25 Aralık 2021

Atkı

O gün yakalı bir kıyafet giymiştim ve hava da adlı adınca soğuk olduğundan atkımı da bağlamıştım elbet. Gelgelelim kıyafetimin yakalı oluşu atkıyla da birleşince rahatsız ediyordu yürürken. Gün dediğime bakmayın tabii, düpedüz akşamdı. Öylecene, arada bir elimi atıp boynumu rahatlatmaya çalışarak geçirmiştim geceyi eve gelene kadar. Ertesi günü gene atkıyı bağlamakla birlikte, bir atkıyla beraber giyilebilecek en rahat kıyafeti giyip çıktım. Gelgelelim hava atkılık bir hava değildi, sıcak bile sayılabilirdi.  Çıkardım boynumdakini. Elinde bir atkıyla dolaşmanın ne denli sıkıcı olacağını herhalde herkes bilir. Sırt çantası yerine de yandan askılı bilgisayar çantası almıştım ve işte, bir bilgisayar çantasına bir atkı sığdırmaya çalışmanın da gene ne denli sıkıcı olacağını herkes bilir. Üstelik de bu atkı elle örülmüş kalınca bir atkıysa. Elimde taşımayacaktım haliyle, çantanın kulplarından geçirdim, ortaladım ki düşmesin. Fakat bu kez de yürüdükçe atkı bir yana doğru kayıyor, düşecek gibi oluyor, ben de tekrar düzeltiyordum. İkide bir de bakıyordum, düşüyor mu diye. Bir yandan da, akşama hava nasılsa soğur, bağlayıp da eve dönerim, diye avutuyordum kendimi.

Biz insanoğlu ve insankızlarının bütün hayatı böyle geçiyor işte. İstediklerimiz olmadığı gibi, istemediklerimiz de oluveriyorlar. Zaman zaman da kimilerimiz avunuyor. Avunmak deyip geçmemek lazım, diyenler de az değil tabii, vardır bir bildikleri. İyi hoş da hayat büsbütün çekilmez mi yani, hiç mi yerine gelmez isteklerimiz? Gelir elbet, öbür türlü yaşanır mıydı yoksa?

Metrobüsle geçerken köprü trafiğine takılıp da yavaşlayınca insanın aklına türlü türlü düşünce geliyor doğrusu. Bugün de eskilerde televizyonlardan, gazetelerden gördüğümüz intihar girişimleri geldi aklıma. İntihara niyetli biri neden Boğaz'a atlar diye meraklandım. Onca yüksek bina varken suya atlamanın anlamı nedir? Neyse, zaten millet ölmüş, bir de ölümden söz etmeyelim şimdi. İntihar demişken aklıma geldi, Azrail'i Beklerken hâlâ en sevdiğim filmler arasındadır. Bir İntihar Efsanesi'ni ise büyük bir hevesle elime almış, üstelik okuyup bitirmiş ama hiç sevmemiştim.

***
Hayat kısa mıdır uzun mu? İnsanın ömründe bir kez dahi olsa bu soruyu ciddi bir şekilde kendine sorması gerekir. Ben sormuş muyumdur? Sormasına sormuşumdur fakat ne derece ciddi, bilmiyorum. 

Geçen hafta bu vakitte neredeysem tam olarak şu anda da oradayım. Ama bir hafta da olsa zaman geçip gitmiş, bir daha da asla geri gelmeyecek.

***
Handiyse yirmi yıldır internette bir şeyler karalıyorum. Bu blogdaki serüvenim de on beş yılını doldurdu. Başlarda her genç gibi görünmek istiyordum doğal olarak. Ne ki kimsenin pek önemsediği yoktu karaladıklarımı. Şimdiyse –sanırım şöyle bir beş yıl kadardır– hiç mi hiç üzerinde durmuyorum karalayıp çiziktirdiklerimi kimlerin gördüğünden. Fakat tuhaftır, bazen hiç ummadığım biri bloğumu takip ettiğini söylüyor. Kim bilir, hayatta hiç ummadığımız daha neler neler oluyordur da haberimiz bile olmuyor. 

Son hesaplaşmada hayat ilginç bir trene benziyor arkadaşlar. Mutlu yıllar...

8 Aralık 2021

Çılgın-Hüzünlü

çünkü yaşamak gibi bir şeydi yaptığı
anasız bir tay gibi coşkun ve hüzünlü
akşamın dinginliğini otluyordu o zaman

her sabah denize çıkar, bir elma yerdi
hüznünü ve çılgınlığını elmanın
gözünü yumsan ağzında duyarsın

        ellerine bakma artık
        çünkü kar yağıyor
        çılgın hüzünlü

büyük kentleri düşünse de rahatlasa
işte her şey nasıl haince karıştırılmış
kirli çamaşırlarla sabunlar ayrı semtlerde
saatin sonunda meydan
suyun sonu ilerde
böyle yaşamak zordur elbet anlıyorum
çılgın ve hüzünlü

çünkü bakışları yazda geçmiş bir geceyi andırıyor
yaşanmış mı temmuzda mı belli değil
çılgın ya da hüzünlü

şimdi dolaşıp duruyor aramızda
kıpkırmızı bir duygu olarak
doğudan batıya bir güz halinde
çılgın ve hüzünlü

biraz dağ yollarını öğrenmesi gerekir sanırım
kahırçeker mekkâri katırları gibi
onlar ki hiçbir şeyleri yok
korkunca çılgın sevinince hüzünlü

        kar dindi
        gerçekten dindi
        ellerine bakabilirsin artık

Turgut Uyar

6 Aralık 2021

Geleceğimiz

Bir araştırmanın sonucunu veren şuradaki haber olabildiğince ilgi çekici. Dünyamızın geleceği hakkında tahmin yürütmek için de açık bir ipucu. 2020 sonu itibarıyla insan elinden çıkma malzemenin kütlesi, ağaç, bitki ve hayvanlar dahil, yeryüzündeki toplam canlı kütlesini aşmış. Yani insanların bugüne değin yaptığı binalar, yollar, araç gereçler ve bilumum şeyin ağırlığı dünyadaki tüm canlıların ağırlığını geçmiş. Bugüne kadar diyoruz ama bunun yanıltıcı olmaması lazım, zira insanlık sadece şu son kırk yılda önceki binlerce yıldan daha fazla şey üretti. Yalnızca günümüze bakalım. Dünyanın dört bir yanında binalar, yollar, köprüler, istasyonlar, stadyumlar, hava ve deniz limanları, barajlar, denize dolgular, arabalar, uçaklar, gemiler, elektronik cihazlar, mobilyalar, kılık kıyafet, kap kacak derken her gün, her saat tonlarca ama tonlarca malzeme üretiliyor. Araştırmanın daha ilginç bir bulgusuna göreyse bugün sadece bir hafta içinde üretilen malzemenin ağırlığı, dünyada şu an yaşayan sekiz milyara yakın insanın ağırlığına eşitmiş. Sadece bir haftada. 

Şimdi oturup düşünelim. Nereye kadar gidecek bu? Üretim dediğin şey hammade gerektirir. E, doğal olarak bunun bir yerde bitmesi gerekir. Nitekim bitiyor da. Pek çok şeyin hammaddesi biz farkında olmadan bitiyor. Otuz yıl önce üretilen kâğıdın malzemesiyle bugün üretileninki bir mi? Giysilerin büyük bir kısmı sentetik kumaşlardan üretiliyor bugün. Günümüz teknolojisi biten bir şeyin yerine şimdilik başka bir şey koyabiliyor ama o başka şey de bittiğinde ne olacak? Ne olacağı az buçuk tahmin edilebilir.  Mesela poşetler kalkacak, markete, pazara kırk elli yıl öncesine kadar olduğu gibi pazar fileleriyle gideceğiz gene. Kâğıt mendiller kalkacak, eskiden olduğu gibi cebimizde kumaş mendil taşıyacağız falan filan. Şu habere bir bakın, gün gelecek dünyada "kum mafyası" diye bir şey çıkacak deseler kim inanırdı. Ee, milyonlarca ton betonun üretildiği bir çağda kum da bir gün bitecekti elbette. Sadece kum mu? Madenler bitiyor, ormanlar bitiyor, tarım toprakları bitiyor, su bitiyor su.

Peki, bu işin nihai durumu ne olacak diye sorarsanız, naçizane tahminim, dünya insanlığı sırtından atacak. Sen benim ırzıma geçtin, al ben de seninkine geçiyorum diyerek insanı kıracak, gidişat bu yönde. Ve insan faaliyeti yeryüzünde azaldıkça gezegenimiz tahmin ettiğimizden bile daha hızlı toparlayacak kendini. Çevre felaketi, iklim krizi gibi kavramları her gün duyuyoruz artık ama insan penceresinden bu böyle, oysaki gezegenin gözünden bakarsan pek de öyle felaketlik bir durum olmadığını görürsün. Dedim ya, insanı sırtından attıktan sonra dünya hemencecik toparlar kendini, asıl felaket insan felaketi olacak. Bunun ne zaman olacağına dairse benim bir öngörüm yok, yirmi yıl sonra mı olur, iki yüz yıl sonra mı, bilmiyorum.

Dünya değil sekiz milyar, on beş milyar insanı bile rahatça besleyebilecek bir yer, gelgelelim insan doymak bilmiyor kardeşim.
Sayfa başına git