28 Ağustos 2016

Nerede bu hayatın anlamı?

Herkes büyük bir ciddiyet ve kendini kaptırmışlıkla hayatın anlamını arıyordu. Hayatın anlamıysa samanlıktaki çuvallardan birinin üzerine gönlünce yayılmış, kendisini arayanlara bakıp alaylı alaylı gülümsüyordu. Bir yandan da demin ağaçtan kopardığı sulu kırmızı elmayı iştahla yiyordu. Yanına bir arkadaşı geldi. O da çuvalların üzerine çıkıp birine yayıldı. “Neye gülüyorsun öyle, gene neler geçiyor aklından bakalım?” diye sordu. Cevap verdi hayatın anlamı: “Baksana şu insanlara, öteden beri beni arayıp duruyorlar.” Meraklanarak, “Bunda ne var ki?” diye sordu arkadaşı. “Ne yok ki,” dedi hayatın anlamı, “önümden geçip geçip gidiyorlar, beni görüyorlar da, fakat birinden birinin aklına aradıklarının ben olduğum gelmiyor.” Arkadaşı sürdürdü: “Doğrusunu istersen epey eğlenceli bir hal. Senin yerinde ben olsam gülümsemekle kalmaz kahkahalar atardım.” Bunun üzerine, “Sen hiç tasalanma, ben daha iyisini yapıyorum,” dedi hayatın anlamı. Arkadaşı da, “Neymiş ki o?” diye sordu. Yanıtı düşündürücüydü: “Onlar beni, hayatın anlamını ararken ben de her birine dilediğimce anlamlar yüklüyorum.”

27 Ağustos 2016

At Kuyruklarının Tarihçesi

Bir resim yapmış İbrahim. Resimde bir kadın var bir de at. İkisi de çerçevenin dışına bakıyor. Yani sırtları birbirine dönük. Dikkatlice bakmayan bir gözün fark etmeyeceği bir konu var resimde. Kadının arkadan bağlı saçları yere değin uzanıyor, bunun gibi, atın kuyruğu da yere değin uzanıyor, ve yerde, yani öylece yere serili halde birbirine bağlanıyorlar. Esasında kadının saçıyla atın kuyruğu bir. Saç-kuyruğun yere serili kısmı bir halı işlevi de görüyor ve üzerinde pek de belirgin olmayan minik bir yavru kedi oturuyor. Ve elbette hayat da pek çok kez olduğu gibi ilginç bir trene benziyor.

22 Ağustos 2016

Aşk İçin

aşk için söylediğim her şeyi bir daha söylerim
sakin mutsuz ya da yırtıcı
herkesin ağzındaki o sonsuz acı
belki de bundandır

nasıl ayrı yaşarım inandığım şeylerden
onları elbette bir daha bir daha söylerim
usul usul ve usla birlikte akıcı
kandır

aşk isterim, aşk olsun isterim
yaşamanın sonu ölümün başlangıcı
kıyılarda yürürüm, sindiririm kıyıları

of güçlü macun içine kat beni
kanım koyulaştırsın kırmızıyı
anadoluda bir yerden bir yere giden biri
belki bir kirazı hatırlar
bir denizi kesinlikle hatırlamaz
belki hepsini birden hatırlar da bilemez
ne zamandır

akşolsun ne zaman
aşkolsun tiyatro geceleri
aşkolsun "bravo" sesleri
aşkolsun anadolu otobüsleri
aşkolsun bildiğim ışık
biz birden türeriz istanbulda ve heryerde
görünmez bir mutsuzluğu söyleriz
bilge kayalarla
çarpılan ebonitler
oluşturur tersliğimizi
ey canım, güzel yüzlüm
suyunda denizleri bulduğum
bilmediğim yerlerimdeki sancı
bana bir şey söyle güleyim
bir şey daha söyle
inandır

bir şey daha söyle istersen
beyaz olabilir
suya falan benzeyebilir
bir adaya benzeyebilir.

Turgut Uyar

18 Ağustos 2016

İnsan hakkında ansiklopedik bilgi

İnsan, dışgüdüleri son derece gelişmiş bir canlı türüdür. İnsanlar değişik renklerde olabilirler; beyaz, siyah, sarımsı, kızarık vs. Diğer hayvanlarla birçok ortak özellikleri olduğu gibi, birçok noktada da onlardan ayrılırlar. Karada yaşarlar. Zaten en çok kara hayvanlarına benzerler. Ancak deniz hayvanlarının birtakım özelliklerini çok iyi taklit ettikleri de olur. İyi yüzebilirler örneğin. Yine de sayılarıyla karşılaştırıldığında bu özellikte olanlar çok azdır. 

Hayvanlar âleminde kendilerini apayrı bir yere koyan bir özellikleri vardır insanların; doğar doğmaz yürüyemezler. Halbuki neredeyse tüm hayvanlar doğduktan sonra ayağa kalkıp etraflarında birkaç adım atabilecek yetiye sahiptirler. İnsan yavruları ise doğduktan uzun denebilecek bir süre sonra yürüyebilirler. Diğer hayvanlar gibi insanlar da dört ayaklıdır. Gelgelelim, yaşamlarının başlarında bir süre her dördünü de kullanmalarına karşın bu durum uzun sürmez. Türün tüm yetişkinleri gibi onlar da dik bir duruma gelirler, yani yürümek için yalnızca arka ayaklarını kullanırlar. Bununla birlikte ön ayakları mükemmele yakın bir gelişme göstermiş olup tüm canlılar içinde en ileri düzeye ulaşmıştır. Bugün hiçbir hayvan ön ayaklarını bir insan kadar iyi kullanamamaktadır. 

İnsanları öbür hayvanlardan ayıran önemli bir özellikleri de dışgüdülerinin gelişmiş olmasıdır. Halbuki hemen hemen tüm hayvanların en belirgin özelliklerinden biri içgüdülerinin gelişmiş olmasıdır. Mesela bir kedi, koyun, at, ayı, zebra yavrusu doğduktan hemen sonra içgüdüsel olarak annesinin memesine yönelir emmek için. İnsanların bunu yaptığına dair bir kayda rastlanmamıştır bugüne dek. Anneleri onları alıp emzirmezse kendileri bu yönde hiçbir girişimde bulunmazlar. İnsan yavruları doğar doğmaz ağlamaya başlarlar. Ağlamayanlarına tarih boyunca milyonda bir oranında rastlanmıştır. Bu da yine onları diğer hayvanlardan ayıran bir özelliktir. İçgüdüleri çok az gelişmiştir, ancak dışgüdüleri, yukarıda da değinildiği üzere çok gelişmiştir. Sürekli birbirlerini güderler. Özellikle de biyolojik taksonomide politikacı (Homo politicus) olarak adlandırılanlar türün öteki üyelerini gütmekte gayet başarılıdırlar. Ancak güdenler yalnızca politikuslar değildir, diğer pek çokları da türdeşlerini güdebilmektedir. 

17 Ağustos 2016

Görüntüler

Başlangıçta söz vardı, denir fakat bence başlangıçta her zaman bir görüntü vardır. Ben bir sohbete hep bir görüntüyle başlamışımdır. Fotoğraf söz konusu oldu mu en sevdiğim şey bir anın görüntüyle yazılabiliyor olmasıdır, çünkü asla geri gelmeyecektir o an. Fotoğrafı çekersin, aradan bir an geçer ve her şey değişmiştir.

Abbas Kiarostami

16 Ağustos 2016

Sahi/Sahte

Bizim yaşadığımız zamanlarda hemen her şey sahte bir kimlik edinmişti. Kıyıda köşede kalıp da henüz edinmemiş olanlarsa sahte kimliğini bir an önce edinmek için gece gündüz demeden çırpınıp duruyordu. Sahte bir kimlik dış görünüşte gerçeğini aratmazdı. Ama yalnızca görünüşte. Sahtelik özdeydi. Her şey özünü yitirmişti. Sözgelimi, domates gene kırmızıydı, büyüdüğü ya da küçüldüğü de söylenemezdi. Okul çocukları hâlâ domates resmi çizebiliyordu, Gelgelelim ortada hakiki bir domates yoktu. Bu duruma itiraz edecek olanlara sahteliği kimlik edinmişlerin oracıkta verecekleri hazır bir yanıtları her daim bulunurdu. “Madem öyle, evvela hakiki bir domatesin ne olduğunu konuşalım,” deyip kestirip atıyorlardı. Felsefeye sığınıyorlardı bildiğin. Doğrusu bizim de kafamız karışmıyor değildi. Ya gerçeği söyleyen onlarsa, diye ürkek ürkek düşünüyorduk. Düşünürken gözünü yumanlarımız bile oluyordu. Olur da muhataplarımızdan biri düşündüğümüzü gözlerimizden okuyabilirdi. Son tahlilde, bazılarımız olup biteni sahte-hakikat çerçevesinde ele alıyorken bazılarımızsa değişim, dönüşüm diyerek meseleyi bağlamaya çalışıyorduk. İşin kötüsü, hangi tarafın haklı olduğunu tayin edecek bir hakem de yoktu ortada. Varsa da kendisinden haberimiz yoktu.
_
Via

14 Ağustos 2016

Padres nuestros

Çocuklar babalarının pencerelerine girmiş, oradan bakıyorlardı hayata. Babaların o an nerede olduğu meçhuldü. Fakat yerlerini bilmeye kimsenin ihtiyacı da yoktu doğrusu. Sorsan, her bir çocuk babasının o an nerede olduğunu da ne yaptığını da tahmin ederdi. Mühim değildi gerisi. Hayatta öyle anlar vardır ki hiçbir şey bir çocuğun babasının penceresine kurulup bakmayı dilediği her şeye oradan bakması kadar mühim değildir. 
***
Bu hayatta herkes çok fazla baba tanır. Ve sanırım herkes tanıdığı bütün babaları kendi babasıyla karşılaştırır. Fakat karşılaştırmalar pek çoklarının sandığının aksine sağlıklı yöntemler değildir. Bir kimse mesela halasını bir başkasının halasıyla karşılaştırdı mı elde edeceği neticenin pek de farklı olacağı beklenmemelidir. Gelgelelim baba öyle midir? Bir baba nasıl başka bir babayla karşılaştırılabilir? Demek istediğim esasen şu: Söz babadan açıldı mı üç yol vardır insanın önünde. Bir, bazı babalar vardır. İki, bazılarıysa yoktur. Bunların her ikisi de gayet olağan yollardır. Olağandışı olan üçüncü yoldur: Bazı babalar varken yoktur.

12 Ağustos 2016

Atakan'ın adları

Atakan'ın birçok adı var. Mesela bunlardan biri Tarkan. Bir diğeri Atilla. Bu ikisini kullananlar sanırım Atakan adını pek duymayan, bundan ötürü de hatırda tutamayanlar. Örneğin Yunusçay'ın babası Atilla diye hitap ediyor. Ben de lisede Atakan'a Atacanoğlu adını takıp öyle hitap etmeye başlamıştım. Telefonumda Atakan'ın adı bugün hâlâ Atacanoğlu diye kayıtlıdır. Yıllardır böyle. Dün bizzat annesinden öğrendim ki meğer evde de Atacan diyorlarmış. Üç-dört gün önce de gene annesi söyledi, bir adı da Aydemir'miş Atakan'ın. Kendisinin dediğine göre abisi böyle hitap ediyormuş. Dün ben bu son öğrendiğim adı hatırlamaya çalışırken aklıma Aydemir yerine Aydoğan geldi. Böylece Atakan'ın bir adı da Aydoğan oldu. Bütün bu adlarının yanında Atakan'ın belki de en çok kullanılan adı Ato. Yarın Atakan'ın düğünü var. Çeyiz odası mı diyorlar ne diyorlar ona, geçen gün o odaya gittik, adını ve ne işe yaradığını pek de bilmediğim birçok örgü işi vardı, yan yana duran iki tanesinin üzerinde Neşe ve Ato yazılıydı. Dedim, bunu yapan Atakan yazma zahmetine katlanmadan Ato yazmıştır kısaca. Sonra da Atakan'a takıldım: "Bereket versin, At diye yazmamışlar." Atakan'ın gayet kendi aramızda kullandığımız müstehcen sayılabilecek bir-iki adı daha var da onları da burada söylemeyeyim artık. Az kalsın unutuyordum, Yunusçay'ın kızları da k'leri t diye söyledikleri için Atakan'a Atatan Amca diyorlar. Çok gülüyoruz.

3 Ağustos 2016

Radyoaktif ev

Evlerindeki radyo hep aktifti. Herhalde bir tek geceleri kapanırdı. Kimse de bunu yadırgamazdı, zira televizyon çıkmıştı çıkmasına ama henüz yaygınlaşmış değildi, bir-iki evde ya var ya yoktu. Hep pencerede dururdu radyo. Böylece yalnızca ev halkı değil, konu komşu da akşamlara kadar dinlerdi onu. Bazan çeşmenin başına su almaya gelmiş kadınların kendilerini radyoda çalan bir türküye kaptırdıklarını, bazan da gençlerin yakınlarda bir bahçede toplanıp bir Beşiktaş maçına dikkatlice kulak kesildiklerini görürdünüz. İşin en güzel yanı, her şeyin olağan karşılanıyor oluşuydu. Olağanüstü, olağandışı dedikleri şeyler buranın yakınına bile uğramamıştı.
Sayfa başına git