22 Mayıs 2017

La Soledad

“Solitude is fine but you need someone to tell that solitude is fine.” ―Balzac 

Sabah evden çıktığımda bir saattir yağan sağanak yağmur dinmeye yüz tutuyordu. Evde iki şemsiye vardı, ikisi de bozuktu. (Çoğunlukla düz bir mantıkla düşündüğümüzden ötürü iki yarımın hep bir tam ettiği yanılgısı içindeyizdir. Halbuki öyle olmadığını bugün bu şemsiyeler sayesinde bir kez daha anımsamış oldum. İki değil, on iki bozuk şemsiyen de olsa seni bir sağanaktan korumaya yetmeyeceklerdir, yani bir tamın gördüğü işi göremeyeceklerdir.) Neyse ki gideceğim yere varıncaya kadar yağmur gevşek davrandı da ıslanmaktan kurtuldum. Sonrasında da zaten tamamen durdu. Öğlene doğru ısınmaya başlayan hava öğleden sonra iyicene belirginleşti. Güneşlendik biraz. Kemiklerimiz ısınsın, sözleri duyuldu bir iki. Her zamanki gibi çabucak akşam oldu. Mustafa geldi. Az sonra çıktık. Ancak o zaman yağmurun tekrar başladığının ayırdına vardım. Çoğu kez olduğu gibi sokağın başında beni bırakıp gitti Mustafa. Sokağımızın ıslaklığında yürürken sabahki gidişimle şu anki dönüşüm olabildiğince ilginç geldi bana. Yağmuru sevdim. Bizim sokağımızı en çok bahar mevsiminde sevdiğimi anladım.

3 Haziran 2015

Yağmurlu bir akşam, denizde şarkı söylüyor martılar

Metroya girdiğimde yağmur çiselemeye başlamıştı. Merdivenlerden inerken, "Eve varana değin bu yağmur başlayıp bitmiş olur," diye geçirdim içimden. Saat altı civarıydı, metro çok kalabalıktı. Bu saatte pek gözükmem buralarda, bazen böyle denk geliyor işte. Kalabalığa rağmen yer bulabildim, şanslıymışım bu akşam. Oturur oturmaz çantamı açıp kitabımı çıkardım. Bir de baktım içerisi birkaç saniyede tıklım tıklım dolmuş. Bereket versin, gözüme bir yaşlı ilişmedi, çok yorgundum çünkü, kalkıp yer vermek zorunda kalacaktım. Aferin yaşlılara, akşam akşam ortalıkta dolaşıp da ne yapacaklar? Hemen solumda oturan iki amcayı görmezden geliyorum tabii.

Tren hareket etti, ben kitabıma daldım. Önümde, babasının yanında duran bir çocuk beni süzüp duruyor. Belli ki kitap okuyan birini bu kadar yakından görmemiş garibim. Evlerinde kitap olmadığına kalıbımı basardım. Kızılay - Batıkent tamı tamına yirmi beş dakika sürer. Nasıl geçti anlamadım, kitabım iyiydi demek ki. Bir baktım, herkes hareketlenmiş, gelmişiz, ama solumda oturan amcaların kalkmaya niyetleri yoktu anlaşılan, "Batıkent'e geldik mi?" diye sordu biri, "Evet," dedim gülerek, "oturmak iyi geldiyse Kızılay'a dönecek bu tren." Arkadaşı da güldü.

İnip karşıya geçtim yolcuların çoğu gibi. İkinci tren geldi, yağmur epey keyifli anlaşılan, camlar ıpıslak. Bu trende yer bulamadım maalesef. Bu da bazen on dört, bazen on beş dakika sürer. Ayakta kitabıma devam ettim. Yorgunluğuma çantanın ağırlığı eklenmeyeydi iyiydi. 

İndim. Yağmur devam ediyordu ama şiddeti hakkında dışarı çıkmadan bir şey söylenemezdi. Merdivenleri inip kapıya vardım. Baktım, orta karar bir yağmur. Şemsiyesizler kapıda yağmurun dinmesini bekliyorlar. Kadının biri evi arayıp şemsiye getirmelerini istiyor. Şemsiyesi olanlar tam çıkış kapısına geldiklerinde öyle bir gururla şemsiyelerinin düğmesine basıyorlar ki, görülmeye değer. "Akıllılık edip siz de şemsiyenizi yanınızda taşısaydınız, hımm!" diyorlar içlerinden. Böyle durumlarda insanın içinden bir şeyler geçer ama geçmekle kalır; ne diyebilirsin ki, vatandaşın şemsiyesi var son tahlilde. 

Kapıda durup bir durum analizi yapmaya çalıştım. Beklesem mi, beklemesem mi? Bu yağmuru beklesem de mi izlesem, beklemesem de mi ıslansam, diye bir şeyler geveledim içimden. Sonunda, eğer bu yağmurun dinmesini beklersem dakikalarca, belki bir saat bekleyebilme ihtimalimi sevebileceğimi düşündüm ve kararımı oracıkta verdim. Vurdum kendimi yağmura. Hem zaten yağmurda ıslanmak her zaman nasip olmaz diyerek de avutmaya çalıştım kendimi. Nasrettin Hoca'nın yağmurlu fıkrası ise eve gelince aklıma gelecekti. 
_
Yağmur bildiğin sağanak halinde yağıyordu. Maşallahı vardı. Büfeye kadar ilk etabı fena atlatmadım gene de. Ekmek aldım. Islanmasın diye ikinci bir poşet de istedim tabii. Elimde çantam ve ekmeğim, tekrar gaza bastım. Karşıya geçtim. Her zaman gittiğim yol su doluydu, ayaklarımı ıslatmaktansa yolu değiştirmeyi daha iyi buldum ve derhal birkaç adım geri dönüp kaldırım boyunca yürümeye başladım.

Eve vardığımda nasıl bir halde olduğum merakıyla hemen aynanın önüne koştum. Fakat hiçbir şey göremedim. Ne olduysa, gözlüğümü çıkarmam gerektiğini akıl ettim. Çıkardım. Kurutup tekrar taktım. Ne göreyim, balıkla insan arası bir acayip canlı. Sanırsın üstündeki kıyafetle havuza düşmüş. Öyle yani. 

Sonuç olarak yağmurun iyi bir şey olduğunda karar kıldım.

27 Mayıs 2014

Yağmur, şimşek, deprem, aşk vs.

İlkbahar tüm hızıyla devam ediyor. Yağmur yağıyor boyuna. Her yıl bu mevsim yağmurlu olur zaten. Gelgelelim bu yılki havalarda bir gariplik var. Dün mesela, gündüz vakti hava günlük güneşlikti. Apaçıktı. Gökte bir bulut tanesi bile yoktu. Yağmur yağacağına kimse inandıramazdı sizi. Akşam üzeriyse masa başındayken bir ara gök gürüldemeleri duydum. Biraz sonra da yağmur damlaları cama vurmaya başladı. Bir yirmi dakika daha geçti, şimşekler çakmaya başladı. Bir ara öyle şiddetli çaktı ki pencere yerinden fırlayacak sandım. Kırk dakika kadar bardaktan boşanırcasına yağdı. Ardından şiddeti dindi, yavaşladı ve nihayet durdu. Bir saat sonra pencereyi açıp gökyüzüne baktığımda bulutların yer yer dağıldığını gördüm, yıldızlar bile görünüyordu. Gel de şimdi bu hava durumunu yorumla bakalım. 
***
Bilen bilir, büyük bir depremi takip eden yıllar boyunca artçı depremler olur. İki buçuk yıl önce bizi vuran büyük depremin artçıları da hâlâ devam ediyor. Kâh ayda bir, kâh dört ayda bir hissedilir derecede bir deprem oluyor. Dün sabaha karşı derin uykumdan birden uyandım. Deprem oluyordu gene. Normalde ürpertici bir sahnedir, ama insan alışıyor zamanla. Uyanır uyanmaz ilk işim saate bakmak oldu. 03.16. Yatağımda bekledim pek çok kez yaptığım gibi. Bir dakika sonra salonun ışıkları yandı. Ama hiç ses yoktu. Beş dakika geçti geçmedi, ışıklar söndü yine. Uykuma döndüm ben de. Gün içinde öğrendim, 4.3'müş şiddeti. Elbette ki temennimiz dünyanın hiçbir yerinde deprem ve doğal felaket olmaması, hiçbir insanın da bunların sonucunda yaşamını yitirmemesi. Ne var ki yaşam temennilere bırakılacak denli merhametli değildir her zaman. Doğayı parmaklayıp duran insanoğlu hiç olmazsa kendi önlemlerini alabilir, ama bunu bile doğru dürüst yapmayı akıl etmiyor. Sözün kısası, deprem coğrafyasında yaşıyoruz, altımız fay hattıyla dolu, ne yapın edin deprem hakkında bilinçlenin. Hiç hesaba katmadığımız şeyler bir gün karşımıza çıkabiliyor. Bakın mesela, depremde bahçeye çadır kuracak yeri zar zor ayarlayabilmiştik. Ağaçlardan biri birkaç santim öteye dikilmiş olsa çadırın kurulmasına izin vermeyecekti. Çünkü zamanında ağaçları diktiğimizde günün birinde bir deprem olacağını, bahçeye çadır kurmak zorunda kalacağımızı hesaba katmamıştık. Aklımızın ucundan bile geçmemişti bu. Halbuki geçmeliymiş. Bir kez daha söylüyorum, siz siz olun, en azından elinizden gelen tedbirlerinizi alın. Ve de bilinçlenin.
***
Âşık olmak güzel şeydir. Bazı insanlar âşık olurlar, bazı insanlar âşık olmazlar. Niye böyledir acaba? Bazı insanlar âşık olmazlar ve âşık olanlar onların hiç umurunda değildir. Ama bazı insanlar da âşık olurlar ve âşık olmayanlar onların hiç umurunda değildir. Her iki durumda da dünya dönmeye devam eder.
***
Romalıların bir sözü vardır: Amantes amentes: Âşık olmak deliliktir. 
Kimi gördüler de böyle dediler acaba?

25 Ocak 2009

Çılgın Yağmurlar Zamanı

Muğla'da yaklaşık bir buçuk ay önce başlayan yağmur mevsimi sürmekte. Şu sıralar da yılın en şiddetli yağmurları yağmakta. Rüzgar ve gök gürültüsü de işin tuzu-biberi olmakta.

Nasıl anlatsam ki size Muğla'nın yağmurunu sevgili dostlar. Hani derler ya anlatamam görmen lazım, tam olarak öyle birşey. Eğer bol yağmur alan bir yörede en az bir yıl yaşamadıysanız, misal Doğu Karadeniz'de, tam anlamıyla kavrayabileceğinizi düşünmüyorum. Ki zaten burası da (Menteşe Yöresi) Türkiye'nin en fazla yağış alan yörelerinden biri. Yaklaşık bir haftadır kısa aralıklarla yağıyor. Bu kadar suyun nereden geldiğini bazen ciddi ciddi düşünüyorum. Elimde bir adet Sosyal Bilgiler Öğretmenliği diploması olmasına rağmen. Geçen hafta aralıksız on saat yağmur yağdı. Hem de bardaktan boşanırcasına. Hayır, işin coğrafya ile ilgili kısmından geçtim, bir fizikçi bulsam çekinmeden soracağım, mümkün mü böyle bir doğa olayı diye.Mümkün işte ne yaparsın. Oluyorsa mümkündür bir şekilde.

Şu anda bilgisayarın başında bu yazıyı yazarken, şiddetli yağmurlardan dolayı internet bağlantısı ha bire gidip geliyor. Zaten interneti iki altta oturan çocuklardan alıyoruz, gök gürültüsü, yağmur derken iyiden iyiye kopuyor. Bu arada gök saatlerden beridir öyle bir gürlüyor ki.. Akşam akşam, hazır yalnızken de biraz Vivaldi'yle kafamı dinleyeyim dedim ama ne mümkün. Kapılar, pencereler kapalı olmasına rağmen müzik sesini bastırıyor gök gürültüsü, o derece. Bir an kendimden kuşkulandım, acaba bana mı sinirlendi de sabahtan beri gürleyip duruyor üstümde...

Bir hafta önce balkona astığım çamaşırlar da yağmur yiye yiye acınacak bir hale geldiler. Sonunda mecbur kaldım hepsini toplayıp içeri getirdim. Kanepe ve sandalyelerin üstü çamaşır dolu.

Bu arada geçen gün Devlet Hastanesinin çatısı uçmuş, birkaç kişi yaralanmış. Bodrum'da da lodos fena esiyormuş. Esmekle kalmıyor vurup kırıp döküyormuş. Yapsın bakalım. Yarın Bodrum'a geçiyorum. Eğer devam ederse ordan canlı canlı haberleri bildiririm artık.

Aramızda kalsın Bodrum'un kışı da bir başka güzel. Hele lodoslu oldu mu... Off! Değmeyin gitsin...
Sayfa başına git