Gençtim. Kış yaklaşmıştı. Günlerden bir gün evin kışlık ihtiyaçlarını almak üzere şehre gidiyordum. Yol genişçe bir çölden geçiyordu. Hava biraz serinlemiş olmasına rağmen çöl sıcağı yer yer bunaltıcılığını hissettiriyordu. Eb Raim'in oğlu Etz Haq'a rastladım. Bir zamanlar bizim kasabada yaşarlardı, sonra başka bir kasabaya göçtüler. Etz Haq değişmişti biraz ancak yine de onu hemen tanıdım. Pek bir telaşlıydı. Onu öyle görünce meraklandım. "Hayırdır, ne oldu?" diye sordum.
"Babamla kardeşim Es Mael sabahtan beri kayıplar," dedi. Teskin etmeye çalıştım, "Senin baban aklı başında, bilge diye nam salmış adamdır, merak etme," dedim. Ancak meraklandım da, Etz Haq çöle düşmüş, bu halde onları aradığına göre yolunda gitmeyen bir şeyler olmalıydı. İkisi birden kayıp olduklarına göre her nereye gitmişlerse birlikte gitmişlerdir diye düşündüm. Etz Haq da bunu doğruladı. Evden beraber çıkmışlar, daha sonra da kimse onları görmemiş.
Çocuk çok yorulmuştu. Çünkü saatlerce çölde koşturup durmuştu. Benim eşeğime binmesini söyledim. Kabul etmedi. Bir an önce babasıyla kardeşini bulmanın derdindeydi. "Söylesene Etz Haq," dedim, "seni bunca telaşlandıran ne?" Geçiştirici bir cevap verdi. Ancak besbelli ki benden sakladığı bir şey vardı. Tatmin edici bir cevap alamayacağımı anlayınca bunu açıkça ona söyledim: "Benden ne saklıyorsun, Etz Haq," diye sordum, "beni yabancı mı görüyorsun yoksa, alacağın olsun?" Bunun üzerine, "Seni temin ederim ki ben de bilmiyorum," dedi. "Neyi bilmiyorsun?" diye kendimi de şaşırtan bir merakla atıldım. "Etz Haq'ın yüzünün rengi değişti birden. Üsteledim: "Bilmiyorum, dedin, neyi bilmiyorsun, Etz Haq?" Derin bir çaresizlik okundu yüzünde. "Bilmiyorum, yalnızca seziyorum," dedi, "içimde güçlü bir sezgi var." Merakım git gide artıyordu, "Etz Haq, neyi seziyorsun, söyler misin?" diye daha bir üsteledim. "Babam evden ayrılırken Es Mael'i ev halkıyla vedalaştırmış," dedi. Bunu duyunca benim de içime bir endişe yerleşti. Es Mael'i bir yere götürmüş olacaktı. Ama nereye? Es Mael henüz çocuktu, nereye götürür, nerede bırakırdı babası onu?
Yapılacak bir şey yoktu. Çölün ortasındaydık. Ne havada netameli bir şeyler vardı ne karada. Denizse uzakta kalmıştı. Elimden yalnızca Etz Haq'a sakin olmasını tembihlemek geliyordu. Benimle gelmesini söyledim. Şehirde sorar ederdik, belki bir görene rastlardık. Ama Etz Haq bunu kabul etmedi. Filanca kasabaya gitmek niyetindeymiş, orada akrabaları varmış. "Bir başına yürüme bu çölde," dediysem de dinlemedi. Telaşı onu sağlıklı düşünmekten alıkoyuyordu. Şehre gelirse zaman kaybedeceğini düşünüyordu. Dediğini yapıp benden ayrıldı gitti. Bense yoluma devam ettim. Çölü geçmeme az kalmıştı. Çölün eteklerinde handiyse dağ büyüklüğünde bir tepe vardı. Şehre gitmek için onu aşmak gerekiyordu. Yorulmuştum. Durup soluklanmam icap ediyordu. Gel gör ki çöldeydim, durmanın imkânı yoktu, ne bir gölgelik vardı ne bir şey. Dağa kadar dayanacaktım çaresiz. Bunları düşünürken yorgunluğumu unutturacak bir şeyler çarptı gözüme. Dağda bir yerlerde alıcı kuşlar havada dönüp dolaşıyordu. Bin yıllık tecrübeyle sabitti ki kuşların bu davranışı yerde garip bir şeylerin olduğunun kanıtıydı. Eşeğimi sürdüm. Adımlarımı sıklaştırdım. Bir müddet gittikten sonra orada iki insan olduğunun ayırdına vardım. Eb Raim'le Es Mael olmaları kuvvetle muhtemeldi. Biraz daha yürüdükten sonra nihayet çölü bitirip dağın eteğine ulaştım. İyice dinlenmem gerekiyordu. Ne var ki olabildiğince kısa tuttum molayı, sonra kalkıp dağı tırmanmaya başladım. Yanlarına yaklaştığımda tahminimde haklı çıktım. Gördüklerim Eb Raim'le oğlu Es Mael'di.
Selam verdim Eb Raim'e. Selamımı pek üzgün bir sesle aldı. O kadar şaşırmıştım ki ne soracağımı bilemedim. Yaşlı Eb Raim, yanına oğlu Es Mael'i almış ne yapıyordu bu dağın başında? "Oğlun Etz Haq çöllere düşmüş sizi arıyor," dedim. Oralı bile olmadı. Üzgündü. Önüne eğik başını ha bire zorla kaldırıp Es Mael'e bakıyor, sonra yine önüne eğiyordu. Eb Raim'i böyle boynu bükük, başı önüne eğik bir halde göreceğim kırk yıl geçse gelmezdi aklıma. Neydi onu bu hale sokan? Çok merak ediyordum. Ediyordum etmesine, sorsam bir cevap alamayacağımı da biliyordum. Onu bu halde değil yalnızca benim, bir ademoğlunun görmüşlüğü yoktu. Gene de sormaktan başka çıkar yolum olmadığını görüyordum. "Ey bu diyarın görmüş geçirmişi Eb Raim, nedir bu halin?" diye sorabildim. Başını yine zorla kaldırıp yüzüme kısacık baktı. Konuşup konuşmamakta kararsız kaldı bir süre. İstiyordu da konuşamıyordu. Gençtim, pek görmüş geçirmişliğim yoktu ancak bu durumun binde bir rastlanır türden olduğunu anlamam da zor değildi. Eb Raim'in ağzından zorla bir-iki kelime çıktı, talihime bakın ki ne dediği anlaşılmadı.
Es Mael babasının karşısında yere bağdaş kurup oturmuş, hiç konuşmadan, kıpırdamadan bir ölü gibi duruyordu. Eb Raim ise bir taşın üzerinde, dirsekleri dizlerinde, başı ellerinin arasında, derin, kederli düşüncelere dalmıştı. Benimse merakım ve şaşkınlığım büyükçe bir sıkıntıya dönüşmekteydi. Burada neyin ne olduğuna hiçbir anlam veremiyordum.
Vakit de ilerliyordu. Daha şehre gidip orada işlerim için bir süre oyalanıp geri dönecektim. Velhasıl oradan ayrılmam gerekiyordu ama merakımı da bastıramıyordum. Belki bu kez talihim yaver gider deyip bir kez daha sordum: "Ey yaşlı Eb Raim, ne olur bir sözünü esirgeme benden, nedir bu halin?" Başını yine usulca benden yana çevirdi. Gözlerimin içine baktı, "Bugün burada benim ruhum sınanıyor," dedi. Ne ki, hiçbir şey anlamadım dediklerinden. Gün görmüş devran sürmüş bilge bir adamdı Eb Raim, manalı sözler söylediğine de daha önce çok şahit olmuştum, gelgelelim bu sözlerini anlamak zorundaydım. Aksi takdirde merakımdan ne edeceğimi bilemeyecektim. Yanına yaklaştım. Tam önünde durdum. Durunca Es Mael'le onun arasına girmiş oldum. Telaşlandı, eliyle yana çekilmemi istedi. Çekildim. Es Mael'e bakınca gözlerinde o denli büyük bir elem olduğunu fark ettim ki korkmaktan kendimi alamadım. "Ey koca Eb Raim, yalvarıyorum sana, söyle, nedir bu hal?" diye sordum bir kez daha. "Deminki cevabını tekrarladı: "Bugün burada benim ruhum sınanıyor. Hadi, git buradan."
Gitmekten başka çarem kalmamıştı. O git dedikten sonra kalmam mümkün değildi. Bir an önce şehre gidip döneyim de insanları bu durumdan haberdar edeyim, dedim içimden ve oradan ayrıldım. Zor oldu ayrılmam. Gözden yitip gidene değin dönüp dönüp onlara baktım. Bir değişiklik yoktu. İkisi de yerlerinde kımıldamadan duruyorlardı. Ama Eb Raim'in kederi uzaktan bile okunabiliyordu.
Şehre vardım. Hiç vakit yitirmek istemiyordum. Alacaklarımı alıp eşeğime yükledim. Azıcık dinlenip gerisin geri döndüm. Yolda o kadar tez yürüyordum ki buna kendim de inanamadım. Eb Raim'le Es Mael'i bıraktığım yere vardığımda yerlerinde yeller estiğini gördüm. Oturmuş oldukları yere geldiğimdeyse kan gördüm. İrkildim. Korkuya kapıldım ve derhal oradan ayrıldım.
Dağdan çöle doğru iniyorken aklıma olmadık şeyler geliyordu. Düşünmemeye çalışıyor ama kendimi alamıyordum. Eb Raim asla oğlunu öldürecek bir baba değildi. Buna güneşin altındaki hiçbir varlığı inandıramazdınız.
Çöle indiğimde akşama az kalmıştı. Eşeği önüme katmış hızla yürüyordum. Kapıldığım korkudan kurtulamıyordum çünkü. Bir an önce eve varmalı, insanlarla konuşmalıydım. Gördüklerimi birilerine anlatmazsam aklımı kaçırmam işten bile olmayacaktı.
Bir vakit sonra biraz uzakta birilerinin önüm sıra gittiğini fark ettim. İki kişiydiler. Bir an durakladım. Bir kez daha dehşetle irkildim. Bunlar onlardı. Eb Raim'le Es Mael. Eb Raim omzunda ağır bir şey taşıyordu. Ne olaydı ki? Yanındaki Es Mael'se kan kime aitti peki?
Daha bir hızlandım. Eşek bile inleyemeye başlamıştı artık. Nihayet onlara yaklaştım. Bağırıp beklemelerini söyledim. Beklemedilerse de yavaşladılar. Gidip yetiştim. Eb Raim'in, boğazlanmış bir koçu omuzladığını gördüm. Bu yaştaki bir insanın bunca ağırlığı taşıyor olmasına hayret ettim. Ama asıl hayret ettiğim bu değildi elbette. Neler olup bittiğini hâlâ anlayabilmiş değildim. "Ey Eb Raim," diye söze girdim hemen, "bu diyarda bir tek ademoğlu yoktur ki sana saygı duymasın. Sen ki bilgeliğinle nicelerine yol göstermişsin, ne olursun söyle bana, nedir bu olan biten?" Yüzüme baktı Eb Raim, gözleri birkaç saat önceki kederinden bütünüyle arınmış, o derin kederin yerini bir sevinç parıltısı almıştı. Handiyse bir çocuk gibi seviniyordu. Halbuki onun gibi bilge, onun gibi görmüş geçirmiş bir insanın böylesine çocukça sevinmesi bu toprakların töresine büsbütün aykırıydı. Ama bunun üzerinde duracak hal yoktu bende. Esrarengiz bir gündü bugün. Olmamış, duyulmamış, görülmemiş şeyler oluyordu bugün. Cevap verdi Eb Raim, "Bugün benim ruhum sınandı," dedi. Sesinden memnuniyet akıyordu. O sıra Es Mael'in yüzü çarptı gözüme. Önceki gibi değildi. Gün içinde gördüğümde yüzünden hiçbir şey okunmuyordu. Sadece ve sadece kıpırtısız duruyordu. Ne sevinçliydi ne üzgün. Oysa şimdi yüzüne tarif edilmesi olanaksız bir tavır oturmuştu. Uzunca bakan biri onda bir vahşi hayvanın yüzünü okuyabilirdi. Ürkmüş, korkmuş, çekinmiş, kızmış, şaşırmış bir yüzdü bu. Onu öyle görünce merakıma meraklar, hayretime hayretler eklendi. Eb Raim o onulmaz gözüken kederinden kurtulup çocuklar gibi şenlenmişken Es Mael'e ne olmuştu böyle? Kendimi tutamadım, "Ey saygıdeğer Eb Raim," dedim, "lütfedip saygısızlığımı bağışla, fakat senin ruhunun sınandığı gibi benim de aklım sınanıyor bugün." Bu söylediklerime gülümseyip geçmekten başkaca bir şey yapmadı.
Yol ayrımına geldik. Onlar kendi kasabalarına gidecekti, bense kendiminkine. Benim bir şey dememe mahal vermeden "Elveda oğlum," dedi Eb Raim, "yolun açık ola." Çaresiz, yanıtladım ben de, "Sizinki de Ey yüce Eb Raim." Onlar yollarına devam ederken ben bir müddet durup arkalarından bakakaldım. Olur ki başını çevirip merakımı giderecek iki söz eder diye bir umut bekledim. Ama edeceği yoktu, ne çare. Gidip gözden yittiler. Bense merak ve hayret denizinde yüze yüze çölü aştım, eve vardım. Yol boyunca önce içimden, ardından seslice "Bugün benim aklım sınanıyor," deyip durdum. Eve vardığımda gördüklerimden hiç kimseye bahsetmedim.
Gerçekten aklımız sınanıyor galiba.
YanıtlaSilAcımayalım diye izlenen yola bak: İnsanın canını kurtardığına şükrettirip, diğer canlının binlercesinin canını alabilme hakkını vermek! Aynı gün, ihtiyaca bakmaksızın, stoklamak, tokken yemek için, gibi gibi...
Neden Mayaları vahşi buluyoruz ki, onlarında amacı benzerdi, sadece "canlı" farklıydı...
Saygıyla Harun Bey,