25 Ocak 2009

Çılgın Yağmurlar Zamanı

Muğla'da yaklaşık bir buçuk ay önce başlayan yağmur mevsimi sürmekte. Şu sıralar da yılın en şiddetli yağmurları yağmakta. Rüzgar ve gök gürültüsü de işin tuzu-biberi olmakta.

Nasıl anlatsam ki size Muğla'nın yağmurunu sevgili dostlar. Hani derler ya anlatamam görmen lazım, tam olarak öyle birşey. Eğer bol yağmur alan bir yörede en az bir yıl yaşamadıysanız, misal Doğu Karadeniz'de, tam anlamıyla kavrayabileceğinizi düşünmüyorum. Ki zaten burası da (Menteşe Yöresi) Türkiye'nin en fazla yağış alan yörelerinden biri. Yaklaşık bir haftadır kısa aralıklarla yağıyor. Bu kadar suyun nereden geldiğini bazen ciddi ciddi düşünüyorum. Elimde bir adet Sosyal Bilgiler Öğretmenliği diploması olmasına rağmen. Geçen hafta aralıksız on saat yağmur yağdı. Hem de bardaktan boşanırcasına. Hayır, işin coğrafya ile ilgili kısmından geçtim, bir fizikçi bulsam çekinmeden soracağım, mümkün mü böyle bir doğa olayı diye.Mümkün işte ne yaparsın. Oluyorsa mümkündür bir şekilde.

Şu anda bilgisayarın başında bu yazıyı yazarken, şiddetli yağmurlardan dolayı internet bağlantısı ha bire gidip geliyor. Zaten interneti iki altta oturan çocuklardan alıyoruz, gök gürültüsü, yağmur derken iyiden iyiye kopuyor. Bu arada gök saatlerden beridir öyle bir gürlüyor ki.. Akşam akşam, hazır yalnızken de biraz Vivaldi'yle kafamı dinleyeyim dedim ama ne mümkün. Kapılar, pencereler kapalı olmasına rağmen müzik sesini bastırıyor gök gürültüsü, o derece. Bir an kendimden kuşkulandım, acaba bana mı sinirlendi de sabahtan beri gürleyip duruyor üstümde...

Bir hafta önce balkona astığım çamaşırlar da yağmur yiye yiye acınacak bir hale geldiler. Sonunda mecbur kaldım hepsini toplayıp içeri getirdim. Kanepe ve sandalyelerin üstü çamaşır dolu.

Bu arada geçen gün Devlet Hastanesinin çatısı uçmuş, birkaç kişi yaralanmış. Bodrum'da da lodos fena esiyormuş. Esmekle kalmıyor vurup kırıp döküyormuş. Yapsın bakalım. Yarın Bodrum'a geçiyorum. Eğer devam ederse ordan canlı canlı haberleri bildiririm artık.

Aramızda kalsın Bodrum'un kışı da bir başka güzel. Hele lodoslu oldu mu... Off! Değmeyin gitsin...

22 Ocak 2009

Güler misin ağlar mısın?

Bilindiği gibi geçtiğimiz günlerde E-Devlet projesi hayata geçti. Artık birçok işimizi bürokrasiye takılmadan, devlet dairelerine gitmeden halledebilecekmişiz. İyi dedik...

Gittik bugün PTT şubesine E-Devlet şifresi almaya. 1 lira karşılığı şifre veriliyor. Böyle olunca makbuz verilmesi de zorunlu. İki makbuz çıktı, biri onlarda kaldı, birini bana verdiler. Geçtim şifreyi veren masaya. Buradaki hanım önce kimliğimi alıp iki nüsha fotokopisini çektirdi sonra da taahhütname getirdi. 3 sayfa, ikisi onlara, biri bana. İmzaladım taahhütnameyi. Sonra bana içinde şifrem olan bir zarf verdiler.

2 nüsha makbuz,
2 nüsha kimlik fotokopisi,
3 nüsha taahhütname,
1 adet şifre zarfı.

Ne etti? 8 sayfa kağıt. Bu projenin bir amacı da güya masrafları azaltmak. Öyle ya, herkes işini bilgisayarının başında hallederse o kadar masraf kısılmış olacak. Devletin bir yılda sadece kağıda harcadığı para ne kadar merak ediyorum doğrusu. Kim bilir kaç milyon dolar? Bir de şunu merak ediyorum, E-Devlet şifresi için bile bu kadar kağıt harcanıyorsa, Allah bilir daha neler neler "harcanıyordur". Cevabını bildiğim için merak etmediğim birşey de var. Çarçur edilen bu paraların bizim cebimizden çıktığı.

20 Ocak 2009

Berberi kim traş eder?

Bir köyde bir berber vardır. Bu berber sadece ve sadece kendi başına traş olamayanları traş eder. Peki berberi kim traş eder?

6 Ocak 2009

Ve bir eşek bir adamın hayatını kurtarır

Bir adam intihar etmek ister. Sebebi her ne olursa...



Gider demiryolu rayının üstüne koyar kafasını...


Biraz sonra "beklediği" tren gelir...



Ama sanki intihar kararını tam olarak vermemiş gibidir...



Belki de daha iyi bir intihar yöntemi vardır kafasında. Ya da yaşamanın ne olduğunu yeterince sorgulamamıştır. Yaşamanın değeri ölüm yaklaşırken daha iyi anlaşılır galiba. Ne var ki kararından dönmek için vakit geçtir artık. Tren geliyor. Ölüm burnunun ucunda...



Artık buna şans mı demeli, bilinmez. Ölse, hiç yere ölmüş olacaktı işte. "Kararsız bir karar" yüzünden...


Tam öldüm derken trenin durduğunu fark eder...



İçinde, ölmemiş olmanın tarif edilmez sevinciyle doğrulur...



Trene bakar...



Ama görünen bir eşektir...



Bir eşek bir adamın hayatını kurtarmıştır...


Teşekkürler sevgili eşek...


Eğer herhangi bir konuda kararsız olduğunuzu düşünüyorsanız, sakın en kötü karar kararsızlıktan iyidir diyenlere aldanmayın. Gerçek olan şu ki kararsızlık kötü bir karardan iyidir. Siz siz olun, iyi bir karar vermeye çalışın. En kötü karar bazen hayatınıza mal olabilir.

Unutmayın her zaman hayatınızı kurtaracak bir eşek bulunmaz.

5 Ocak 2009

Sizin Kahramanınız Kim?

NTV Yayınları neden daha önce yoktu diye hayıflanırım. Mesela on yıl önce kurulmuş olsaydı kim bilir şimdiye kadar ne kadar kaliteli kitap yayınlamış olurdu.

Sizin Kahramanınız Kim? çok keyifli bir okuma oldu benim için. Farklı kulvarlardan 40 ünlü isme kahramanının kim olduğu sorulmuş. Keşke 100 kişiye sorsalardı... Kahramanın bu topraklarda yaşamış olması dışında bir şart koşulmamış. Kiminin kahramanı babası, kiminin tarihi bir kişilik, kiminin sıradan insanlar, kiminin bir yazar...

Kitap kişisel bir benim kahramanım kitabı değil sadece, içinde türkiyenin özellikle yakın tarihine ilişkin o kadar çok bilgi var ki. Söylenecek fazla birşey yok. Tavsiye ederim.

İşte o 40 isim ve kahramanları. Özellikle tavsiye ettiklerim koyu olanlar.

  1. Mehmed Uzun: Hektor
  2. İlter Türkmen: İsmet İnönü
  3. Mümtaz Soysal: Rauf Denktaş
  4. Cüneyt E. Koryüek: Tevfik kış, Hakkı Yeten, Ruhi Sarıalp
  5. Mehmet Şevket Eygi: Selahaddin Eyyubi
  6. Cengiz Bektaş: Halet Çambel
  7. Selçuk Erez: Haldun Taner
  8. Sami Selçuk: Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk
  9. Cüneyt Arkın: Anadolu Toprağı
  10. Mehmet Güleryüz: Şeref Arel
  11. Necdet Sakaoğlu: Barut Hüseyin
  12. Mehmet Aksoy: Hazerfan Ahmet Çelebi
  13. Ünsal Oskay: Hasan Tahsin Paşa, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Haydar Rifat Bey, Yusuf Atılgan, Ece Ayhan
  14. İzettin Önder: Nusret Hasan Fişek
  15. Sevin Okyay: Ahmet Uluçay
  16. Ömer Madra: Sıradan İnsanlar
  17. Nazlı Eray: Mustafa Bütün, Tahit Lütfi Tokay
  18. Mustafa Şener: Burhan Uygur
  19. Ömer Laçiner: Terzi Rıza
  20. Avni Özgürel: Galip Erdem
  21. Sabri Koz: Nasrettin Hoca
  22. Bülent Arabacıoğlu: Oğuz Aral
  23. Enis Batur: Halikarnas Balıkçısı
  24. Ümit Bayazoğlu: Çelik Gülersoy
  25. A. M. Celal Şengör: Hava Pilot Binbaşı Nuri Koyuncu
  26. Güler Sabancı: Hacı Ömer Sabancı
  27. İsmail Kara: Fuat Köprülü
  28. Sibel asna: Belkıs Elbi
  29. Vivet Kanetti: Ahmet Haşim
  30. Coşkun Aral: Erzurumlu İbrahim Hakkı
  31. Haydar Ergülen: Nermin Candan
  32. Celal Başlangıç: Çetin Altan
  33. Ali Nesin: Aziz Nesin
  34. Latife Tekin: Yoksullar
  35. Rıdvan Dilmen: Kemal Dirikan
  36. Hamdi Koç: Ahmet Hamdi Tanpınar
  37. Tanıl Bora: Rahim Demirbaş
  38. küçük İskender: Oğuz Atay
  39. Muhsin Kızılkaya: Aboyê Sait
  40. Yılmaz Erdoğan: Necdet Erdoğan

3 Ocak 2009

Mimoslar

Akşamüzeri kütüphanede Yunan ve Latin edebiyatlarının olduğu raflarda aranırken gözüme Herodas'ın Mimoslar adlı küçük hacimli kitabı ilişti. Elime alıp bir-iki sayfasını okuyunca, oracıkta bitirivermişim.

Mimoslar, çevirisini yapan Erdal Alova'nın girişte belirttiği üzere "...daha çok bir oyuncu ya da küçük bir grupça okunarak canlandırılan kısa oyunlardı." Bir tür skeç anlayacağınız. Burada yer alan başlıca on mimos, sıradan insanların kendi akışındaki hayatlarından ufak kesitler sunuyor. Yaklaşık iki bin üç yüz yıl önceki gündelik hayatta insan ilişkilerinin nasıl olduğunu merak ediyorsanız alın okuyun. İnanmayacaksınız ama günümüzden hiçbir farkı yok. İnsan işte. Çiğ süt emmiş bir kere, on bin yıl da geçse özde değişen birşey yok.

1 Ocak 2009

Yeni bir yıl

2008 de diğerleri gibi bir hışımla geldi geçti. Tabii, kimilerine göre çok ağır da geçmiş olabilir. Artık hangi hızla geçtiyse geçti.

Yeni yılla ilgili kişisel fikrimi sorarsanız, pek de bir şey ifade etmiyor derim. Sadece 2009 için de geçerli değil bu. Herhangi bir yeni yıl için genel anlamdaki fikrim bu. O kadar önemli bir nedeni de yok. Bunun benim için bir ifadesinin olmadığını fark ettiğim zaman kendime nedenini sordum, cevabı bulmam zor olmadı. Değişen ne? Hiçbir şey. Aslında hiçbir şey değil, tek bir şey. Evet, yeni yılla beraber tek bir şey değişiyor. O da takvim. Siz de isterseniz sorun kendinize, şayet yeni yılla beraber hayatınızda masanızdaki takvimden başka bir şey değişiyorsa lütfen benimle de paylaşın.

Bir arkadaşımla bunu konuşurken, "İyi ama her yeni yıl biraz daha yaşlandığımızı fark ediyoruz. Eğer dediğin gibi hiç bir şey değişmiyorsa, o zaman yaşlılık niye? Bazı şeyler neden eskiyor?" yollu sorular sordu. Dikkat çekmek istediğim bir şey var. Zaman kavramı elbette ki mutlak bir kavram. Çoğu filozof bunu tartıştı da zaten. Ben burada zamanı değil, yeni yılı tartışıyorum.
İnsan elbette yaşlanıyor. Ama insan her geçen an zaten yaşlanmıyor mu? Misal, 18 Haziranda 17 Hazirana göre yaşlanmış olmuyor muyuz? Kısacası, iddiamı yenileyerek söyleyecek olursam, yeni bir yılın gelmesiyle değişen tek şey takvimler. Hem zaten bütün insanlık aynı takvimi kullanmıyor da. Dolayısıyla dün bir bakıma bütün dünya yeni yıla girmedi.

Bu konuda hep verdiğim bir Mario örneği var. Yeri gelmişken burada da vereyim. Kiminiz belki çokça oynamışsınızdır, Mario diye bir bilgisayar oyunu var. Başlıca üç aşamadan oluşur. Mario'yu, önünüze çıkan tüm engelleri atlatmayı başararak belli bir süre yürüttükten sonra o aşamanın sonuna gelmiş olursunuz. Ondan sonra başka bir mekâna geçersiniz ve her şey yeniden başlar. İşte insanlar yeni yıla da bu gözle bakıyorlar. Sanki her şey bir anda değişiverecekmiş de yepyeni bir zamanda, yepyeni bir mekânda hayata devam edeceklermiş gibi bir ruh haline bürünüyorlar. Bense bunun böyle olmadığını savunuyorum. Yeni yıl, normal seyrinde devam eden yaşamın, üzerinde yer aldığı düzleme çizilen bir bölümleme çizgisi olabilir ancak. Ve bu çizgi de ancak görsel bir öğe görevi görür. Yani hayatın akışını değiştirmez veya engellemez.

Şöyle bir soru da doğuyor ister istemez. Milyonlarca, hatta milyarlarca insan neden bu kadar coşkulu bir biçimde kutluyor yeni yılın gelişini. Bu bile bir değişimin göstergesi değil midir? Bana göre bunun da bir tek nedeni var. İnsanlar bunu bilinçaltlarını bir biçimde boşaltmak amaçlı bir bahane olarak değerlendiriyorlar. Freud'un da zamanında isabet ettiği gibi, insan bilinçaltında o kadar çok şey taşıyor ki, onu zaman zaman boşaltmak kaçınılmaz bir ihtiyaç haline geliyor. Bilgisayara format atmak gibi bir şey bu. İnsanın kendine de format atması gerekiyor. Hiç olmazsa yılda iki kez. Ben bu ihtiyacımı karşılamak için yeni yılın gelişini değil, Fenerbahçe-Galatasaray maçlarını kullanıyorum. Hele Fenerbahçe iyi oynuyor ve kazanıyorsa inanılmaz derecede deşarj oluyorum. Şükür ki geride bıraktığımız ilkyarıda da Fener yendi. İkincisine Allah kerim...

Benim için bir anlamı olmasa da hepinizin yeni yılını en içten (klasik) duygularımla kutlarım.
Sayfa başına git