30 Eylül 2017

Özleyiş

Yarın en yakın arkadaşım evleniyordu, ben de sağdıcıydım. Onun kadar sevinçli ve heyecanlıydım. Ne ki kendimi bütün her şeye kapatıp bir başıma gezintiye çıkma arzumun nüksettiği akşamlardan biriydi. Hiçbir zaman karşı koyamadığım bir arzuydu bu. Arkadaşıma bundan söz etmenin gereği de yoktu anlamı da. Sağdıcının düğün arifesinde bir başına akşam gezintisine çıkacağını duysa kim garipsemez? Bir saat kadar daha oyalandıktan sonra biraz düşünüp makul sayılabilecek bir bahane buldum, ona söyleyip düğün evinden ayrıldım.

Birkaç dakikalık yürüyüşle evlerinin bulunduğu sokağı bitirip iki yanı boyuna elma bahçeleriyle örtülü dar yola girdim. Akşam yerini geceye bırakmak üzereydi. Ay ortalığı ışıtıyordu. İnsan şu yeryüzünde hiçbir şey yapmasa, yalnızca ama yalnızca yaşasa, diye geçiriyordum içimden.

Yerde bir elma buldum. Aldım, gömleğime silip yemeye başladım. O güne değin kaç kez böyle bir başıma, amaçsızca dolaştığımı düşündüm. Ama şimdi ne önemi vardı ki bunun? Şu an şuracıkta bir elma yiyecek olmak bile yüce bir amaç sayılamaz mıydı?

Elmaya bakınca gecenin bizi pek çok şeyden koruduğuna kanaat getirdim. Geceleyin elmanın üzerindeki kiri, tozu toprağı görmeyiz de onu şöyle bir gömleğimize silmeyi yeterli buluruz. Halbuki gündüz böyle değildir; elmaya dair her bir şeyi görmek onun hakkında pek çok farklı yargıda bulunmaya, bundan ötürü de pek çok farklı eylemde bulunma gereksinimi duymaya götürür bizi. Sözgelimi onu canımız çekse bile yememeye, yiyecek olsak da evvela yıkayıp temizlemeye karar veririz. Tuhaf olan, bunun yalnızca elmalar için değil, fakat diğer pek çok şey için de, ve ne acıdır ki insanlar için de böyle olması değil midir? Gece bizi insanların üzerindeki pisliği görmekten de korumaz mı mesela? Gelgelelim her gece yerini bir sabaha bırakmak durumundadır, ne çare.

Elmama bir ısırık vurdum. Kurtluydu. Fakat yarısına geldiğimde gördüm ki dalından düşünce kurdu da onu terk edip gitmiş. Belki de kurdun sevdiği elma değil ağaçtır, nereden bileceksin. Çürük kısımları güya yememeye dikkat ettiysem de bir baktım elma bitmiş, neredeyse hepsini yemişim. Elmanın tadı çürüğün tadına baskın gelmişti. Buna öyle sevindim ki sevincim katlansın diye aya baktım, hayatımda nadir rastlanan bir şeydi zira.

Ağaçlarla bezeli yolu bitirip mahallenin kıyısına vardım. Burası, üzerine vakti zamanında yerleşim kurulmuş yüksekçe bir yerdi. Aşağıda buğday, arpa, yonca tarlalarının doldurduğu ova uzanıyordu, çok uzaktaysa kayıtsız bir halde sıradağlar görünüyordu. Biçilmiş ekinlerin yerini göz alıcı bir sararmaya bıraktığı bu düzlük ay ışığında handiyse kutsal bir edaya bürünmüştü. Uzakta iki at öylece kıpırtısız duruyorlardı, belki de sessiz sedasız bir ayin yapıyorlardı, kim bilir. 

Oturdum. Ayın ışıltısını, ovayı, uzaktaki dağları, bir-iki ay önceki buğday başaklarının yerinde esen yelleri izledim. Yerimde kim olsa bu gece hiç bitmesin isterdi.

24 Eylül 2017

Sinekler üzerine

Sabah güne iki karasineği kesinlikle öldürme niyetiyle başladım. Gece boyunca yüzüme konup vızıldayıp durdular. Hadi vızıltılara bir şey demiyorum, belki de kendi dillerinde ninni söylüyorlardı bana, fakat yüzüme konup ikide bir uyandırıp huylandırmalarına epey kızdım haliyle. Üstelik pencere de açıktı, çıkıp gidebilir, bütün geceyi benimle geçireceklerine başka bir açık pencereden girip bir başkasının yüzüne de konabilirlerdi. Ne var ki bende bir şey bulmuş olacaklar ki gece boyu yanımda kalmakta kararlıydılar. Eh, böyle olunca ben de kendilerini öldürmeye karar verdim. Gelgelelim şanslıydılar, kalkıp yataktan çıkınca yeltendim ama yakalayamadım. 

Eskiden Salih dayının çarşıda bakkal dükkânı vardı. Ben sinek yakalamayı ondan öğrendim. Bir gün içeri girdiğimde Salih dayıyı koltuğuna oturmuş, tezgâhının üzerindeki sinekleri avlamakla meşgul görmüştüm. Sinekleri böyle ustalıkla yakaladığına şaşırdığımı görünce, "Bak," demişti, "avucunu sineğin yüzünün dönük olduğu tarafa tutup ona doğru hızlıca hamle ediyorsun, o da uçup kendiliğinden avucuna giriyor." İşe yarar bir yöntemdi, o günden beri öylece yakaladığım sineğin haddi hesabı yok.

Sinek, böcek gibi hayvanların öldürülmesi neden olağan karşılanıyor acaba? Ya da ne bileyim, hayvan hakları savunucuları neden sinekler için de bir şeyler yapmıyor mesela? Belki de yapıyorlardır da haberimiz olmuyor. Bana sorarsanız, sinekler küçük olup pek göze batmadıkları için kimse de onları önemsemiyor. Bir de kamusal alan dedikleri şu tuhaf yerde görünmedikleri için. Değil mi ya, kediyi, köpeği, güvercini sokakta, parkta, orada burada hep görüyoruz da sinekleri ancak yakınımıza konarlarken görebiliyoruz. Bir de şu var, mesela kendi payıma konuşayım, dışarıda bir yerde yemek yerken masaya bir kedi yanaşıp miyavlasa bir şeyler veriyorum, keza kuşlar gelip konsa onlara da ekmek kırıntısı filan saçıyorum, fakat sinek öyle mi, yemek yediğim yerde masaya sinek kondu mu hemen ayıplıyorum orayı. Herkes de böyle yapıyordur herhal. İşte ben bunu merak ediyorum. Neden sahi? Kediyle sineğin farkı ne? Acaba karasineğin pis, hastalık taşıyan bir hayvan olduğu kabulü bilinçaltımızda yer etmiş de ondan mı? İyi de sokakta yaşayan hangi hayvanın temiz olduğuna emin olabiliriz ki?
.
Sinek yedili. © Muammer Yanmaz
Sinek demişken aklıma iki hafta önceki günü birlik Samsun yolculuğum geldi. Sabahın köründe otogara indim, lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadıktan sonra otogarın içindeki lokantaya oturup çorba istedim. Oturur oturmaz sinek sürülerinin masalarda cirit attığını gördüm. Bir hayli yadırgadım. Samsun'a ilk gidişimdi, böylesi büyük, güzel bir sahil kentinin otogarının bu kadar pis olacağını hiç düşünmemiştim. Konu sinekler ya, onların pis olduğundan söz etmiyorum, doğrusu karasineklerin öbür hayvanlardan ne kadar pis, ne kadar temiz olduğunu bilmiyorum, mesele şu, bir yerde karasinek varsa orada pislik vardır. Tıpkı akbabaların hayvan leşlerini yiyip doğaya mikrop saçılmasını önlemeleri gibi, bana öyle geliyor ki sinekler de önemli bir hizmet görüyorlar. Hiç değilse oradaki pisliğin farkına varmamızı sağlıyorlar. Odamda iki tane olması da bunu gösteriyordur muhtemelen. Ne diyordum, Samsun, bereket versin, şehrin otogar dışında kalanını temiz gördüm de kötü bir izlenimle ayrılmadım oradan.

Geçenlerde arkadaşım Mustafa'yla israf üzerine konuşuyorduk. Eskiden ben de yenmeyip çöpe giden yiyeceklerin israf olduğuna inanırdım pek çok kimse gibi. Fakat son yıllarda bu fikrim değişmiş görünüyor. Zira ülkede haddinden fazla sokak hayvanı var ve çöp konteynerleri, çöplükler filan beslenmeleri için hayati önemde. Koku alma duyularının gelişmişliği sayesinde kolayca bulup yiyorlar o yiyecekleri. Otel, restoran, okul, hastane yemekhanesi gibi yerlerdeki yiyecek israfı başka konu tabii, ama evlerden çöpe giden yiyeceklerin israf olduğunu düşünmüyorum. Benimle aynı fikirde olan Mustafa da bir gün bu konuyu arkadaşlarıyla tartışırken aralarında hastane müdürü olan biri onu gayet haklı bularak o günden sonra yiyecek artıklarının çöpün yanına ayrıca bırakılması emri vermiş.

Sineklere geri dönelim. Arkadaşım Yunus Çay geçenlerde bir sinek spreyi almış. Bir-iki gün kullandıktan sonra fark etmişler ki bu ilaç sinekleri öldürmüyor, fakat bayıltıyor. Sinekler ilkin öldü sanılırken birkaç saat sonra ilacın etkisi geçince ayılıyorlarmış. Yunus bu durumu ilacı üreten firmanın daha çok ilaç satmak için başvurduğu bir oyun olarak değerlendiriyordu.

Benim de maalesef hayvanlara çektirmişliğim var. Çocukken bir gün beş-on sinek yakalayıp kanatlarını koparmış, pencereye bırakmıştım. Karınca gibi yürüyorlardı. Böyle sineklerin ölmediğini, bir süre sonra kanatlarının gene çıktığını söylüyorlar, bilmiyorum. Bir gün de komşunun çimenliğinde şu siyah-beyaz benekli, sırtı kabuklu, sokmayan büyükçe arılardan görünce eve gelip boş bir tomurcuk çay kavanozu almış, gidip içini onlarla doldurmuştum. Getirip babamın küçük metal dolabını boşaltmış, arıları içine salmıştım.

12 Eylül 2017

Durum bu

İki erkek çocuk konuşarak hızlıca pencerenin önünden geçtiler. Seslerinden birinin on beş, öbürünün on yaşlarında olduğu anlaşılıyordu, galiba kardeştiler. Konuşmalarının şu kısmını duydum, büyüğü küçüğüne nasihat ediyordu:
—İlkin, artık böyle konuşmayacaksın, küfür müfür yok.
—Niye?
—Okul açılıyor, öğretmenler filan duyarsa...
—Ya, siktir et okulu.
Sayfa başına git