29 Temmuz 2022

Temmuz bitmek üzereyken

Önceki gün. Sabah erkenden kalkıp Maltepe'ye doğru yola çıktım. İşlerimi bitirdiğimde vakit öğleden sonrasını geçiyordu. Dönüş yolunda Göztepe'de inip yürümeye başladım. Parkta durup biraz dinlendim, biraz da fotoğraf çekip devam ettim. Caddebostan'a varıp orada da biraz oturduktan sonra otobüse binip Kadıköy'e gidecektim ki yürümeye devam etmenin daha iyi olacağına karar verdim. Kalamış'a, oradan Fenerbahçe'ye kadar yürüyüp orada da biraz parkta oturdum. Bugün maç günüymüş, herkes formasını giymiş, Galatasaray'a küfürler ederek maç saatini bekliyor. Rakipse Ukraynalı. Ortalık neşeli. Şöyle bir alıcı gözle etrafı süzdüm, herkes Fener'in kazanacağından emin tabii. (Fenerli olduğum günleri yad ettim. Bir zamanlar ben de bunlar gibi Fenerbahçeliydim. Yirmiyle otuzlu yaşlarım arasında ne olduysa günün birinde futbola karşı hiç ilgim kalmadığını fark ettim. Artık Fener beş gol yese bile oralı olmuyor, takımın oyuncularını bile tanımıyordum filan...) Stadın önünden geçerek Altıyol'a, oradan da Rıhtım'a gittim. İstanbul Kitapçısı'na oturdum. Gündüzden M'yle sözleşmiştik, o geldi, kalkıp biraz yürüdükten sonra gidip başka bir yere oturduk, iki saat kadar konuşup ettikten sonra kalktık, evli evine köylü köyüne. Ben her zamanki gibi metrobüse, oradan da eve. Telefona baktım, on yedi km. yol yürümüşüm, eh fena değil. Gece aklıma geldi, açıp baktım Fener yenilmiş.

Dün. Restorasyonu biten Yerebatan Sarnıcı açılmış, gidelim mi demişti Z. Gideriz demiştim. Ama kendisi de eklemişti, çok kalabalıkmış. Benim bu aralar sarnıç göresim yoktu zaten, başka zaman da olur, ben asıl ne zamandır bir türlü gidemediğim Neve Şalom Sinagogu'nu görmek istiyordum. Üstelik de haftada en az bir defa, bazan neredeyse her gün Galata'dan geçmeme rağmen. O halde sabah Şişhane'ye gider, oradan Galata'ya çıkıp sinagogu gezeriz, oradan da sarnıca gideriz, diye önerdiydim Z'ye. Gittik, önce sinagogun kendisini, sonra müzesini gezdik. Sinagog üzerine biraz yorum neyim yaptım Z'ye, işte cami ve kiliseye benzer yanları, benzemez yanları falan... Kırk dakika kadar içeride kaldıktan sonra çıkıp tramvaya indik.

Biraz sonra sarnıcın yanından geçerken baktık ki o da nesi, bir kuyruk ki sorma, benim beklediğimin üç beş misli. Oracıkta vazgeçtik haliyle, tramvaydan da Sultanahmet yerine Çemberlitaş'ta indik. Bari Şerefiye Sarnıcı'nı görelim dedi Z, oraya yöneldik, öğle arasıymış, bir saat bekleyecekmişiz şu bu. Beklemedik tabii. Acıkmıştık da. Nuruosmaniye'de ben yemek yedim, Z sokak yemeğinin temizliğinden emin olamayınca yemedi. Benim için bu tür şeyler mesele olmamıştır hiç. Nüfusu sekiz milyara dayanan bugünün dünyasında biz yiyip içtiğimiz hangi şeyin nerede nasıl üretildiğini biliyoruz ki? Neyse... Ben yemek yedikten sonra az ötede oturup çay içtik, konuşmamızın konusu da yiyip içtiklerimizin hijyeniydi hâlâ. Geçen sosyal medyada dolaşan bir habere göre Türk Hava Yolları'nın yemeğinden yılan kafası çıkmış, dedi Z. Yılandan hiç midemin bulanmadığını söyledim. İnsan yaşamadan bilemez tabii, e benim de yemeğimde bugüne değin hiç yılan başı çıkmadı ama çıksaydı da çok büyük ihtimalle tadına bakardım. Gene neyse... Mahmutpaşa'ya daldık. Bir kalabalık, bir kalabalık... Zaten sokaklar daracık, yaya trafiği kilitleniyor. Bazı turistlerde de hiç kafa yok, vallahi billahi yok. Eminönü'ne inesiye yirmi tane bebek arabası saydım. İnsanın Mahmutpaşa'ya, Tahtakale'ye bebek arabasıyla girmesi için geri zekâlı olması lazım, başka bir şey değil. Bebeklere yazık yahu. Bir de sıcak.

Z'nin sarnıçları görememesi kötü oldu tabii, bari bir-iki han göstereyim deyip Büyük Yeni Han'a götürdüm. Orayı da gezdikten sonra Eminönü'e inip Karaköy'e geçtik, İstanbul Kitapçısı'na çıkıp oturduk. Hemen de ikimizin birden dikkatini çekti, köprünün bu tarafı nasıl sakin böyle. Bu bezdiren havada burası püfür püfür esiyor ve terasta birkaç tane boş masa var. Hayret. Orada bir saati aşkın oturduktan sonra kalktık, Tophane'ye gidip Sıtarbaks'a oturduk. Kahve içerken burada satılan bardak mardakların neden bu kadar pahalı olabileceğini konuştuk. Yani kıytırık bir kupanın üç yüz beş yüz liraya satılmasının mantığını öğrenmek istiyorum ben, mantığını bana deyin, kendisi sizin olsun. Buna da neyse... 

Fındıklı'ya, oradan da Kabataş'a gidip Taksim'e çıktık. Bir yere daha oturduk. Bir şeyler atıştırdık. Akşam da olmuş sayılırdı artık. (Bu yaz günleri de ne güzel böyle be, gün bitmek bilmiyor. Keşke hep böyle olsa.) Kalkıp İstiklal'i yürüdük. Gogol'ün Palto'sunun Can Yayınları'ndan çıkan versiyonunu arıyor Z, yolumuzun üstünde Mephisto'ya baktık yok, İnsan'a baktık yok. Yapacak bir şey yok. Devam ettik, sabah başladığımız yere, Şişhane'ye varıp metroya bindik, evli evine köylü köyüne.

Ağustosa girmek üzere olduğumuz şu günlerinize bolca serinlikler dilerim efendim.

25 Temmuz 2022

Neymiş

Online bir mesleki gelişim kursuna katıldım. Sertifika almak için on beş soruluk kurs sonu sınavında %50 başarı şartı vardı, her halukarda geçerim dedim, %40'ta kaldım. Demek ki neymiş?..

23 Temmuz 2022

Mesele yok

Dün öğle üzeri Perşembepazarı'na gittim, oradaki ufak bir işimi hallettikten sonra iki adım ötedeki Salt'ın kapısında buldum kendimi. Kapıdaki arkadaşa, görecek bir şey var mı, diye sordum, var deyince içeri girdim. Varşova'dan gelen bir film gösterimi sergisi var. Beş on tane tüplü televizyondan Polonyalı yönetmenlerin vakti zamanında çektikleri kısa filmler gösteriliyor. Galiba çoğu amatör yönetmen. Alacakaranlıktan Önce adlı altı dakikalık filmi izleyip kalktım, diğerlerineyse sırayla göz attım, koltuklar rahattı, azıcık dinlenmiş de oldum.

Sonra mimarlık kütüphanesine şöyle bir göz attıktan sonra oranın içinden geçilen kasa odalarındaki Osmanlı paraları sergisini gezdim. Bilen bilir, Galata'daki Salt binası, zamanında Bank-ı Osmanî'nin bulunduğu bina. Sonra birer birer üst katlara çıktım, gezinip binanın fotoğraflarını çektikten sonra çıktım.

Yukarıya doğru giderken Şınaydertempel'e de bir bakayım dedim. Bir şeyler var mı diye sordum, evet, orada da bir resim ve heykel sergisi varmış, onu da hemencecik gezip çıktım. Schneider Tempel, Galata bölgesindeki eski bir sinagog, pek büyük değil, günümüzde sanat merkezi olarak kullanılıyor. Buraya en son Gürbüz Doğan Ekşioğlu'nun sergisine gelmiştim, iki yılı geçti galiba.

Yukarı doğru çıkmaya devam ettim, garibim yaşlı bir çift uflaya puflaya yokuşu çıkıyordu, Galata Kulesi'ne çok var mı diye sordu amca, on dakika var dedim, halbuki benim adımlarımla bir iki dakika kalmıştı. Yaşlılık zor iş vesselam.

Baktım kulede pek sıra yok, ben de hemen kuyruğa katıldım, az sonra da içeri girdim zaten. (Kuyrukta yaşlıca iki Fransız abla hemen arkamda konuşuyorlardı. Üstelik bunlar Cezayir asıllı filan da değil, bildiğin Fransız. Evet, önceki günkü meseleden söz ediyorum gene. Türkiye ucuzlayınca bu yıl gözle görülür artış var Avrupalı turist sayısında.) Yukarısı her zamanki gibi harika esiyordu. Biraz fotoğraf çekip indim. Kararsızdım, İstiklal'e mi çıksam, aşağıya mı insem derken Tophane'ye indim. Yemek yiyip gidip bir kafede oturdum, Salt'tan aldığım bülteni biraz okudum, biraz da telefona bakındım, bir saat kadar orada oyalandıktan sonra da kalkıp Kabataş'a yürüdüm. Gene kararsızdım, Taksim'e çıkıp oradan mı eve gitsem, yoksa Kadıköy'e gidip oradan mı? Kendimi iskelede buldum, az sonra da vapur geldi, ver elini Kadıköy. İstanbul Kitapçısı'nda biraz otururdum ama kapanmasına yarım saat vardı, ben de metrobüse doğru yol aldım. Fakat az sonra aklıma evde lazım olan bir iki şey gelince Ayrılıkçeşmesi'ndeki AVM'ye saptım. Nihayetinde de Söğütlüçeşme'ye, oradan da eve.

İstanbul ısınmaya başladı, lakin akşamlar iyi gene de. Hep böyle sürmesinde benden yana mesele yok. Serinlikler diliyoruz efendim.

21 Temmuz 2022

Temmuzun üçte ikisi geride kalmışken

Dün gün boyu evde oturunca bari akşam dışarı çıkayım diyerek saat ona doğru evden çıktım. Nereye gideceğimeyse oracıkta karar verdim. Yukarıki caddeye varıp yürümeye koyuldum, (gözüme kuruyemişçi çarptı, biraz ceviz içi aldım), Kulaksız'a varınca kaç zamandır buraya gelip bir gezeyim diyerek hep de ertelediğim tarihi mezarlığa gireyim bari, dediysem de gene ertelemek zorunda kaldım, zira akşam olunca kapıları kapatmışlardı. Ben de Kasımpaşa'ya saptım, Haliç'teki o parkın adı ne sahi, orada beş on dakika dinlenmek üzere durup saate baktım, evden çıkalı kırk dakika olmuştu. Biraz arkadaşlarla mesajlaştım, Y'yi aradım, Y şu an Bolu'da, biz konuşurken orada deprem oldu. Daha sonra WhatsApp grubumuza yazacağına göre merkez üssü Düzce olan 4.2 şiddetinde bir depremmiş. Bundan böyle görüp göreceğimiz en büyük deprem bu olsun temennileriyle konuşmamızı bitirdik. Kalkıp Şişhane'ye, oradan da İstiklal'e doğru yürümeye devam ettim. Caddeyi boylu boyunca yürüyüp Taksim'e vardım. 

(İstiklal'de bilindik mevsim kalabalığı, yürümek bile zor bu saatlerde. Pastane camekânları önünde durup selfi çeken mi dersin, selfiyi boşverip elindeki tatlı kutusunu dükkânın logosuna denk getirip çekmeye çalışan mı? Kim ne derse desin, dünya tarihinin hiç görmediği bir görgüsüzlük çağını biz yaşıyoruz, tam ortasındayız. Instagram görgüsüzlük okyanusuna döndü. Turistin görgüsüzü bir yana, son yıllarda Avrupalı turist de artık gelmez oldu derken bu yıl gene göze çarpmaya başladılar, nedeni belli tabii, konu açılınca da herkes aynı örnekleri veriyor zaten: Adamın maaşı diyelim dört bin euro, bunun yalnızca binini bozdurup Türkiye'ye geldi mi kral gibi on günlük tatil yapar, üstelik de şu enflasyonda. Burada ise millet memleketine gidemiyor.) 

Taksim'de direkt metroya binip metrobüse gittim, oradan da eve döndüm. Hava da olabildiğince güzeldi, esiyordu. Yürümek iyidir arkadaşlar.

***
Bugün de şu vakte kadar hep evdeydim. Kahvaltı ettim. Bilgisayarı açıp bir şeyler okudum. Telefona takıldım, yemek yaptım, yemeğin yanına salata yapayım derken baktım sadece göbek marul var, yalnız gitmesin diye içine bir tane de soğan doğradım (bu salatanın adını marsoğ koyalım), şimdi de bir yandan soğuttuğum çayımı içiyor, bir yandan da bunu yazıyorum. Birazdan duş alıp çıkacağız gene. Benle yalnızlığım. Bakalım bugün nereye gidiyoruz. Herkese yaz boyu serinlikler diliyoruz.

20 Temmuz 2022

Serinlikler

Bari günlük tutayım burada... Malzeme desen istemediğin kadar. İstanbul'da malzemeden bol ne var? Hem zaten bloğa yazmadığım için sürekli kendime söylenip duruyorum. O halde yaz kardeşim, seni tutan mı var.

Bu hayattaki en sevimsiz, tatsız meselelerden biri nedir: Yolu biliyor olmanıza rağmen girip yürümüyor oluşunuz.

Bugüne değin tıkanmaktan, bir türlü yazamamaktan yakınıp çare soran kaç insana akıl vermişliğim vardır halbuki: Tıkanmanın tek çaresi yola devam etmektir kardeşim. Berbat, gereksiz, anlamsız şeyler çiziktireceksen bile her gün, bilemedin her hafta çiziktireceksin bir şeyler... İşte bunu bilen, bunu diyen fakirin kendisi bu reçeteye uymuyorsa bilin ki orada sıkıntı vardır. 

Bu hayattaki en sevimsiz, tatsız meselelerin bir diğeri de, hiç kuşkusuz, kişi kendine verdiği sözü tutmamaktır. Bakalım tutabilecek miyiz. 

İstanbul'da meseleden bol ne var deyince tabii bu işin bir yüzü, diğer yüzüyse şudur ki yazmak dedin miydi malzemesi de kişinin içindedir sanki, ne dersiniz?

Yaz günlerinize bolca serinlikler dilerim efendim.

Sayfa başına git