Rüyamda günümüzden bin yıl kadar önce Çin'deyim. Neredeyse hiç şehir yok fakat çok köy var. Bu köylerin arasındaki mesafeyse azımsanacak gibi değil. Bütün bir koca coğrafya ormanlık dağlar, tepelerle kaplı. Ulaşımsa atlarla sağlanıyor. Ancak öyle her önüne gelenin atı yok. Zenginlerin var sadece. Bir köyde bir-iki at ya var ya yok.
Çinli değilim. Oraya başka bir diyardan gelmişim. Tuhaftır, Çinlilerle anlaşabiliyoruz, ama daha da tuhaftır, hangi dili konuştuğumuzu bilmiyorum, ben mi onların dilini konuşabiliyorum, onlar mı benimkini, hiç bilmiyorum.
Altı ay kadar kaldıktan sonra ayrılıp memleketime döneceğim zaman gelip çatıyor. Dönüş hazırlıklarımı yapmaya başlıyorum. Bir gün benden sekiz-on yaş büyük bir arkadaşım, "Burada kaldığın kısa süre içinde Çin'le ilgili pek çok şey öğrendin, gelgelelim bir şeyin bir türlü farkına varamadın," diyor bana. "Nedir ki o şey?" diye atılıyorum merakla. "Atlarımız," diyor, "tıpkı bizler gibi çekik gözlüdür." Bunu duyunca utanıyorum. Nasıl olur da atları çok seven ben bunu fark etmem? Mümkün mü bu? Atı olan köy büyüğünün evine gidelim, diyorum. Gidiyoruz. At evin önünde bağlı, otluyor. Yanına yaklaşıp bakıyorum, evet, sahiden de öyle, at çekik gözlü. Rüyanın burasında uyanıyorum.
Böyle gri tarihler, gri gökler altında yaşadık. —İlhan Berk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.
Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.