adına zaman diyoruz.

2 yorum:

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git