29 Haziran 2014

Şanssızlık ve avuntu üzerine bir öykü

Avunan İki Kişi 
Büyük düşünür Citophile, üzgün ve üzülmekte de çok haklı olan bir kadına bir gün şöyle dedi: "Bayan, ulu VI. Henry'nin kızı olan İngiltere Kraliçesi de sizin kadar mutsuzdu: Onu ülkesinden kovdular; okyanusta yakalandığı fırtınada ölümün kıyısına geldi; kocasının giyotinde can verdiğini gördü." Kadın, "Onun için çok üzüldüm," diyerek kendi bahtsızlığı için ağlamaya koyuldu. 
"Ama," dedi Citophile, "bir de Marie Stuart'ı anımsasanıza; basla bariton arası çok güzel bir sesi olan namuslu bir müzisyene fena halde tutulmuştu. Kocası, müzisyeni gözlerinin önünde öldürdü; sonra da, kızoğlankız olduğunu söyleyen, dostu ve akrabası Kraliçe Elisabeth kendisini on sekiz yıl hapis tuttuktan sonra boynunu vurdurdu. Kadın, "Bu çok gaddarca," diye yanıtladı ve yine kendi dertlerini kara kara düşünmeye daldı. 
"Belki de, yakalanıp boğazlanan Napolili güzel Jeanne'dan söz edildiğini duymuşsunuzdur," dedi avutucu. "Belli belirsiz anımsıyorum," dedi dertli kadın. 
"Bir gün akşam yemeğinden sonra tahtından indirilen ve ıssız bir adada ölen, bizim zamanımızdan bir kadın hükümdarın serüvenini size anlatmalıyım," diye ilave etti öteki. "Bu öyküyü baştan sona biliyorum," dedi kadın.  
"Pekâlâ, kendisine felsefe öğrettiğim bir başka ulu prensesin başına gelenleri anlatacağım size. Tüm büyük ve güzel prensesler gibi, onun da bir âşığı vardı. Odasına giren babası, yüzünü ateş basmış, gözleri kızıl yakutlar gibi ateş saçan âşığı yakaladı; prensesin de heyecanı yüzünden okunuyordu. Genç adamın yüzü babanın hiç hoşuna gitmedi ve eyalette o zamana kadar hiç kimsenin yemediği kadar şiddetli bir tokat yapıştırdı delikanlının yüzüne. Âşık, maşayı kaptığı gibi kayınpederinin kafasını kırdı; yara güç de olsa iyileşti, ama izi hâlâ duruyor. Aklını yitireyazan prenses pencereden aşağı atlayıp ayağını sakatladı; boyunun posunun yerinde olmasına karşın, topalladığı bugün bile belli oluyor. Âşık, ulu bir prensin kafasını kırmaktan ölüm cezasına çarptırıldı. Âşığını asmaya götürürlerken, prensesin içinde bulunduğu ruh halini bir düşünün. Hapisteyken, uzun süre onu gördüm; bana bahtsızlıklarının dışında bir şey anlatmadı." Kadın, "Peki o zaman, neden benim kendi bahtsızlıklarımı düşünmemi istemiyorsunuz?" diye sordu. "Çünkü, bunları düşünmemek gerekir," dedi düşünür, "bunca yüce kadın bu kadar bahtsız olduktan sonra, umutsuzluğa düşmek size yakışmıyor. Bir Hekabe'yi düşünün, bir Niobe'yi düşünün." Kadın, "Ah," dedi, "ben onların ya da o güzel prenseslerin zamanında yaşamış olsaydım ve avutmak için siz de onlara benim bahtsızlıklarımı anlatsaydınız, sanıyor musunuz ki, sizi dinlerlerdi?" 
Ertesi gün, düşünür, biricik oğlunu yitirdi, duyduğu acıdan öleyazdı. Kadın çocuklarını yitiren bütün kralların bir listesini hazırlatarak düşünüre götürdü. Düşünür, okuyup çok yerinde buldu, ama daha az da ağlamadı hani. Üç ay sonra görüştüklerinde, birbirlerini çok neşeli görmekten büyük bir şaşkınlık duydular. Zaman adına güzel bir heykel yaptırıp üzerine şöyle yazdırdılar: AVUTANA. 
Voltaire, Micromegas.
Çeviren: Hasan Fehmi Nemli, Dost Kitabevi Yay.

2 yorum:

  1. “Sen şanssızsın.” dedi… “Neden?” dedim. “En fakir sen büyüdün” dedi… Sonra bir şey anlattı. Bir gün ben hatırlamadığım bir küçüklükteyken, muz istemişim. Babam da o muzu bana alabilmek için evden işe yürüyerek gitmiş. 2 saat yürümüş. Sonra akşam gelirken de 2 saat yürümüş. Yarım kilo da olsa almış o muzu bana. Ağlayarak anlattı. Ben de ağladım. “S...etseydin keşke. Muzun...., baba, ne yürüdün o kadar yolu!” dedim. Babam bir tokat attı ve dedi ki, “Nimete küfredilmez eşşoglueşşek!”

    - Batuhan Dedde, Ne Yürüdün O Kadar Yolu
    kaynak: http://otdergi.com/index-nisan-2013-2.html

    YanıtlaSil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git