7 Mart 2013

Coğrafi Keşifler

Amerika Başkanı Obama ile
İngiltere Başbakanı Cameron
(Bu resme bakınca aklıma Coğrafi Keşifler geliyor.)

Zamanın birinde Avrupa'dan Hindistan'a karadan varan yollar Müslümanların elindeydi. Avrupalılar Müslümanların köyünden geçince, Müslüman çocuklar çıkıp onlara taş atıyordu. Onlar da ne yapsın, Hindistan'a denizden varacak yollar aramaya başladılar. İspanyol ve Portekizliler bu uğurda, tabiri caizse, kendilerini yırttılar. Hindistan'da ne işleri vardı, otursalardı ya oturdukları yerde, demeyeceksiniz, değil mi? Kıyafet ipekten yapılıyordu, e ipek de Hint diyarından geliyordu. Ne yapsalardı yani, çıplak mı dolaşsalardı. Hem sonra tuz, baharat falan...

Bir gün, Kıristofır Kolombus adında bir denizci, yanına yüze yakın adamını aldı, üç gemiye bindirdi, kendisi de amiral gemisine bindi, Aragonlu Fernando ile Kastilyalı İzabel limandan kendisine el sallarken, o da onlara, "iyi sevişin ha," anlamında, eliyle öpücük yolladı ve yola çıktı. (Fernando'yla İzabel'in kendisini uğurladıktan sonra derhal saraylarına gidip çılgınlar gibi sevişeceklerini çok iyi biliyordu çünkü).

Kolombus'un amacı Hindistan yolunu bulmaktı haliyle. Dünyanın yuvarlak olduğunu öğrenmişlerdi ya, sürekli batıya gidersek doğuya varırız, diyorlardı. Tıpkı, sürekli yanlış yapan insanın bir gün doğruya varması gibi.

Az gitti uz gitti, nihayet bir gün karayı gördü. Gemilerini yanaştırdı, indi ve, "gözünüz aydın arkadaşlar, Hindistan'ı bulduk," diye sevinçle bağırdı. Bu mutlu haberi Fernando ile İzabel'e de vermek için telefonunu çıkardı ama şarjı bitmişti. Yardımcısı Alfonso hemen kendi telefonunun bataryasını çıkarıp ona verdi. Kolombus taktı bataryayı, telefonu açtı ama şansa bak, kontörü de bitmişti. Doğudan sürekli batıya geldikleri için burası Hindistan'ın batısı oluyordu doğal olarak. Bundan ötürü, büyük bir alçak gönüllülük örneği göstererek buraya kendi adını vermek yerine, Batı Hint Adaları dedi. Onun adını da daha sonra Kolombiya'ya verdiler.

Efendim, uzatmayalım... (Niye bu kadar uzatıyorum sahi? Anlatacağım mesele bu değil ki. Obama'yla Cameron'ın ne işi var yukarıda?)

İspanyol ve Portekizliler, dedik, kendilerini yırttılar, Hindistan yolunu bulalım derken gidip Amerikaları buldular... Sonra ne mi oldu? İngilizler işin kaymağını yediler. "Ulan oğlum," dediler, "siz zaten Amerika'yı neyim aramıyordunuz, Hindistan yoluysa alın size Hindistan yolu, verin bize de Amerika'yı." (Hindistan yolunu vermesine verdiler ama Hindistan'ın kendisini de yine kendilerine almışlardı. Durum sonraları anlaşıldığında iş işten geçmişti. İspanyollarla Portekizlilere kala kala Amerika'nın güneyi kaldı. Onu da Tordesillas'ta oturup kardeş payı yaptılar.)

Neyse efendim, İngilizler İspanyollarla Portekizlileri kazıklayıp Amerika'yı onlardan alınca derhal sandıklarını toplayıp gemilerine atladılar ve ver elini Amerika.

Amerika iyi memleketti, güzel memleketti de, çalışacak kimse yoktu. Kendilerinin çalışacak hali yoktu, tatile gelmişlerdi bir yerde. Yerli Kızılderililer de ne inatçı adamlardı öyle, çalışmak bir yana, "bakın, size insan gibi gidin, diyoruz. Defolup gitmezseniz topraklarımızdan, ananızın amına koyarız. Demedi demeyin," diye çıkıştılar İngilizlere. İngilizler tınlamadılar tabii, "anamızın amı mı, istediğiniz o olsun, yeter ki bu cennet topraklarda fazla bağırıp başımızı ağrıtmayın," diye karşılık verdiler.

Baktılar ki olacak gibi değil, sabahtan akşama kadar, yemekti, bulaşıktı, çamaşırdı, bir sürü iş birikiyor, bari başka bir çare bulalım, dediler. Çok sürmeden çareyi de buldular. Yaşlıca bir İngiliz, bir gün sabah yanına beş-altı adamını alarak gemisine atlayıp Afrika'ya gitti. Akşam döndüğünde ahali geminin tıka basa insan dolu olduğunu gördü. Yalnız, bu insanlar biraz farklıydı, kapkaraydı tenleri. Onları getirmiş olan yaşlı kurnaz gemici, geminin güvertesine çıkarak, "dostlarım, bunlara köle deniyor, artık bütün işlerimizi bu arkadaşlar canla başla yapacak," diye bağırdı. Görmüş geçirmiş başka bir yaşlı adam da içinden, "ne kölesi yahu, benim bildiğim bunlara zenci deniyor," dedi.

İşte o gün Afrika'ya gidip gelen yaşlı kurnaz gemicinin mürettebatından biri Cameron'ın dedesiydi, soyadından dolayı "Kemo" diyorlardı ona. Gemideki yüzlerce Afrikalı köleden biri de Obama'nın dedesiydi, onun ne bir adı vardı, ne de lakabı. Torununun Kemo'nun torunuyla masa tenisi oynadığını görse, kim bilir neler geçerdi içinden.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git