29 Ekim 2011

Deprem

Sevgili blogger kardeşlerim, sayın takipçiler; deprem bizi feci şekilde sarstı. Hesabını yaptığımız birçok şeyi bile doğru dürüst yerine getiremediğimiz bu hayatta hesabını hiç yapmadığımız şeyler var bir de. Neylersin!

Ben ve ailem iyiyiz şükür. Bazı tanıdıkları ve arkadaşları kaybettik maalesef. En büyük beklentim hayatın mümkün olan en kısa sürede normale dönmesi. Sonuçta biz oldukça hayat devam edecek. 

Demem o ki, blog zorunlu olarak bir süre dinlenecek. Allah bizim yaşadığımızı kimseye yaşatmasın! Sağlıkla kalınız. 

21 Ekim 2011

Çocukla çocuk...

Adam yolda yürürken küçük bir çocuğa rastladı. "Adın ne senin bakiim?" diye sordu. "Söylemem, tahmin et" dedi çocuk. "İyi bari, baş harfini söyle de tahmin edeyim" diye sürdürdü adam. Çocuk "Y" dedi. Diyalog şöyle devam etti:
"Yunus"
"Değil"
"Yusuf"
"Değil"
"Yakup"
"O da değil"
"Yavuz"
"Yok"
"Yasin"
"Yok, değil"
"Yıldırım"
"Değil"
"Yıldıray"
"Değil"
"Yetkin"
"..."
"Hay Allah... Yücel"
"..."
"Yılmaz"
"..."
"Yalçın"
"..."
"Yahya"
"Hayıııy, hiçbiyi değil"
"Allah Allaaah, adın ne oğlum senin?"
"Yamazan"

4 Ekim 2011

Kavga

Falankes ikinci defa evlenince karısı kalkıp babasının evine gitti. Şehirde konuşulanların doğruluk derecesi her zaman tartışılan bir konu olsa da adamın gidip komşu ilçelerin birinden bir kız kaçırdığı söylentileri daha ağır basıyordu. Daha zayıf söylenti ise falankesin kızı usulüne göre istetip düğün yapmak suretiyle ikinci evliliğini yapmış olduğuydu.

Falankesin birinci karısı, yine söylentilere göre, yaklaşık bir yıldır babasının evinde kalıyordu. Hiç anlaşılmayan konu ise mahkemede hakimin falankese evden bilmemnekadar uzaklaştırma cezası vermiş olmasıydı, böyleyken hem falankesin hem de ilk karısının evden uzaklaşmış olup evin boş kaldığı sonucuna varıyoruz.

Söylenenlere bakılırsa, bir gün birinci kadınla babası, kadının evine eşyaları almaya gitmişlermiş. Kadın, artık yanlışlıkla mı, mahsus mu onu çıkaramadım, kocasının senetlerini de eşyalarla beraber yanında götürmüşmüş. Kocası tekin bir adam değilmiş. Birçok yerlere borcu morcu varmış. Tefecilerle çok aldığı verdiği olurmuş. Hem kendisi de tefeciymiş zaten. (Bu söylenenler galiba doğru). Ne olduysa da bundan sonra olmuş işte.

Bir gün borçlular borçlarını falankese ödemişler. Ödemişler ödemesine de ortada senetler yokmuş. Adamlar da haklı olarak paranı ödedik senetlerimizi isteriz, diye tutturmuşlar. Falankes de ne yapsın, karısının senetleri babasının evine götürdüğünü biliyormuş, gitmiş kapılarına dayanmış senetleri geri verin diye diretmiş. Vermemişler herhalde...

Vermemişler ki ertesi gün, ya da başka bir gün, çarşıda falankesle kayınpederi filankes bu mesele hakkında tekrar buluşup konuşmuşlar. Artık kendileri mi konuşmuş silahları mı, ben de anlayamadım. Zira kayınpeder filankes, silahını çıkarıp, söylenenlere bakılırsa, rastgele ateş etmeye başlamış. Beş on kişi yaralanmış. Bir ikisinin durumu ağırmış. O yaralananlar arasında olayla hiç ilgisi olmayanlar da varmış. Öylesine geçiyorlarmış oradan. Hatta, bu da bir söylenti ama, ağır yaralanan adamlardan biri de bunlardan biriymiş, yani tek günahı o sırada oradan geçiyor olmakmış.

Bu silahlı kavganın ertesi günü iki tarafın adamları çarşıda tekrar buluşmuşlar, bu kavga henüz bitmedi, diyerek kavga etmeye başlamışlar.

Emrah ile Selvi Çay Bahçesi'ne gidiyordum her zamanki gibi. Vakit öğle sonrasıydı. Hükümet Konağı'nı yeni geçmiştim ki arkadaşım Atakan’ı aradım, çarşıdaysa gelsin beraber çay içer belki tavla oynarız diye. Tam Atakan’la konuştuğum esnada kendimi bir kavganın ortasında buldum. Artık telefonu kapatacaktık ki, “Dur, kapatma” dedim, “kavganın ortasına düştüm, sana da sıcağı sıcağına haberleri vereyim”. O da meraklana durdu. Ben de, olur ki kör bir kurşuna hedef olur, pisi pisine giderim diyerek yola devam etmedim, alışveriş merkezinin girişinde bir yere sığındım, böylece kavgayı da canlı canlı izlerim, diye geçirdim içimden. O sırada Adliye'nin önünde duran polisler koşarak geldiler ve kavga büyümeden önlenmiş oldu.  
Sayfa başına git