28 Nisan 2021

Başkasının Atı

Bir süredir bir rüya görüyordum. Rüyamda başkasının atına biniyordum. Başlangıcı pek de ilginç sayılamayacak olan bu rüya, ilerleyen zamanlarda bazen epey ilginç geliyor, bazen de gayet olağan görünüyordu. Tabii, şunu da söylemeliyim, rüyayı ilk gördüğüm zaman ben bunun bu kadar uzun süreceğini de, bu kadar çetrefilli olacağını da bilemezdim. Nereden bileydim?

Gördüğüm ilk rüya şöyleydi: Herhangi bir günde, ben işimde gücümdeydim. Her şey yolundaydı, gündelik hayat tüm sıradanlığıyla akıp gidiyordu. Birden, bir süreden beridir orada, gözüme görünür bir uzaklıkta, öylece kendi halinde eğleşen bir atın bana doğru geldiğini gördüm. Dediğim gibi, atı ben önceden orada görüyordum, ama yalnızca görüyordum, ne dikkatimi çekmişti ne bir şey. Ama işte, o bahsettiğim anda atın bana doğru geldiğini görünce, doğrusu şaşırmadım fakat yine de, hayırdır inşallah, diye geçirdim içimden.


At geldi, bana ne uzak ne de yakın sayılabilecek orta karar bir mesafede durdu. Ben bir şey yapmadım, işime gücüme baktım. Ancak biraz sonra, bu atın bana daha bir yaklaşmaya başladığını fark ettim. Korkmuyordu benden. Herhalde insanlara alışıktır, diye geçirdim içimden. Hem, benden neden korksundu ki? Ayıptır söylemesi, hiç de öyle korkulacak bir görünüşüm yoktur. At yanıma bu kadar yaklaşmışken ben de, biraz ilgi göstereyim bari, dedim. Gösterdim de. Ben ilgi gösterince beni sevmeye başladı. Allah var, ben de onu çok sevdim. İyi bakılmış bir Arap atına benziyordu, ama tam olarak ne olduğunu henüz anlayamamıştım. Biraz daha sevmeyi sürdürdüm. O da buna karşılık olarak yelelerini uzattı. Çok akıllı bir ata benziyordu, hani şu, Yaşar Kemal'in kitaplarında geçen akıllı uslu atlar var ya, işte onlara benziyordu. Neyse efendim, yelelerini uzatınca ben de nazikçe tuttum ve okşamaya başladım. Böyle olunca da bana iyiden iyiye alıştı, sokuldu, iyi mi. Bana bir şey anlatmak istiyor gibiydi. Rüya bu ya, çok geçmeden anladım ne istediğini. İlgi istiyordu. Besbelli ki sahibi hiç ilgi göstermiyor, o da ilgiyi dışarıda arıyordu, ne yapsındı biçare?


Sahibi demişken, tam da o sırada sahibi geldi aklıma. Böylesi bir atın muhakkak bir sahibi olmalıydı. Hiç de öyle kırlarda başıboş dolaşan atlara benzemiyordu çünkü. Dedim ya, iyi bakımlı bir attı. Sahibini merak etmekle birlikte, o an yapabileceğim pek bir şey de yoktu. Bildiğim tek şey, bu atın at gibi görülmeye ihtiyacı vardı. Derin bir çaresizlik içindeymişçesine bana iyice sokuluyordu.


Biliyorsunuz, her canlının bir doğası vardır ve kendisine o doğanın gerektirdiği biçimde davranılmak zorundadır. Öyle davranılmadığı taktirde doğası değişmeye başlar. Demek istediğim şu, insana insan, ağaca ağaç, kediye kediymiş gibi davranılmak zorundadır. Yoksa insan insanlığından, ağaç ağaçlığından, kedi kediliğinden, ama az ama çok, uzaklaşmaya başlar. Sözgelimi, ağaca ağaçmış gibi davranmadığınızda size meyve vermeyebilir. Bunları niye anlatıyorum? Rüyamda gördüğüm atın durumunu daha iyi anlatabilmek için. Bu ata atmış gibi davranılmıyordu, belliydi. Neden acaba?   


At bana sokuldukça ben ilgi gösterdim, ben ilgi gösterdikçe at bana sokuldu, derken birbirimize iyice alıştık. Ne var ki, vakit de geçiyordu. Akşam üzeri olmuştu, benim eve dönmem gerekiyordu. Peki, ama bu atı ne yapacaktım? Öyle ortalıkta bırakıp gitmek içime sinmiyordu. Gece de burada kalsa kurtlara yem olması işten bile değildi. Zaten etrafta fırsat kollayan sürüyle kurt vardı. O yüzden mutlaka bir şey yapmam gerekiyordu. Ben de yaptım, atı yanıma alıp eve götürdüm. 

Rüyayı ilk görüşüm burada sona erdi, uyandım. Birkaç dakika etkisinde kaldım. Hiç böyle atlı bir rüya görmemiştim çünkü. Ne yalan söyleyeyim, içimden, keşke biraz daha sürseydi, dedim. Sonunu merak ettim çünkü, sahibi bir yerlerden çıkıp gelecek miydi? 

Merakım, sonraki gece atı bir kez daha rüyamda görmemle giderilmiş oldu. Üstelik, rüyam dün kaldığı yerden devam ediyordu. Sabahleyin, atı kapatmış olduğum yerden çıkarıp yine çayırlıklara götürdüm. Kimi zaman biniyor, kimi zaman da otlaması için öylece salıyordum. Bir yerlere bağlamama da gerek yoktu. Çünkü zaten at kendisi bana gelmişti ve hiç de gidecek gibi davranmıyordu. 

Bu böyle bir zaman sürdü. Atı sık sık rüyamda gördüm. Beni bilenler bilir, bilmeyenler için söyleyeyim, ata binmeyi çok severim. Çocukluğum at sırtında geçti. Hayır, o klişe lafı tekrar edip şaka yapmıyorum, gerçekten çocukluğum at sırtında geçti. Henüz beş-altı yaşlarındayken bir başıma ata binebiliyor, üstelik bundan da büyük bir zevk alıyordum. Dolayısıyla rüyamda gördüğüm o güzel ata da sık sık biniyordum. Bir zaman sonra artık rüya normal gelmeye başladı. O kadar kanıksamıştım ki herhangi bir gece başımı yastığa koyarken, o gün rüyamda "atımı" göreceğimi tahmin ediyor, hatta tahminden de öte biliyordum, ve gerçekten de at o gece rüyama giriyordu.

Bir gün yine atı rüyamda gördüğüm bir gecenin sabahında uyanınca nedense birden atın sahibi aklıma geliverdi. İlk başlarda biraz üstünde durmuş, daha sonra tamamen unutmuştum bu konuyu. Bu atın sahibi neredeydi ve neden hiç ortaya çıkmıyordu? Biraz düşündüm ve rüyamda sahibiyle ilgili bir ipucu olup olmadığını sorguladım, ama aklıma o an bir şey gelmedi. Bunun üzerine bir karar verdim, rüyayı görünce, tam da gördüğüm sırada her türlü ayrıntıya dikkat edecek, böylece sahibiyle ilgili bir işaret yakalamaya çalışacaktım. Böylece o günün akşamını sabırsızlıkla beklemeye koyuldum. 

Akşam oldu. Her zamanki yatma zamanımdan önce yatağa girdim, atla ilgili türlü türlü şeyler düşünmeye başladım. Bir zaman sonra uyuyakalmışım. Sabah uyandığımda tam anlamıyla hayal kırıklığına uğradım. Çünkü at o gece rüyama girmemişti. Halbuki son zamanlarda hemen her gece giriyordu. Neyse, dedim ve yine geceyi bekledim. Ama yine olmadı. Ertesi sabah kalktığımda yine aynı hayal kırıklığını yaşadım. Böylece birkaç gün geçti ve artık atım rüyama girmez oldu. Buna bir yandan üzülüyor, bir yandan da şaşırıyordum. Onca zamandır rüyama girmesine karşın neden birden bire bıçak gibi kesildi. Üstelik, yaşamımda herhangi bir değişiklik de söz konusu değildi o sıralar. Son aylarda ne yapıp ediyorsam onu yapıp etmeyi, ne yiyip içiyorsam onu yiyip içmeyi sürdürüyordum.


18 Nisan 2014'te buraya kadar yazmış, bırakmışım. Neden bitirmedim, kendim de bilmiyorum.

20 Nisan 2021

Psikoloji nedir?

Psikoloji en geniş anlamıyla "kedi bilimi" demektir. Kedileri her açıdan ele alan bilim dalının adıdır. IX. yüzyılın ortalarından beri kullanılan bir terimdir. Kedilerin çeşitli özelliklerine göre sınıflandırılması, insanlarla ilişkileri, yaşadıkları ortamlar, tüy renklerine göre aldıkları adlar, farelere yaklaşımları, köpeklerle aralarındaki sosyal mesafe vb. hep psikoloji biliminin inceleme alanı olan konulardır.

Her ne kadar müstakil bir bilim dalı olması yüz elli yıl kadarlık bir geçmişe sahipse de psikoloji biliminin kurucusu olarak Orta Çağ'da yaşamış ünlü Portekizli zoolog Felixao da Catto kabul edilmektedir. Catto, psikolojinin zoolojiden ayrılarak kendi başına bir disiplin haline gelmesi gerektiğini ilk defa olarak dillendiren kişidir. Ya.

2 Nisan 2021

Ben Senin Krallığın Ülkene Yetiştim

Ben senin krallığın ülkene yetiştim
Kaldım gölge tanımayan güzelliğinle.
Her sabah büyüten denizimizi böyle
Gülüşlerindi o ülkede bilmez miyim.

Sen o çıktığım sularsın, zencim benim
Denize bakan evler gibiydim seninle.
Dur, geliyorum ellerin ne güzel öyle
Beni şey et gülüşlerini bekleyeyim.

Sen gittiğim o ülkesin varılmıyorsun
Vurmuş sonrasız nasıl en güzel sulara
Güzelliğin balıkları gibi İstanbul'un.

Şimdi her yerde ne güzeldiniz o kalmış
Yankımış denizlere öbür kadınlara
Dünyada sizinle İstanbul olmak varmış.

İlhan Berk

1 Nisan 2021

Çekik Gözlü Atlar

Rüyamda günümüzden bin yıl kadar önce Çin'deyim. Neredeyse hiç şehir yok fakat çok köy var. Bu köylerin arasındaki mesafeyse azımsanacak gibi değil. Bütün bir koca coğrafya ormanlık dağlar, tepelerle kaplı. Ulaşımsa atlarla sağlanıyor. Ancak öyle her önüne gelenin atı yok. Zenginlerin var sadece. Bir köyde bir-iki at ya var ya yok.

Çinli değilim. Oraya başka bir diyardan gelmişim. Tuhaftır, Çinlilerle anlaşabiliyoruz, ama daha da tuhaftır, hangi dili konuştuğumuzu bilmiyorum, ben mi onların dilini konuşabiliyorum, onlar mı benimkini, hiç bilmiyorum.

Altı ay kadar kaldıktan sonra ayrılıp memleketime döneceğim zaman gelip çatıyor. Dönüş hazırlıklarımı yapmaya başlıyorum. Bir gün benden sekiz-on yaş büyük bir arkadaşım, "Burada kaldığın kısa süre içinde Çin'le ilgili pek çok şey öğrendin, gelgelelim bir şeyin bir türlü farkına varamadın," diyor bana. "Nedir ki o şey?" diye atılıyorum merakla. "Atlarımız," diyor, "tıpkı bizler gibi çekik gözlüdür." Bunu duyunca utanıyorum. Nasıl olur da atları çok seven ben bunu fark etmem? Mümkün mü bu? Atı olan köy büyüğünün evine gidelim, diyorum. Gidiyoruz. At evin önünde bağlı, otluyor. Yanına yaklaşıp bakıyorum, evet, sahiden de öyle, at çekik gözlü. Rüyanın burasında uyanıyorum.

Böyle gri tarihler, gri gökler altında yaşadık. İlhan Berk

Sayfa başına git