27 Nisan 2018

Hani

hiç bitmeyecekmiş gibi gelen o uzun ve kıvrımlı yokuşu çıkıyorduk, rastgele bir radyo kanalı açmıştık (hangimiz?), Slav dillerinin birinde bir şarkı çalıyordu (şimdi tek bir sözünü hatırlamıyoruz şarkının), daha yarım saat evvel açık olan hava şimdi kapanmaya yüz tutuyordu, yağacağı bile vardı, iliğine kadar ormanlarla örtülü dağların manzaraları ne de güzeldi, hele bir de geride bıraktığımız o masmavi deniz, iki genç çocuk almıştık (el mi kaldırmışlardı, kendimiz mi durmuştuk?), on sekiz-yirmi yaşında var yoklardı, köylü çocuklarıydı, üst başları köylülük kokuyordu, açık etmeden kendi köylülük zamanlarımı anmıştım oracıkta, "bu çalan parça Sırpça mı?" anlamında "Srpski?" diye sormuştum, sağda oturanı "Srpski" diye yanıtlamıştı beni (anlamış mıydı ne sorduğumu?), gideceğimiz yolu sormuştuk da anlaşamamıştık doğru dürüst, az sonra eski, "biz kentlilerin" kullanmaktan utanacağı telefonunu uzatıp haritayı göstermiş, gideceğimiz yolu tarif etmişti, on km. kadar ötede bırakıp devam etmiştik yolumuza...

26 Nisan 2018

Providing

This life provides us nothing,
we, too, provide nothing to it.

or

Since we provide nothing to this life,
it provides nothing to us. 

Kim kârlı, kim zararlı, kararı size bırakıyorum.

23 Nisan 2018

Geçmişin ölmüşlüğü

Helmut'u, tam da geçmişin ölmüşlüğü ilgilendiriyordu. Klaus Buch, geçmişi dobra dobra anlatmayı seviyordu halbuki. Geçmiş olanla, dobra dobralık kadar birbirine bu denli az uyan iki şey daha var mıdır? Klaus Buch'ta geçmiş, seslerle, kokularla, gürültülerle deviniyordu; geçmiş bugünden daha canlıymış gibi dalgalanıyor, hoş kokular salıyordu. Anımsayanlar, devlerin kıyasıya savaştığı gökyüzüne işaret eden cücelere dönüşür. Helmut yalnızca, parçalar, delikler, sararıp solmuş, tükenmiş, yok edilmiş, şeyler görüyordu. Aslında çoktandır, kendini yok edilmiş şeylerle yaşamaya alıştırmaktan başka bir şey yapmamıştı. Helmut'u bu yok edilmiş olandan daha fazla çeken bir şey yoktu. Günün birinde, sabahtan akşama dek, etrafında bu yok edilmiş olanı toplayacaktı. Kendi varlığını da, geçmişin yok edilmişliğine olabildiğince benzeyen bir duruma sokmaktı hedefi. Daha şimdiden, geçmiş olmak istiyordu. Yönü buydu. İçindeki, çevresindeki ve önündeki her şey, geçmişteki gibi parça parça olmalıydı. İnsanın ölü olduğu süre, yaşadığı süreden çok daha uzundur. Şimdinin, geçmişle kıyaslandığında küçücük kalması grotesk bir durumdur. Bu orantı, şimdinin her saniyesini uygun bir biçimde en aza indirgemeli, parçalamalı, duyumsanamaz oluncaya dek bozmalıydı. 
Martin Walser, Ürkmüş Bir At.

11 Nisan 2018

Sevgili Yakınlığı

Seni hatırlarım sulara günün
          Şavkı vurunca;

Seni hatırlarım, dağlara ay
          Renkler verince.

Seni görür gözüm uzak yollarda
          Tozlar kalkarken;

Derin gecelerde, dağ yollarında
          Yolcu titrerken.

Seni işitirim, boğuk seslerle
          Su yükselince;

Kırlarda sükutu dinlerim gece
          Her şey susunca;

Uzakta da olsan, ben yanındayım,
          Sen yanımdasın.

Gün söker, yıldızlar ışık gökte, ah.
          Burada olsaydın.

W. V. Goethe (1749-1832)
Çeviren: Selahattin Bata
Sayfa başına git