30 Ağustos 2012

Bir Daha Dünyaya Gelirsem

Resmi bir dairede yönetici olan birine bir gün bir arkadaşı ziyarete gitmiş. Odasına girince bakmış ki arkadaşı başını masaya gömmüş, türlü türlü dosyaların, kağıtların içine dalmış, kendisinin geldiğinin bile farkında değil. Hemen selam verip merakla ne olduğunu sormuş. Yönetici, canından bezmiş bir tavırla cevaplamış, "Ne olacak, işte görüyorsun halimi, "bir daha dünyaya gelsem, dünyaları verseler yönetici olmam!

Arkadaşı meraklanmış haliyle,
“Yahu ne oldu da sen bu hallere düştün, biz seni işini seven, canı gönülden yapan biri bilirdik?”
“Evet, öyleydim," diye devam etmiş adam, "öyleydim ama, sen bir de işin içine girdikten sonra gör. Bıktım kardeşim, vallahi bıktım! Allah'ın her günü mevzuat mı değişirmiş yahu! Ben mevzuat değişikliklerinden bıktım, bunlar mevzuat yapmaktan bıkmadı! Bak kardeşim, bir daha dünyaya gelirsem imam olacağım. Bak, bin beş yüz yıldır mevzuat hep aynı. Değişiklik meğişiklik yok. Bir kere iyice öğren, uygula gitsin.”

(Kaynak; bizim eski kaymakamlar ne işle meşguller diye merak ederken rastladım.)

24 Ağustos 2012

Yeni Bir Şemsiye

© Caras Ionut.

Elif Şafak'ın yeni bir kitabı çıkar çıkmaz, kendisiyle beraber dedikoduları da çıkıyor hemen. Buna alıştık artık. Son olarak "Şemspare" adlı kitabının kapak fotoğrafının intihal olduğu söylentileri dolaşıyordu geçenlerde. Bu yukarıdaki fotoğrafı görünce aklıma geldi. Hala dolaşımda mı o söylentiler?


20 Ağustos 2012

10 Soruda Kapalı Kapıların Tarihçesi

Copyright © Rita Barreto

  1. Kapının kapalı olması o yerde yaşamın -en azından o an için- "durduğu" anlamına gelir mi? 
  2. Evin boyalı olması, üstelik de boyanın canlı bir renkte olması, bir zamanlar orada "canlı" bir hayat olduğu anlamına gelir mi? 
  3. Evin eskimeye yüz tutmuş olması, içinde yaşayanların/yaşamış olanların da "eskidiği" sonucuna ulaştırır mı?
  4. Basamaklarda, avluda otların bitmiş olması evde hiç "çocuk olmadığına" yorulabilir mi?
  5. Güzel bir ev olduğuna bakıldıkta, acaba evi yapan usta -ve dahi kapıyı yapan marangoz- bizzat evin sahibi miydi?
  6. Kapının kolu neden kırık acaba?
  7. Her bir şey yerli yerinde de, şu süpürge neyin nesi?
  8. Süpürgenin ayakta duruyor olması, oraya yakın zamanda bırakıldığı anlamına gelmez mi?
  9. Süpürge, yaşamın devam ettiğinin tanığı değil mi?
  10. Hiç İsmail Pelit okudunuz mu?

19 Ağustos 2012

Bayram Yazısı

"Bayram nasıl geçiyor?"
"Valla, sessiz. Seninki nasıl geçiyor?"
"Valla, bizimki de sessiz, sakin."

***
Bayramlar bayram olmaktan çıktı, bunu artık kabullenelim. Fakat, sadece bayramlar mı bayram olmaktan çıktı? Benim gördüğüm kadarıyla şu son yirmi-otuz yılda her bir âdet, gelenek, görenek ve bilumum kültür pratiği değişime uğradı; ama şöyle, ama böyle.

Nedir peki, her şeyi böylesine değişime uğratan? Bunun üzerine uzun uzadıya konuşulabilir, kısaca söylemek gerekirse, zaman. "Zamanın ruhu" denir ya, bu zamanın ruhu da böyle bir ruh işte.

Yıl sonu geldiğinde, müslüman mahallesinde salyangoz misali, bizim yüzde doksan dokuzu müslüman olduğu söylenen memleketimizde de bir noel telaşı başlar ya, çoğu kişi bu durumu, kendi kültürümüzü bıraktık, Batı kültürünü özümsedik, şeklinde algılıyor. Halbuki hiç de öyle değil. Siz sanıyor musunuz ki Batı dünyasında durum bizdekinden çok farklı, gelenekler, kültürler capcanlı? Hayır, onlarda durum bizdekinden de vahim. Nasıl ki bizde milyonlarca insan, "nerede o eski bayramlar" diye ahlanıp vahlanıyor, emin olunuz Avrupa ve Amerika'da da milyonlarcası, "nerede o eski noeller" diye sızlanıyordur. 

Bu durum ne sadece Müslümanlıkla ne de Hıristiyanlıkla; ne sadece Doğuyla ne de Batıyla ilgili bir şey. Bu, günümüzün küreselleşmiş dünyasının, üzerinde yaşayan herkesi etkileyen "küresel kültürünün" bir sonucu ve gereği olarak ortaya çıkıyor. Noel coşkusu falan da aslında büyük oranda ekonomik kaygılara dayanıyor. Sevgililer Günü, Anneler Günü, şu günü, bu günü de hep aynı değil mi? Mesele para kazanmak. Sen coşacaksın ki para harcayasın, para harcayacaksın ki kimileri zengin olacak. Burada şu da sorulabilir elbette, neden bütün dünya Noel'de o kadar coşuyor da, örneğin Ramazan Bayramı'nda coşmuyor? Varın düşünün.

Canınızı sıkmayın bence, elle gelen düğün bayram, demişler. Evet, geleneklerin kayboluyor olması üzücü ama, olan sadece bize olmuyor. Bütün dünya değişiyor.

İyi bayramlar. 

17 Ağustos 2012

İnsanlar İkiye Ayrılır

Twitter meretini bir tür beyin fırtınası aracı olarak da kullanabiliriz aslında. Nereden aklıma estiyse, "insanlar ikiye ayrılır," yazayım, bakalım neler çıkacak, dedim. Maalesef, zeka parıltılı sayılabilecek bir şey çıkmadı ama bu aşağıdakiler de fena sayılmaz.
  • İnsanlar ikiye ayrılır, ben de ortalarından geçerim. 
  • İnsanlar ikiye ayrılır, tanıdıkça büyüyenler, tanıdıkça küçülenler. 
  • İnsanlar ikiye ayrılır, yanınızdakiler, aklınızdakiler. 
  • İnsanlar ikiye ayrılır, bilim insanı, ne bilim insanı.
  • Dürüst insanlar ikiye ayrılır, sarhoşlar ve çocuklar. 
  • İnsanlar ikiye ayrılır, sağdaki shift tuşunu kullananlar, soldaki shift tuşunu kullananlar. 
  • İnsanlar ikiye ayrılır, iyiler ve kötüler. 
  • İnsanlar ikiye ayrılır, ne yaparsan yap seni sevmeyecekler ve ne yaparsan yap seni sevecekler. 
  • İnsanlar ikiye ayrılır, ağzını burnunu kırmak istediklerimiz, ağzını burnunu yemek istediklerimiz. 
  • İnsanlar ikiye ayrılır, sonra birbirlerini özlerler. 
  • İnsanlar ikiye ayrılır, adaletli olanlar ve olmayanlar. 
  • İnsanlar ikiye ayrılır, vaktini beşe ayıranlar, vaktini boşa ayıranlar. 
  • İnsanlar ikiye ayrılır, insan olabilenler, insan görünebilenler.
Bir zamanlar bir filmin afişinde de şöyle bir şey yazılıydı: İnsanlar ikiye ayrılır, yola çıkanlar, yoldan çıkanlar. Ben de bir ekleme yapmıştım ona: İnsanlar üçe ayrılır, yola çıkanlar, yoldan çıkanlar, zaten yolda olanlar

Geçenlerde de, twitter'da mıydı, başka bir yerde miydi, şöyle bir şey okumuştum, "insanlar ikiye ayrılır, ben ve diğerleri; diğerleri de ikiye ayrılır, sen ve diğerleri."

İlginç olamasalar da komik şeyler...

16 Ağustos 2012

Adın ne?

İbn-i Battuta'nın Seyahatname'sine göz gezdiriyordum. Bir kadının adı dikkatimi çekti. Bugünkü Rusya toprakları içinde kalan kuzeydeki Türk illerinden birinde, sultanın kızının adı "İt Küçücek"miş. Okuyunca önce, herhalde bir anlamı vardır, diye geçirdim içimden, ancak hemen ardından bu ismin Türkçede "Küçük Köpek" anlamına geldiğini de okudum.

İbn-i Battuta'nın söylediğine göre o zamanki Türkler de Araplar gibi çocuklarına ad verirken fal açarlarmış. "İt Küçücek"in adı da faldan çıkmış. Artık nasıl bir falmış bilmiyorum, onu söylemiyor.

Üniversitede Almanca da bilen bir hocayla konuşmuştuk bir ara. Söz dönüp dolaşıp adlara gelince, Ursula'nın aslında “ayı” anlamına geldiğini söylemişti. Şaşırmıştım. Birkaç ay önce de, İskandinav dillerindeki Björn adının da ayı demek olduğunu tesadüfen öğrenmiştim.  

Şu kültürel farklılık dedikleri şeye ne güzel örnekler, değil mi? Kim bilir, belki başka dillerde eşek, öküz, hayvan... gibi daha başka adlar da vardır. Ama belki başka kültürlerde güneş, aslan, deniz, doğan, şahin... gibi isimler de garip karşılanıyordur. Kim bilir?

Bu, aynı zamanda değişim paradigmasına da güzel bir örnek. Baksanıza, adamın kızının adı İt. Hem de sultanın kızı. Şimdi çocuğunuza bu adı koyduğunuzu düşünsenize. Sahiden de zaman birçok şeyi değiştirdiği gibi kültürleri de tepetaklak ediyor. Ama bu çok yavaş olduğu için farkına varamıyoruz. Tam da şu içinde yaşadığımız zamanda mesela, öyle değişimler oluyor ki, pek çok kişi belki yaşadığı sürece farkında bile olmayacak.

13 Ağustos 2012

Şehir Kedileri Manifestosu

Bizler,
halimiz vaktimiz yerinde
şehirlilerdeniz.
Hani şu cazibe merkezi şehirlerden.
Karnımız doyuyor bir şekilde,
Uykularımızın emrinde
kömürlükler, balkonlar, araba altları.
Çöp tankları, apartman pencerelerinin altları
bizimdir, bizim kalacak.

Bu şehrin insanları öyle uzak, öyle uzak,

kimsenin umurunda değiliz.
Şehir bizimdir ve kendine uzak insanların.
Kardeşçe paylaşıyoruz o yüzden
bir tane daha olmayan şehrimizi.
Ne insanlar karışır işimize, ne biz onların,
Hem görülmüş müdür dokunmuş zararımız insanlara?

Bizler bu şehrin kedileri,
Kasaplar Caddesi’nin müdavimleri
Az ya da çok, günde bir, iki günde bir,
Geliyor bir şeyler, çekiyoruz bir ziyafet.
Nanköre çıkmış adımız, değiliz.
Nankör değiliz, külliyen yalan.
Birimizden birimizin pis dediği,
Görülmemiş duyulmamış, ulaşamadığı ciğere.

Bazı bazı, soydaşlar görürüz,
kucaklarda, pencerelerde, pet shop'larda,
Özenmiyor değiliz, kim istemez sıcak bir yuvayı,
Lakin dışarıda istiklal bizimdir, hürriyet bizim,
Bu şehir bizimledir, bu şehir bizim.

Bizler, havlamak nedir bilmeyen köpeklerin yurdunda
can güvenliği içinde yaşayan kedileriz.
Kendi halimizdeyiz.
Ne köpekler uğraşır ne insanlar bizimle
Ne de biz uğraşırız şehirde olmayan farelerle.

Mart geldi mi sesimiz yükselir bizim.
Mırrr miyaeuwww mırrr miyaeuwww!
Yanlış anlaşılmasın, grevde değil sevişmedeyiz
bu yüzden yüksek çıkar sesimiz.
İnsanların dertleri kederleri başka,
kimse uğraşmaz, biz bakarız işimize.

Minnoş minnoş bebelerimiz olur sonra:
meuw meuw!
Nüfus planlaması falanla da uğraşmayız,
Şükür, şehirde istihdam edecek yeterlice çöplük var.

Bizler bu şehrin kedileriyiz.
Bu şehirde doğduk, burada öleceğiz.
Adımız çıktı sokak kedisine
gurur duyduk bundan.
Evet, biz bu sokakların kedileriyiz.
Şehir bizim,
Şehrin çöplükleri bizim,
Şehrin sokakları bizim.
Biz bu şehrin kedileri,
yaşamak bizim, umut bizim, yarınlar bizim.

6 Ağustos 2012

Bu Dağ Bitti

Bu dağ bitti bebeğim
Yavaş yavaş topla şarkını
Nereye gitsen
Uzak düştüğün bir deniz var
Ayak izin balık pulu, gözlerin
Balıksırtı meneviş
Dünyaya her dokunuşun
Su serinliği
Sana göre değil dağlar
Üstelik kumsallar şimdi daha çok özlüyor seni

Tırnakları sökülmüş bir gençlik
Yazılıyor duvarlara
Ateşten yaratılmış gölgeler dövüşüyor
Etle kemik uğruna
Kırıp kırıp dalları
Uçurumlardan atıyor bir el
İstiridyeler inci sakınıp ayışığından
Derine, daha daha derine kaçıyor

Kimse kimseyi dinlemiyor
Herkes çok özlemiş kendi sesini
Öyle çok öyle çok yazılmışlar ki
Sabahlara dek konuşuyorlar
İsa musa çöl muhammed meryem
Sen tanrıyı istiyorsun ya
Onlara dua etmek yetiyor

Yırtıyorsun sayfaları, aklını salıyorsun
Derin sulara
Hep sormak istiyorsun ama
Öğrenmek istemiyorsun
Kimse kimseyi dinlemiyor nasılsa
Aynı güneş de değil bu
Ergimiş maden tonunda
Hiçbir işçi yüz dökmemiş doğumunda
İşçi diye bir şey henüz yokmuş ki

Küçücük öyküleri birbirine ekliyor zaman
Sonradan önümüze seriyor onları
Ömrünüzün üvey sokakları
O zaman geçit veriyor
Çıkıp gidiyoruz
Sen ardına bak, şarkını topla dağını öp
Kumsallar çok özledi sesini.

Seval Esaslı

5 Ağustos 2012

Olimpiyat Ruhu

"Önemli olan katılmak." 
Madem öyle, neden yüz bilmem kaç kişiyle katılıyoruz ki?
İki kişi yeter de artar bile. Haksızsam, haksızsın, deyin. 

Yaz'ı

Mevsimlerden yaz, aylardan ağustos olunca hava da sıcak mı sıcak oluyor haliyle. Fakat, Allah nazardan saklasın, bu durum benim için geçerli değil. Şu anda bu yazıyı yazdığım sırada günün bitmesine üç dakika var. Hava o kadar serin ki, birçok yerde para versen bulamazsın, o derece. Pencerenin iki kanadını da açmış oturuyorum, Allah sizi inandırsın, bir de kapıyı açtım mı öyle bir cereyan oluyor ki handiyse mevsim kış sanırsın. Üstelik, şimdi şehir merkezindeyim, hafta içlerini köyde geçiriyorum. Köy dağ başında, öyle "soğuk" ki battaniyeyle yatıyoruz, anlayın artık. İnsan daha ne ister?

Sıcaklardan bunalan herkese içten serinlikler diliyorum.
Sayfa başına git