27 Ağustos 2018

Mutlu Olmak

Son zamanlarda sık sık kendime söylediğim bir söz: "Mutsuzluk ahlâksızlıktır." Ahlâk yaşamının hedefi mutluluktur; mutluluk ahlâkına göre yaşamalıyız anlamında söylemiyorum bu sözü. "Mutluluk", "mutsuzluk" kavramlarından, çağımız insanının çoğunlukla anladığını anlamıyorum. Bu kavramların farklı yorumlarına gerek duyduğumuzu düşünüyorum. 
Akıllı mutsuz, salak mutlu mu olur? 
Alışılagelmiş bakışla, düşünen, araştıran, soruşturan, eleştiren insanın mutsuz olması gerektiğine inanılır. Dünyadaki gidişe "aklı eren" insan, oradaki akıldışı akışı, haksızlığı, sömürüyü, acıyı, iletişimsizliği, kısacası dünyadaki cehennemi görür ve mutsuz olur. Aydın mutsuzdur; gördüğü karşısında; gördüğünü düzeltmeye çabalamasındaki yetersizliği karşısında. Düşününce mutsuz olur insan; bir anlamda nasıl düştüğünü görmüştür, kendinin ve insanlığın. Düşünüyorum: O halde mutsuzum der. Mutsuzluk dünyayı değiştirmenin bir gerekçesi olur; yalnız gerekçesi değil, itici gücü, enerjisi. Mutsuzlar, dünyaya isyan edip, dünyayı değiştirmeye, dönüştürmeye çabalayacaklardır. Mutsuzluk, uyumamanın, uyanıklığın, isyanın, eleştirinin bir itici gücüdür. Mutsuz, bilinçlidir, bilgilidir, asidir. 
Oysa, mutlu, tam bir salaktır. Düşünme gücünden yoksun, bilgisiz olduğu için mutludur. Aydın mutlu olamaz; o denli çok kaygısı; içinden bir türlü çıkamadığı kendisine, düzene, düzenin değiştirilmesine ait sıkıntıları vardır ki, mutlu olması olanaksızdır. Boş kafalı, yaşamayı yüzeyden alan, sorumsuz, bencil insanlar mutluyum diye dolaşırlar. Ne kadar kapsamlı, ne kadar derin düşünürseniz o kadar mutsuz olursunuz. 
İşte yukarıda mutluluk ve mutsuzlukla ilgili saptamalara karşı çıkıyorum. "Akıllı mutsuz, salak mutlu" savının yaşama beceriksizliklerinin bir avuntusu olabileceğini düşünüyorum. Mutsuzluk görüntüsünün, saplantısının ya da avuntusunun "gerçekle" yüzleşmekten bir kaçış olduğunu düşünüyorum. 
Mutluluk bilinç ve yürek işidir. 
Dünyada bir zulüm, haksızlık, sömürü düzeni olduğu bana açık geliyor. Mutsuz olmamız, kahır çekmemiz için ne çok sebebimiz var! Olup bitenin, acı verici durumu karşısında mutsuz olmak daha insana yakışan bir şey değil midir? Değildir! Mutlu olmak, insan olma sorumluluğu taşıyan herkesin bir sorumluluğudur. Burada, "şişe yarıya kadar dolu" demiş mi oluyoruz, "yarıya kadar boş olan şişe"ye? Mutlu olma bir çeşit aldanma sonucu mu elde edilecektir? Avunma, aldanma, görmezlikten gelme, sorunlardan kaçma yoluyla "mutluluk oyunu" oynamaktan söz etmiyorum. 
Aldanma sonucu "mutluluk" sözde mutluluktur. Mutluluk bir bilgi işidir: fark etme, ayırt etme, yargılama; düşünebilme işidir! Dürüstlükle başarılır. 
İnsanın ardında olduğunu söylediği mutluluğun, sorunlardan, acılardan, kaygılardan azade bir ruh haliyle yaşanması gerekmez. Gerçekle yüz yüze, onun sorunlarıyla içice olduğunuz halde mutlu olabilirsiniz. 
Önce şu soru: Neden ardındayız mutluluğun? Gerçekçi olduğumuz, gerçeği anlamaya, yorumlamaya, sorunlarıyla baş etmeye çabalamak için. Araştırmak için. Mutsuzdan araştırmacı olmaz. Mutsuzdan devrimci olmaz. Mutsuzdan başkaldırı, umut, düş bekleyemezsiniz! 
Karşı çıkışları duyuyorum: Mutsuz bilenmiştir, ödün vermez, kavgaya, savaşa, mücadeleye, zulüm görmeye hazırdır. Kelle koltuğunda yürür mutsuz. Mutlu, yitirmek istemediği mutluluğu için korkaktır, ödünler verir; dünyadan hoşnuttur, merak etmez, öğrenmez, kendini aşmak istemez. 
İşte tam da bu noktada karşı çıkışlara karşı çıkıyorum! Böyle salak, böyle eblek, böyle sorumsuzdan mutlu insan çıkmaz! Mutluluk bir bilinç işidir, yalnız bilinçli olmakla kazanılmaz mutluluk, yürek işidir aynı zamanda. Mutluluk, uyuşukluk, tembellik, atâlet değildir. Hamarat ruhların işidir. Acı çeken, acı çekmiş, duyarlı insanların. Mutluluk bir haz hali değildir. Acı yokluğu hiç değil! 
Mutsuzluk yaşama beceriksizliğidir. 
Mutluluk iç ve dış özgürlüğe kavuşabilmede bir dönüm noktasıdır. İç dünyamızın, düşünce ve duygu dünyamızın bağımsızlığı, insanlarla kurduğumuz ikili ilişkilerin, toplumsal ilişkilerin özgürleşebilmesinde katkısı olan bir güçtür. Kendimizi ve dünyayı değiştirebilme gücü. Telos'umuza, hedefimize, amaçlarımıza, düşlerimize, ütopyamıza bizi ulaştırabilme gücü. Bu gücü anlayamamak, bu güce bigâne kalmak elbette sorumsuzluktur. Güzel, hakça bir dünya için çalışmamak demektir. Elbette ahlâksızlıktır. 
Mutsuzluk kendimizle yüzleşebilme cesareti için gereklidir. Gerçekle, dışımızdaki ve içimizdeki gerçekle, tarihle, kültürle karşılaşabilmek için. Yılgınlığı, tembelliği, kolaycılığı yenebilmek için. Mutlu insan, iç dünyasında gezebilen, içinde kolayca dolaşabilen; kendini tanımaktan ürkmeyen özerk bir insandır. Mutlu, gerçekliğin karşısına çıkardığı sorunlarla karşılaşabilme gücü taşır. 
Mutlu, kendini, gerçekliği yaşamaya hazırdır: Elbette öteki insanlarla birlikte. Mutlu, birlikte yaşamaya, paylaşmaya açar kendini. Mutluluk, yaşamaya hazır olmadır: Geçmişi üstlenip, eleştirip, eleyip, yorumlayıp, geleceğe doğru yürüyebilme durumudur. Tek başına mutlu olunmaz; birlikte olunur. Paylaşmayla olunur. Ortalık güllük, gülistanlık olduğu için değil; savaşta, kavgada, kuşkuda, zulüm görmede de mutlu olunur. 
Mutlu, duygularını, aklını, bedenini bir bütün halinde yaşar. Duygu ve aklıyla iletişime geçer; onları tanır. Bedeninden gelen enerjiye haberlere, uyarılara açıktır. 
Mutlu, dinlemeye, anlamaya, söyleşmeye hazırdır: Kendiyle ve öteki insanlarla. Taktik uygulayan; insanları sınıflandırıp, damgalayan, denetleyip, elinin altından bırakmayan, mutlu olamaz. Mutluluk umut; mutluluk, içimdeki "daha var" diyen sestir. 
Mutlu, kendini "aşmak", öğrenmek, üretmek ister. Mutluluk, olanaklarını gerçekleştirmeye çalışmada yatar. Mutsuz, olanaklarını keşfetse de, gerçekleştiremeyendir. Mutsuzluk, insanın yaşama beceriksizliğidir. Kendini gerçekleştiremeyen, düş kuramayan, görüşlerini açık açık dile getiremeyenden mutlu olmaz. 
Mutlu insan dünyayı değiştirecek insandır. 
Mutluluk, edilgenlik demek değildir. Tembellik hiç değil. Mutluluğun, dünyanın sonu olduğunu söyleyen masallarla kültürümüze geçtiğini görüyoruz. Mutluluk, öykülerin, romanların, filmlerin sonunda yer alabiliyor. Sonlara tıkılmış bir yaşam biçimi değildir oysa; somut yaşam alanında ortaya çıkıyor. Mutlu insan dünyayı değiştirecek insandır:Yaşamaya, kavgaya, düşünmeye, üretmeye hazır bir insandır. 
Mutluluk bir haz hali değildir. Bir karakterdir. Mutlu insan bu ahlâki karakteriyle, başına gelmiş ve gelecek olanları yaşar. Mutlu insan, zulüm çekmiş, işkence görmüş biri de olabilir. Mutlu insan yerinde duramaz, etkindir; sorumludur: Mutlu insanlardan söz ediyorum. Dünyaya bir bakış biçimi, bir yaşam biçimi oluveren mutluluk, ağır bir sorumluluk taşır. Çünkü, mutluluk "hazır olma" durumudur; mutlu insan, gerçekleştireceği tasarılarının altında ezilmez. 
Gelip geçici bir hâl değil de bir karakter oluveren mutluluk, bize yaşam boyu destek oluverecek bir güçtür. 
Yanılır mıyız mutluluk konusunda? Zaman zaman. Neyin mutluluk, neyin mutsuzluk olduğunu anlamak, hangilerinin mutluluk karakterine (ahlâk karakteridir!) uygun olduğunu önceden söyleyebilmenin zorlukları var. Bize mutluluk gibi görünen, öteki insanların mutsuzluğu olabilir. Oysa, dünyadaki sorunları ele almanın, tavır koymanın, gerçekliğe yönelmenin, kimi eylemlerin çekirdeğini taşıyan bizim karakterimizdir. Karakterimiz mutluluk karakteri ise gelip geçici mutsuzluklarımızı görmezden geliriz, onları simyacı gibi mutluluğa dönüştürmeye çalışırız. 
Siz kendinizi "mutlu", "karakterli" biri olarak görüyorsanız; kendinizle barışık, geleceğe ilişkin tasarımlar taşıyan bu karakterinizle dünyanın zorluklarıyla baş etmeyi biliyorsunuz demektir. 
Bu yazıyı elbette kendini sorgulayan bir mutsuz, bir ahlâksız yazdı.  
Prof. Dr. Ahmet İnam
(Buradan)

13 Ağustos 2018

Bizler, boşluğun kemirdiği uygarlıklar

Anna Karenina’nın en güzel sahnesi Pokrovskoya’da geçiyor. Kasvetli ve melankolik Levin, Kitty’yi unutmaya çalışıyor. İlkbahardır, tarlalara gidip köylüleriyle birlikte ekin biçecek. İş ona çok çetin geliyor. Sıranın başını çeken yaşlı köylü mola emri verdiğinde, birazdan yardım isteyecek. Sonra ekin biçme işi yeniden başlar. Levin yine bitkin düşer. Ama yaşlı adam ikinci kez tırpanı kaldırır. Mola. Ve sıra yürümeye koyulur. Biçilen otları yere deviren kırk delikanlı, ırmağa doğru yürürken, güneş doğmaktadır. Hava giderek ısınır; Levin’in kolları ve omuzları tere bulanır. Ama mola verip tekrar başlamalar sayesinde, başlangıçta beceriksiz ve acı verici olan hareketleri giderek akışkanlık kazanır. Çok mutlu bir esinti aniden sırtını kaplar. Yaz yağmuru. Hareketleri yavaş yavaş iradesinin kösteğinden kurtulup hafifler. Hareketlerine mekanik ve bilinçli, düşünmeden ve hesapsız eylemlerin kusursuzluğunu katan hafif bir transa girer. Tırpan sanki kendiliğinden hareket ediyor gibidir. Levin ise hareketin içinde kendini unutmaktan büyük zevk alır. Bu zevk onu iradenin çabalarına hayranlık verici bir şekilde yabancı kılmıştır.
Yaşamımızın mutlu anları böyle akıp gider. Kararın ve niyetin yükünden kurtulmuş bir halde kendi iç denizlerimizde dolanırken, çeşitli hareketlerimize sanki başkasının eylemleriymiş gibi tanık oluruz ve yine de iradedışının yetkinliğine hayran kalırız.
***
(...) ilginç olan şey, tasmaların ucundaki iki insandı. Çünkü şehirde sahiplerinin tasmasını tutanlar köpeklerdir. Yağmur da yağsa, rüzgâr da esse, kar da yağsa günde iki kez gezdirmek gereken bir köpekle gönüllü olarak ilgilenmek, kendi boynuna tasma geçirmek anlamına geliyor; ama kimse bunu anlamış gözükmüyor.
***
Küçük insanların birbirlerine söylediklerini işitseniz şaşırırsınız. Onlar hikâyeleri teorilere, anekdotları kavramlara, görüntüleri fikirlere tercih ederler. Bu onların felsefe yapmasını engellemez. Neyse, bizler boşluğun kemirdiği uygarlıklar olduğumuz için midir ki eksikliğin kaygısı içinde yaşıyoruz? Mallarımızdan ve duyularımızdan daha fazla yararlanacağımıza emin olduğumuzda mı yararlanıyoruz ancak? Belki de Japonlar bir zevkten geçici ve biricik olduğu için tat aldığımızın farkındalar.

Muriel Barbery, Kirpinin Zarafeti.

11 Ağustos 2018

Ahlaki çöküntünün ekonomik çöküntüyü getirmesi haktır

Ahlak, vicdan, namus, şeref, haysiyet ve daha pek çok şey büyük değer kaybederken bir avuç insan dışında kimseden ses çıkmadı, çıkmıyor. Para değer kaybederken ise ülkenin ana gündem meselesi oluveriyor.

Herkes Türk lirasının dolar karşısında yaşadığı tarihi değer kaybını konuşuyor. Tabii, ileri derecede cahil bir toplum söz konusu olduğu için yalnızca dolar ve avro olduğu sanılıyor ama TL şu anda yüzü aşkın para birimi karşısında değer kaybediyor, o ayrı konu.

Ekonomi elbette önemlidir fakat kardeşim, insanı insan yapan değerlerin hiç mi önemi yok?

Demem o ki ahlaki, vicdani ve bilumum insani değerleri tepetaklak olmuş bir toplumun ekonomisinin de er geç tepetaklak olması zaten beklenen bir durum.

9 Ağustos 2018

Başarı kelimesi nereden geliyor

Vakti zamanında köyün birinde bir evin kerpiç duvarındaki delikte bir arı kolonisi yaşardı. Bu evde yaşayan ailenin küçük bir oğlu vardı. Bu çocuk, evlerinin duvarına yuva yapmış arıları çok sever, bir o kadar da merak ederdi. Her gün gidip duvarın karşısındaki bir taşın üzerine oturup arıları izlemeye koyulurdu.

Çocuk günün birinde kolonideki arıların insanlara benzer bir yaşam sürdüklerini keşfetmişti. Sözgelimi, onların da aile reisi, çoluk çocuğu filan vardı. Daha da ilginci, her birinin belli bir işi, bir görevi vardı. İçlerinden biriyse diğer hepsinin başı gibi davranıyordu. Bundan ötürü çocuk bu arıya "baş arı" adını vermişti. Bu baş arı'nın en göze çarpan özelliği çok çalışkan olmasıydı. Baş arı çok çalışıyor, neticesinde de çok şeyler elde ediyordu.

İşte çocuk buradan hareketle çok çalışıp bir şeyler elde edenlere "baş arı gibi" demeye başladı. Ve kısa süre içinde ev halkı da bu sözü benimsedi. Mesela o yıl yaz tatili gelip de karneler dağıtıldığında dönem boyunca derslerine çok çalışıp yüksek notlarla dolu karnesini eve getiren büyük kızına annesi, "Aferin benim kızıma, tıpkı baş arı gibi," dedi. Böyle böyle, önce konu komşu, sonra da tüm köy halkı arasında da tutuldu bu söz. Bir zaman sonra da "baş arı gibi" yerine "baş arılı" biçiminde kullanılmaya başlandı. Sonralarıysa artık ayrı değil, bitişik olarak "başarı" diye söylendi ve günümüze kadar geldi. Yaa.

4 Ağustos 2018

Bu zemâne beglerinün cümle etvârın sikeyim

Görmedüm mihrin baka gördüm fenâ dârın sikeyim
Bu fenânun bî-mürüvvet mîr ü serdârın sikeyim

Çârsû-yı dehr içinde dâyımâ sûret sûret
Ehl-i ma’nâ ile itdükleri bâzârın sikeyim

Atlas-ı çarhun kabâyam aldanursam rengine
Bana şâlüm yeg durur anun iç astârın sikeyim

Kala ben bîmârunuz bu gûşe-i iflâsda
Vaz geldüm bunlarun itdügi tîmârın sikeyim

Şimdiki begler mürüvvetden dem urup her nefes
Ehl-i dil ‘âriflere itdügi ikrârın sikeyim

Bî-vefâdur kahbe dünyâ gibi bunlar bunlara
Kulluk eyleyen gidilerün perestârın sikeyim

Ehl-i ‘irfâna kuru tahsîndür ihsânları
Bu zemâne beglerinün cümle etvârın sikeyim

Zerre denlü yok durur mihr ü vefâ didükleri
Bu ‘avâmun hâsılı ey Hayretî varın sikeyim

Hayretî


Sayfa başına git