28 Mayıs 2021

Güneşler içindeki damdan insan dolu dünyaya baktığında

Can sıkıntısı günümüz insanının hamurunda var. Esasında insanın ruh hali havanın durumundan farksız, kâh açık kâh kapalı, kâh sıcak kâh soğuk. Fakat kardeşim, bu nasıl bir can sıkıntısıdır? Hayatımın her döneminde herkes gibi belli başlı sıkıntılarım oldu elbette ama şu son bir-iki yıldır yaşadığıma benzeri de az oldu herhalde. İş dışında yaptığım hemen her şeyi rastgele yapıyorum. Plan neyim yok. Dışarı çıkıyorum, ayaklarım beni nereye götürürse oraya gidiyorum. Bazen öyle oluyor ki ayaklarım bile kararsız kalıyorlar, o kadar yani.

Dün de dışarı çıktım, metrobüs durağına mı gitsem, yoksa otobüs durağına mı diye karar vermeye çalışırken bir baktım otobüs durağına varmışım da hâlâ karar vermeye uğraşıyorum. 41AT geldi, tam biniyordum, caydım, az sonra EM2 geldi, kendimi Eminönü'nde buldum. İnip Mahmutpaşa kalabalığına daldım, oradan da Beyazıt'a. Gelmişken sekiz yüzüncü kez kuleyi sorayım bari dedim, gidip kapıya sordum, kule açılmayacak, dedi görevli, yıllardır restorasyonda. Beyazıt Kulesi'ne çıkamadım gitti.

Arkadaşım aradı, ne yapıyorsun, diye sordu, öylesine geziyorum, dedim. Öylesine gezilmez, plan yap da öyle gez, dedi, iyi ama amaç yoksa planı neye bakarak yapacaksın, dedim. Hak verdi. 

Beyazıt'tan tramvaya bindim, Kabataş'ta indim, devam etse daha da gidecektim zaten. Vapur iskelesine girdim, turnikeleri geçtim, üç vapurdan birini gözüme kestirmeye çalıştım. En soldakini seçip bindikten sonra nereye gittiğini sordum, Emirgân-Sarıyer dediler, iyi dedim. Yol boyunca rastgele oranın buranın fotoğraf ve videolarını çektim. Nasıl da esiyordu, Boğaz'ın bilindik hali, gömleğimin kollarını indirdim.

Emirgân'da inip sahil boyu epeyce yürüyüp yorulduktan sonra bir duraktan otobüse binip Beşiktaş'a geldim bu kez. Az biraz dolandıktan sonra da gene otobüse binip Taksim'e vardım, oradan da metro, metrobüs derken eve geldim. Zaten saat dokuz olup sokağa çıkma yasağı da başlamak üzereydi. Yemek yedikten kısa süre sonra uykuya daldım. Çok da iyi oldu, pandeminin bozduğu uyku düzenimle çoğu kez geç vakitlere, hatta sabaha kadar uyuyamadığım oluyor zira.
***
Bazen de evde can sıkıntısından bir şeyler tasarlayıp Instagram'a atıyorum, aklıma ne eserse. 
***
Ayşenur Kolivar'ın ismini duymuştum galiba ama hiç dinlememiştim. YouTube'da rastgele karşıma çıkınca yirmi beş parçalık Bahçede Hanımeli albümünü açtım dinliyorum. Türkülerinin çoğu kendi dilinde, Karadeniz Rumcasıyla söylüyor. Arada başka dillerde olanlar da var sanki.
***
Netflix'te izlenecek o kadar şey varken YouTube'da İşler Güçler dizisine sardım geçen haftadan beri. 2012-13'te kırk bir bölüm yayımlanmış, günde iki üç bölüm izliyorum, bitmek üzere. Yirminci bölümüne kadar iyiydi de sonrası zaman zaman eh işte, zaman zamansa çöp. Gene de sırf kafamı dağıtmak için izliyorum işte. 
***
Üç-beş yıl önce başlattığım beslenme devrimi kapsamında ketçap-mayonez yemeyi de tamamıyla bırakmıştım. Bugün makarna yaptım, bir kerecikten bir şey olmaz diyerek üzerine azıcık ketçap da döktüm. Bu ketçabı da yirmi gün önce eve gelen arkadaşım Barış alıp gelmişti, hâlâ dolapta duruyor. Barış çok zararlı besleniyor, patates kızartması mı dersin, kola mı dersin, ketçap mı. Geçen yıl da kahvaltılık bir acı sos almıştı, aylarca durdu dolapta, çünkü sadece o yiyordu. Geçen gün de tavuk sote yaptım, meğer sivri biberler acı değil miymiş, üstelik kara biber de katmıştım, o nasıl acıydı öyle. Gene de dert etmedim, hayatta ne acılar var, diye arabeske vurdum geçtim.
***
Şu an Ayşenur'un on yedinci türküsü çaldığına göre, sürelerine şöyle bir bakınca bir saattir bu yazıyı yazıyorum. Bu kadarını çok daha uzun sürelerde yazmışlığım var.
***
Pencereden dışarı bakıyorum ara sıra, hep aynı şeyler görünüyor.

Penceremin önündeki dama geçen yıl haziranda şu bebek düşmüştü, bu mayısta da bu gördüğünüz düştü, bir hafta kadar kaldı orada, üç dört gün önceki rüzgâr vurdu düşürdü, bir gün de yerde kaldı, sonra gözden kayboldu gitti.
***
Kahve içmeyi de geçen yazdan epey azaltmıştım, bu aralar gene başladım, bakalım nereye varacak sonu. Şu pandemi de artık bitse, şu maskelerden kurtulsak ne güzel olacak!
***
Geçen yılki o bebekli yazıya Edip Cansever'in bir dizesini başlık olarak atmıştım, bu yazının başlığı da Ritsos'tan olsun:

Bir mayıs günü bırakıp gittin beni,
seni o mayısta yitiriyorum,
o sevdiğin bahar mevsimi, yavrucuğum, çatıya çıkıp
güneşler içindeki damdan insan dolu dünyaya
baktığında...

15 Mayıs 2021

Zirveye Uçmak veya Sürünerek Tırmanmak

İnsan şanslı doğmuşsa, mesela İskender'se ve kendisinden 100-150 yıl önce olağanüstü bilgisi ve el emeğiyle o muazzam Akropolis'i inşa etmiş bir halkın mensubu olan Aristoteles gibi bir düşünce devinin öğrencisiyse ve yanında da ölüme gülümseyen aslan arkadaşları varsa, süper güçlere bile diz çöktürüp zirveye uçarak ulaşabilir.

Yok ama eğer insan iliklerine kadar çürümüş bir toplumda doğmuşsa ve sadece anası babası değil, atalarının ataları da elifi görse mertek sanan kişilerse ve etrafı da ayılar, tilkiler, çakallar ve sırtlanlarla çevriliyse, işi çok zordur; çünkü ancak akrepler, yılanlar ve çıyanlar arasından sürünerek zirveye tırmanabilir; tabii eğer tırmanabilirse!

Çünkü bilgi ve kültür bir topluma ancak birkaç nesilde yayılabilir. Çünkü medeniyet, kavak değil, zeytin ağacı gibidir; çok yavaş büyür.

Sabah Kara

5 Mayıs 2021

Hayallerini sürdür, onlara ne zaman ihtiyacın olacağını bilemezsin

"Yaz," dedi.
"Varır varmaz sana yazacağım," diye yanıtladı Julián.
"Hayır. Bana değil. Kitap yaz. Mektup değil. Benim için yaz. Penélope için yaz."
Julián başıyla onayladı, en çok özleyeceği kişinin arkadaşı olacağını ancak şimdi fark etmişti.
"Ve hayallerini sürdür," dedi Miquel. "Onlara ne zaman ihtiyacın olacağını asla bilemezsin."
"Her zaman," diye mırıldandı Julián, ama trenin gürültüsü kelimelerini bastırmıştı.

Carlos Ruiz Zafón, Rüzgârın Gölgesi.
Sayfa başına git