28 Ekim 2008

On Bir Dakika

"Günün birinde birisi onun öyküsünü yazmayı aklına koyacak olursa, Maria bir peri masalı gibi başlamasını isteyecekti ondan: Bir varmış bir yokmuş..."

Paulo Coelho da Bir varmış bir yokmuş diyerek, bir peri masalı gibi başlıyor On Bir Dakika'ya. Coelho'nun bu kitabını, birkaç yıl önce yayınlandığında okumak istemiştim aslında. Ama kısmet bugüneymiş.

Coelho, modern bir perinin masalını anlatmaya çalışmış gibi geldi bana. Maria, Brezilyalı çoğu genç kız gibi birtakım hayallere sahiptir. Birgün bu hayallerini gerçekleştirmesini sağlayacak bir şans çalar kapısını. Biriktirdiği parayla, ilk defa yaşadığı şehirin dışına çıkarak Rio de Janeiro'ya gider ve burada İsviçreli bir adamla karşılaşır. Adam kendisiyle beraber İsviçre'ye gelip gece kulübünde çalışmasını teklif eder. Maria hayatının fırsatını yakaladığını düşünür ve teklifi kabul eder. İşte bundan sonrası, onun gerçek masalının başladığı andır.

Coelho dünyanın en eski mesleğine ilk kez eğiliyor. Ama bunu son derece profesyonelce ve tabii ki bir romancı titizliğiyle yapıyor. Meseleyi, sosyal, kültürel vb. açılardan ele alıyor. Bununla beraber günümüz Avrupasının çok önemli bir sorununu, bence oldukça başarılı bir biçimde gözler önüne seriyor.

Kesinlikle okumanızı tavsiye ediyorum. Zaten çok uzun değil, bir-iki okumluk.

26 Ekim 2008

Nar

Çağrışımlar

Birinci ve sonuncu olduğum için
Hem kutsanan hem aşağılanan benim
Fahişe ve azizeyim
Bir erkeğin eşiyim ve bakireyim
Anneyim ve kızım
Annemin kollarıyım
Kısırım ve çocuklarım sayısız
Evliyim ve bekârım
Dünyaya getirdim ve hiç doğurmadım
Doğum sancılarının ilacıyım
Hem karıyım hem koca
ve beni erkeğim yarattı
Babamın annesiyim
Kocamın kız kardeşiyim
ve o da benim dölümdür
Bana hep saygı gösterin
Çünkü ben, hem kepazeyim hem muhteşem

Isis ilahisi İS. 3. ya da 4. yüzyıl
Nag-Hamadi'de bulunmuştur

Paulo Coelho
On Bir Dakika'dan

22 Ekim 2008

Kış Bitti

'Vedalaşmaların ilmini yaptım ben, '
Sürgünlerin uzmanlığını.
Bir vapur nasıl kalkar bir limandan.
Tren nasıl acı acı öter, öğrendim.

Yıllarca mektuplarla yaşadım.
Kaçak tütün, yasak yayın
Larla beslendim.
Unutmadım. Unutmadım.

En çok yelkenleri özledim
Bozkırın buzlu yalnızlığında.
Dağlar yoktu, dağlar yoktu,
Rüzgârlara yaşlandım.

Çılgın mıydım, tutsak mıydım
Yüreğinde karanlığın?
Kan kurudu-
Ben gül oldum açıldım.

Cevat Çapan

8 Ekim 2008

Acı

Acı nedir?

Bu da göreceli sorulardan biri. Felsefe nedir? gibi. Herkesin kendine özgü bir tanımı olabilir. Tabii ama Felsefe nedir?'den bu soruyu ayıran bir yan var. Her insan acıya maruz kılınmış olduğu için acı evrensel bir şeydir. Bundan ötürü de her bir insan acıyı kendince tanımlayabilir. Yani, felsefeyi belki herkes tanımlayamayabilir ancak acının, kelimelere dökemese bile her insan tanımını yapabilir.

Ben büyük bir iddia (mı) ortaya atıyorum: İnsan acılarla yoğrulmuştur.

Hadi oradan sen de! Bu iddia en az beş bin yıl önce ortaya atıldı zaten, sana da ne oluyor?

İnsan dünyaya gelirken acı getirir. En basitinden annesine verdiği acı. Her insan dünyaya gelirken annesine acı verir. Kendisi de zaten acılar içinde kıvranır besbelli. Ciyak ciyak bağırmasının nedeni ne ki? Bu dünyaya gelme ihtirasına da şaşıyorum doğrusu, da bu başka bir yazının konusu. Şunu diyorum: Dışarı çıkmak için küçücük bir delikten kafasını sokuyor insan dediğimiz şu yaratık. Ve başarıyor da. Çıkıyor dışarıya. Yani annesinin karnından dünyaya. Hoşgeldin bebek! Ama biraz da acıyla geldin.

Müslüman inanışına göre Hz. Adem'e Allah Cennetteki herşeyi verdi, o yasak ağaç hariç. Ama insan bu işte, rahat durur mu? Babamız da bizim gibi meraklıydı. Binbir türlü ağacın meyvesiyle yetinmedi de gitti Şeytana kandı. Hani biz de hergün hergün kanıyoruz ya. Ne de olsa insanız.

Allah da haliyle Adem babamızı cezalandırdı ve yeryüzüne gönderdi. Şimdi soruyorum size: Suç işleyenleri nereye gönderirler?

Tabii ki cezaevine.

Şu halde, Hz. Adem cezasının karşılığında buraya gönderildiyse bu dünya da bir cezaevi değil de nedir?

Babamız, rivayete göre yeryüzünde bin yıl ağladı durdu. Allah da acıdı ve affetti. Gelin görün ki artık Cennete dönüş de yoktu. Yani O, burada kalacaktı ve çoluk çocuğa karışacaktı. Soyu-sopu öyle bir genişleyecekti ki ne bin yıllar ne de dünyanın dört bir tarafa dağılmış kıtaları, denizleri ve ne de gökler onların elinden kurtulacaktı.

İşte biz, nam-ı diğer insan,bin yıllık ağlamaklı bir acının ürünleriyiz. Değilsek neyiz? Öyle olduğumuzu da işte her dünyaya gelişimizde ciyaklayarak belli ediyoruz.

Devam edeceğim...

6 Ekim 2008

Bahçe Hırsızı

Benim çocukluğumu
bir elma ağacına astım,
ayakları sarktı.

Bir su başında oturmuş

oynaşırken,
değiverdi bir taş başıma.

Bu taş, dedim,

yabancı değil.

Kanatları çok güçlü insanlar vardır

Kanatları çok güçlü insanlar vardır. Şehvet kalabalığın ortasına indirir onları, burada kanatları kırılır. Sonra, kırık kanadını çırpar, var gücüyle fırlar, sonra gene düşer. Kanatlar iyileşecek. Çok yükseklere uçacağım. Tanrı yardımcım olsun: BEN

Ağır, kanatsız insanlar vardır. Aşağıda çırpınırlar. Aralarında güçlüler vardır. İnsanlar arasında korkunç izler bırakır, uzlaşmazlık ekerler, ama hep toprak düzeyindedirler: NAPOLYON

Kanat bırakan, yavaş yavaş havalanan, yukarıda kalan insanlar vardır: KEŞİŞLER

Kolaylıkla havalanıp geri düşen insanlar vardır: İYİ İDEALİSTLER

Kanatları çok güçlü insanlar vardır. Kanatlarını toplayarak yeryüzüne iner, öteki insalara da uçmayı öğretirler. Sonra, gereği kalmayınca, gene göğe çıkarlar: İSA

Lev Nikolayeviç Tolstoy
28 Ekim 1879

1 Ekim 2008

Dört sesin varlığı

"Mirim, hayatı yaşanılır kılan dört sesin varlığıdır. Yüreğin sesi, kadının sesi, müziğin sesi ve suyun sesi."
Mehmed Uzun, Yitik Bir Aşkın Gölgesinde.
Sayfa başına git