Biraz işi vardı İbrahim'in. Okuldan çıktıktan sonra doğrudan eve gitse işini savsaklayacaktı, kendini iyi tanıyordu. Henüz bitmeyen kitabı evde masanın üstünde duruyordu, gitse hemen eline alıp okumaya başlayacak, işi de kalacaktı yine. Kafeye gitmenin iyi bir fikir olduğuna karar vererek kafenin yolunu tuttu.
Kafeye girer girmez bir kahve söyledi. Oturdu. Bilgisayarını açtı. İşini yapmaya koyuldu. Facebook'a, haber sitelerine vs. bakmayı da ihmal etmedi. Biraz sonra bir kahve daha istedi. Çantasında çikolata vardı, ikinci kahveyle birlikte yedi çikolatayı. Fazla aç değildi zaten, dinmiş oldu açlığı.
Birkaç yazı indirip bir an önce okuması gerekiyordu, buydu işi. İkinci kahveden sonra biraz ara verdi okumaya. O sırada bilgisayarın ekranından arka masaların birinde oturan birinin onu süzdüğünü fark etti. Bir kızdı. Dört kişi bir masada oturmuşlardı, öbür üçü kendi aralarında konuşuyorken kız da dikkatle ona bakıyordu. Üstelik, çok ilginç, kız tam da gözlerine bakıyor gibiydi. Ve bunu fark ettiğinde bile kız gözlerini almamıştı ondan.
İşine döndü. Okudu ekrandaki yazıyı. Ama aklı arkadaki masada kalmıştı. Hâlâ bakıyor mu, diye meraklanarak kontrol etmek istedi. Baktı bilgisayarın ekranına. Gelgelelim kızı göremedi. Yalnızca kızı da değil, oturduğu masayı, masadakileri de göremedi. Hayret etti. Dönüp doğrudan bakmak aklından geçti elbette ama bunu denemeyi göze alamadı. Yana eğildi, öne eğildi ama yok, bilgisayarın ekranında sadece pencere gözüküyordu. İyi ama daha kaç dakika önce görmemiş miydi?! Allahallaaah, diye geçirdi içinden. İşin ilginç yanı, az önce ekrandan gördüğü o masadakilerin seslerini de işitiyordu hâlâ. Bilgisayarı ellemiş olsa, çevirmiş olsa örneğin, tamam, diyecekti, gözden kayboldular, ama ne bilgisayara, ne de masaya dokunmuştu, her bir şey yerli yerindeydi. Bu bir, bir de arka masanın da yerinden oynaması mümkün değildi; ne yani, adamlar kalkıp masanın yerini mi değiştireceklerdi oracıkta? İyi güzel de niye görünmüyorlar sahiden? İbrahim şaşkınlığını gideremedi ama yapacak bir şey yoktu. Elbet vardı bunun da bir nedeni. İlk kez hayret etmiyordu ya bir şeye. Yine işine döndü.
Okuduğu yazıya daldı iyice. Bir yirmi dakika sonra o masadaki seslerin kesilmiş olduğunu fark etti. Belli etmemeye çalışarak dönüp baktı. Evet, kalkmışlardı. Demek fazlasıyla dalgınım ya da kafam başka yerde, dedi kendine. Ne ara kalktıklarının, ne ara hesabı ödediklerinin farkında değildi. Kasa da, kapı da önündeydi halbuki, kim geçse görmesi gerekirdi.
Kendine azıcık kızdı. Bu kadar da dalgın olunmaz ki be kardeşim! Ama içindeki bir diğer ses de, olabilir, diyordu, günümüz insanının temel sorunlarından biri bu, yalnızca sen değilsin ki dalgın olan. Yaşadığımız zamanın bir getirisi bu. Elle gelen düğün bayram.
Bunlar ve bunlara benzer birçok düşünce gelip geçti kafasından. Düşünce düşünceyi çağrıştırdı. Uzunca bir süre düşündü durdu. Neden sonra kendine geldiğinde kaç dakikadır öylece düşüncelere dalıp gittiğini kendisi de çıkaramadı. Sanırım artık gitsem iyi olacak, dedi. Önüne bakıyordu. Bu kafe, sigara içenler ve içmeyenler ayrı ayrı oturabilsinler diye camla ikiye bölünmüştü. İbrahim tam kalkmak üzereyken camdan arkalarda boş bir masa gördü.
Yüzünde bir gülümseyiş belirdi. Yok yok, dedi kendine, henüz kafayı yemeye çok var. Kalktı, evin yolunu tuttu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.
Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.