24 Haziran 2013

Narrr

uykuyla uyanıklık arasında
çekirdeksiz nar gibi geldin birden bire
Ömer Erdem


Adam kıza nar alma sözü vermiş bir zamanlar, oyla kız henüz daha sevgililerken. Şimdi anımsamıyor: Nereden çıktı nar, öyle durduk yerde mi söyledim? Sonraları, ne olmuşsa ayrılmışlar. Neden ayrıldınız, diye soranlara kaçamak yanıtlar vermiş her ikisi de. Bir keresinde adama yine sorulduğunda, nar yüzünden, diye yanıtlamış. Nasıl yani, diye merakla üstelemiş soran. O da, kıza nar almadım, o da benden ayrıldı, diye yalan söylemiş. Rahatlamış bu yalanı söyleyince, içi serinlemiş. Zaman zaman kızıyormuş ya kendine, neden kızdığını kendi de bilmiyormuş, sözünü tutmadığı için mi, kızı narsız bıraktığı için mi?

Adam kızdan ayrılalı çokça zaman olmuş, son olarak ne zaman buluştuklarını bile artık hatırlamıyor. Kim bilir ne kadar zaman geçmiş üstünden, kaç nar mevsimi gelip geçmiş, kaç nar hasadı yapılmış, nar ağaçları kaç şeye tanık olmuş? O zamanlar kendisi de henüz genç sayılırmış zaten, şimdi o güzel zamanların geçip gittiğinin ayırdına varıyor acı acı, dalında çatlayan sonbahar narı gibi çatlıyor yüreği. Tutamıyor kendini...

Günün birinde, bütün olan biteni, kızı, narı unutmuşken, düşünde nar görüyor adam. Bir manavın önünden geçiyor, manav nar satıyor, yalnızca nar. Dışarıdaki tezgahında sıra sıra nar kasaları var, başını uzatıyor adam, camdan içeri bakıyor, içeride de boyuna nar... Şaşırıyor, yalnızca limon satan görmüştüm de, yalnızca nar satan da ilk kez görüyorum, diye söyleniyor. Önünde durup dükkana bakıyor, manav dışarı çıkıyor, bir şey söyleyecek gibi oluyor ama susuyor. Adam söze giriyor:
"Neden yalnızca nar?"
"Eskiden de yalnızca karpuz satardım," diye yanıtlıyor manav, "gençliğimde."
"Şimdi niye satmıyorsun?" diye sürdürüyor adam.
"Karpuzla nar bir arada olmaz," diye kestirip atıyor manav, "biri yazlıktır, öbürü kışlık."
"Doğru," diyor adam, "yaşam da böyledir, kimileyin yazlıktır, kimileyin kışlık."
Manav garipsiyor adamı, ilginç biri, buralardan değil besbelli, soruyor:
"Nerelisiniz?"
"Nar ağaçlarının olduğu yerdenim."
© Copyright
Manav sürdürmek istiyor ama ne diyeceğini bilemiyor bu garip adama. Tam bu sırada adam dükkanın camının üstündeki yazıyı görüyor, dükkanın adını: Narrr Manavı. Merakla atılıyor:
"Neden üç tane r var?" Manav yanıtlıyor:
"Çocukken r'leri söyleyemezdim."
Adam işkilleniyor, bir şeyler anımsar gibi oluyor ama ne olduğunu kestiremiyor. Manava bakıp, ne garip biri, diye geçiriyor içinden, ardından:
"Ben sana karpuzla narı neden bir arada satmadığını sormadım ki, neden karpuz satmayı bıraktın da nar satmaya başladın?"
"Sattığım karpuz benim değildi," diyor manav, "çıraktım karpuzcunun yanında."
“İyi ya işte,” diye sürdürüyor adam, “karpuz satmanın her inceliğini öğrenmişsindir, sürdürseydin keşke.”
Yanıtlıyor manav:
“Sürdürmek sanıldığı kadar basit olmuyor her zaman.”
Adam içerliyor:
“Doğru, insan bazen bir gönül işini de sürdüremiyor.”
"Peki, neden yalnızca nar satıyorsun?"
"Çünkü nar, verilmiş sözdür," diyor manav.
Adam bunu duyar duymaz titriyor, manavın gözlerinin içine bakıyor, eski bir tanıdığını yıllar sonra görmüşçesine şaşırıyor. Tam, ağzını açıp, sen kimsin, diye soracağı sırada uyanıyor.

Sonraki birkaç gün düşün etkisinde kalıyor adam. Eski sevgilisini düşünüyor boyuna. İçi acıyor. Alacağın, alt tarafı bir nardı, onu da yapamadın, bir nar olsun alamadın sevgiline. Bunları düşünüp sıkıntılara bürünüyor. Ama aradan biraz daha zaman geçtikten sonra yine unutmaya başlıyor her şeyi, gördüğü düşü, eski sevgilisini, sözünü verip de almadığı narı…

Bir sonbahar günü çarşıda dolaşırken bir manav dükkanının önünden geçtiğini fark ediyor. Gözleri istemsiz bir biçimde dükkanın adına kayıyor: Manav İbrahim. Nasıl olduğunu anlamadan içeride buluyor kendini. Bakınıyor, eski, salaş ama genişçe bir dükkan, sebze meyve adına ne ararsan var, bir çocuk yanaşıyor:
“Hoş geldin abi.” Hoş bulduk, anlamında başını sallıyor adam. Ardından soruyor: 
“Nar var mı?” Kendi de şaşırıyor bu soruya.
“Var abi, kaç kilo?”
“İki.” 
Çocuk birkaç tane nar koyuyor elindeki poşete, sonra tartıp veriyor. 
“Ne kadar?” diye soruyor adam. Fiyatını söylüyor çocuk, parayı verip çıkıyor adam. 

Elinde nar poşeti, kaldırım boyunca yürüyor. Birden, çok garip bir duyguya bürünüyor içi. Sık hissettiği bir şey değil bu, amaçsızlık, çaresizlik karışımı bir şey. Geri dönüyor, yürüyor öylece. Manav İbrahim’in önünden geçiyor yine, kaldırımı bitiriyor, sola dönüyor köşeden, biraz daha yürüyünce, zaten küçük olan çarşının sonuna geliyor. Amaçsızca yürüyor, biraz sonra parke taşı döşeli yol da bitiyor, toprak yola giriyor adam. Çarşıdan, şehirden uzaklaşmaya başlıyor. İki yanı bahçe duvarlarıyla örülü toprak yol iyi geliyor adama, biraz olsun iyi hissediyor kendini. Durmuyor ama, yürümeyi sürdürüyor. Sonra, bahçelikler de bitiyor, tarlalar başlıyor, kaç dakikadır yürüdüğünün kendisi de ayırdında değil. Hasatın yorgunluğunu üzerinden henüz atamamış uçsuz bucaksız güz tarlalarına dikiyor gözlerini. Yürüdükçe yürüyor.

Biraz sonra iki küçük kız çocuğuna rastlıyor, yolun kenarında, tozun toprağın içinde, yılın belki de son güneşinin altında oynuyorlar. Az ötede bir ev görünüyor, oradan olmalılar. Yanına çağırıyor kızları, adlarını soracak oluyor ama vazgeçiyor. Nar ister misiniz, diye soruyor. Çocuklar çekingen, sıkılgan, meraklı gözlerle bir şey demeden bakıyorlar bu garip adama. Adam bir nar çıkarıp uzatıyor kızlardan birine, kız aynı çekingenlikle elini uzatıp alıyor narı, ardından öbür kıza da bir nar uzatıyor, o da alıyor. Kızlardan daha küçük olanı oyuncak bir bebeği tutar gibi tutuyor narı kucağında, düşürmesin diye. Kızın ufacık kirli ellerine ilişiyor adamın gözleri. “Ne kadar da küçükler,” diye geçiriyor içinden, “nardan bile.” Gözlerinin içine bakıyor kızların, nereden aklına geldiyse: 
“Biliyor musunuz çocuklar,” diyor, “ben sizin kadarken r’leri söyleyemezdim.” 

Birden, önemli bir şeyi anımsamışçasına duruyor. Yüzünde hafif bir gülümseme beliriyor, acı bir gülümseme ama. O an anlıyor, bilmem kaç zaman önce düşünde konuştuğu, yalnızca nar satan manavın kendisi olduğunu. Yüreği acıyor. Elindeki poşeti kızların yanına bırakıp yola koyuluyor yine. Yol, buğday tarlalarının arasından kıvrılıp gidiyor. Tarlalarda yer yer meşe ağaçları çarpıyor gözüne. “Allahtan,” diye geçiriyor içinden, “Allahtan nar ağaçları yok buralarda. Yoksa…”


© Copyright

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git