23 Nisan 2018

Geçmişin ölmüşlüğü

Helmut'u, tam da geçmişin ölmüşlüğü ilgilendiriyordu. Klaus Buch, geçmişi dobra dobra anlatmayı seviyordu halbuki. Geçmiş olanla, dobra dobralık kadar birbirine bu denli az uyan iki şey daha var mıdır? Klaus Buch'ta geçmiş, seslerle, kokularla, gürültülerle deviniyordu; geçmiş bugünden daha canlıymış gibi dalgalanıyor, hoş kokular salıyordu. Anımsayanlar, devlerin kıyasıya savaştığı gökyüzüne işaret eden cücelere dönüşür. Helmut yalnızca, parçalar, delikler, sararıp solmuş, tükenmiş, yok edilmiş, şeyler görüyordu. Aslında çoktandır, kendini yok edilmiş şeylerle yaşamaya alıştırmaktan başka bir şey yapmamıştı. Helmut'u bu yok edilmiş olandan daha fazla çeken bir şey yoktu. Günün birinde, sabahtan akşama dek, etrafında bu yok edilmiş olanı toplayacaktı. Kendi varlığını da, geçmişin yok edilmişliğine olabildiğince benzeyen bir duruma sokmaktı hedefi. Daha şimdiden, geçmiş olmak istiyordu. Yönü buydu. İçindeki, çevresindeki ve önündeki her şey, geçmişteki gibi parça parça olmalıydı. İnsanın ölü olduğu süre, yaşadığı süreden çok daha uzundur. Şimdinin, geçmişle kıyaslandığında küçücük kalması grotesk bir durumdur. Bu orantı, şimdinin her saniyesini uygun bir biçimde en aza indirgemeli, parçalamalı, duyumsanamaz oluncaya dek bozmalıydı. 
Martin Walser, Ürkmüş Bir At.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git