Uzunca bir süre dolaştım şehri. Oraya buraya seslendim, bağırıp çağırdım. Kimse yoktu. Şehir yenice terk edilmişti, belliydi. O halde durmanın bir anlamı yoktu, oradan ayrılmaya karar verdim. İşin ilginç yanı, oraya niçin gittiğimi de bilmiyordum. Şehrin iki kapısı vardı, Doğu Kapısı'ndan girmiştim, Batı Kapısı'ndan çıkmaya niyetlendim. Çıktım. Çıkar çıkmaz da denizi gördüm. Demek ki şehrin bu kapısı denize açılıyordu. Kıyıda bir liman vardı. Oraya doğru yürüdüm. Limanda da küçük bir meydan vardı, bir pazar yeri olabilirdi. Limana vardığımda oranın da bomboş, terk edilmiş olduğunu gördüm. Değil bir gemi, bir kayık bile yoktu. Denize baktım, ufukta da bir şey görünmüyordu. Bu şehrin insanları, sanki bu bunaltıcı sıcağa kapılıp havaya uçuşmuşlardı.
Döndüm. Doğu Kapısı'ndan çıkacaktım, başka çarem yoktu. Tam limandan çıkıyordum ki sesler duydum. Durup kulak kabarttım. Evet, bir ses duyuyordum. Az sonra farkına vardım, şehir surlarının dibinden geliyordu ses. Oraya yöneldim hemen. Yaklaşınca, duyduğumun insan iniltisi olduğunu fark ettim. Hemen ardından da sesin sahibi çarptı gözüme. Dehşetle irkildim. Adamın biri çarmıha bağlanmış, yakıcı güneşin altında başı önüne eğilmiş, inleyip duruyor.
Çarmıh direğinin altına vardığımda beni gördü. "Seni kim bu hale soktu?" diye sordum. Sorunun cevabı önemsizmişçesine başını sallamakla yetindi. "Benden korkma, her kimseler ben onlardan değilim," dedim bu kez. "Kimseden korkmuyorum," dedi. "Dayan," dedim ben de, "seni oradan indirmenin bir yolunu bulacağım." Ben bunu der demez heyecanlandı adam, sanki güneşin altında bitkin düşmüş olan kendisi değilmiş gibi, "Hayır, sakın bunu yapma," dedi. Çok şaşırdım. "Ne yani, kurtulmak istemiyor musun oradan?" diye sordum. "Hayır," dedi. Güneş çarpmasından ne dediğini bilmiyor diye düşündüm. Ama o, kafamın içini okumuşçasına, "Sakın," dedi, "sakın beni buradan indirmeye kalkma." "Evet ama neden?" diye üsteledim ben de. "Çünkü beni buradan indirirsen bir daha hiçbir zaman bu şansı bulamam," dedi. "Hangi şansı?" diye sordum. "Tanrının oğlu olma şansını," dedi. Sürdürdüm: "Şimdi sen orada durursan Tanrının oğlu mu olacaksın?" "Evet, tabii ki, Tanrının oğlu, bazılarına göreyse peygamber." "İyi ama, bu gidişle birkaç saate kalmaz ölüp gideceksin," dedim bu kez. "İyi ya işte, benim istediğim de tam olarak bu," dedi o da. "Söylesene, senin adın nedir?" diye sordum. "İsa," dedi.
Onu oradan kurtarabildim mi, kurtaramadım mı, ben de bilmiyorum. Rüyamın gerisini hatırlamıyorum. Sizce ne olmuştur?
Harun, rüyanın geri kalanını bu gece tekrar görmeyi deneyebilirsin, bazen oluyor öyle. :))
YanıtlaSilBen yazının son kısmını okuyunca bunun gerçekten gördüğün bir rüya olup olmadığına karar veremedim. Bilemiyorum kasıtlı mı yazdın ancak son kısımda kendini sadece çarmıha gererek peygamber olunacağına inanma fikri biraz göndermeli geldi, dünya düzenine. Bilmiyorum tabi öyle mi :) O amaçla yazmadıysan da bende bu şekilde yer buldu yazın.
Yine güzel.
Merhaba Şenay, hiçbir şey kaçmıyor gözünden. :)
Silinsanlar isa'yı terkettiklerine bin pişman geri dönüyorlar ve o istemese de onu ordan indiriyorlar_
YanıtlaSilSelam yoluk, böyle bir rüya için doğrusu çok iyi bir son olurdu bu.
Sil