25 Aralık 2021

Atkı

O gün yakalı bir kıyafet giymiştim ve hava da adlı adınca soğuk olduğundan atkımı da bağlamıştım elbet. Gelgelelim kıyafetimin yakalı oluşu atkıyla da birleşince rahatsız ediyordu yürürken. Gün dediğime bakmayın tabii, düpedüz akşamdı. Öylecene, arada bir elimi atıp boynumu rahatlatmaya çalışarak geçirmiştim geceyi eve gelene kadar. Ertesi günü gene atkıyı bağlamakla birlikte, bir atkıyla beraber giyilebilecek en rahat kıyafeti giyip çıktım. Gelgelelim hava atkılık bir hava değildi, sıcak bile sayılabilirdi.  Çıkardım boynumdakini. Elinde bir atkıyla dolaşmanın ne denli sıkıcı olacağını herhalde herkes bilir. Sırt çantası yerine de yandan askılı bilgisayar çantası almıştım ve işte, bir bilgisayar çantasına bir atkı sığdırmaya çalışmanın da gene ne denli sıkıcı olacağını herkes bilir. Üstelik de bu atkı elle örülmüş kalınca bir atkıysa. Elimde taşımayacaktım haliyle, çantanın kulplarından geçirdim, ortaladım ki düşmesin. Fakat bu kez de yürüdükçe atkı bir yana doğru kayıyor, düşecek gibi oluyor, ben de tekrar düzeltiyordum. İkide bir de bakıyordum, düşüyor mu diye. Bir yandan da, akşama hava nasılsa soğur, bağlayıp da eve dönerim, diye avutuyordum kendimi.

Biz insanoğlu ve insankızlarının bütün hayatı böyle geçiyor işte. İstediklerimiz olmadığı gibi, istemediklerimiz de oluveriyorlar. Zaman zaman da kimilerimiz avunuyor. Avunmak deyip geçmemek lazım, diyenler de az değil tabii, vardır bir bildikleri. İyi hoş da hayat büsbütün çekilmez mi yani, hiç mi yerine gelmez isteklerimiz? Gelir elbet, öbür türlü yaşanır mıydı yoksa?

Metrobüsle geçerken köprü trafiğine takılıp da yavaşlayınca insanın aklına türlü türlü düşünce geliyor doğrusu. Bugün de eskilerde televizyonlardan, gazetelerden gördüğümüz intihar girişimleri geldi aklıma. İntihara niyetli biri neden Boğaz'a atlar diye meraklandım. Onca yüksek bina varken suya atlamanın anlamı nedir? Neyse, zaten millet ölmüş, bir de ölümden söz etmeyelim şimdi. İntihar demişken aklıma geldi, Azrail'i Beklerken hâlâ en sevdiğim filmler arasındadır. Bir İntihar Efsanesi'ni ise büyük bir hevesle elime almış, üstelik okuyup bitirmiş ama hiç sevmemiştim.

***
Hayat kısa mıdır uzun mu? İnsanın ömründe bir kez dahi olsa bu soruyu ciddi bir şekilde kendine sorması gerekir. Ben sormuş muyumdur? Sormasına sormuşumdur fakat ne derece ciddi, bilmiyorum. 

Geçen hafta bu vakitte neredeysem tam olarak şu anda da oradayım. Ama bir hafta da olsa zaman geçip gitmiş, bir daha da asla geri gelmeyecek.

***
Handiyse yirmi yıldır internette bir şeyler karalıyorum. Bu blogdaki serüvenim de on beş yılını doldurdu. Başlarda her genç gibi görünmek istiyordum doğal olarak. Ne ki kimsenin pek önemsediği yoktu karaladıklarımı. Şimdiyse –sanırım şöyle bir beş yıl kadardır– hiç mi hiç üzerinde durmuyorum karalayıp çiziktirdiklerimi kimlerin gördüğünden. Fakat tuhaftır, bazen hiç ummadığım biri bloğumu takip ettiğini söylüyor. Kim bilir, hayatta hiç ummadığımız daha neler neler oluyordur da haberimiz bile olmuyor. 

Son hesaplaşmada hayat ilginç bir trene benziyor arkadaşlar. Mutlu yıllar...

8 Aralık 2021

Çılgın-Hüzünlü

çünkü yaşamak gibi bir şeydi yaptığı
anasız bir tay gibi coşkun ve hüzünlü
akşamın dinginliğini otluyordu o zaman

her sabah denize çıkar, bir elma yerdi
hüznünü ve çılgınlığını elmanın
gözünü yumsan ağzında duyarsın

        ellerine bakma artık
        çünkü kar yağıyor
        çılgın hüzünlü

büyük kentleri düşünse de rahatlasa
işte her şey nasıl haince karıştırılmış
kirli çamaşırlarla sabunlar ayrı semtlerde
saatin sonunda meydan
suyun sonu ilerde
böyle yaşamak zordur elbet anlıyorum
çılgın ve hüzünlü

çünkü bakışları yazda geçmiş bir geceyi andırıyor
yaşanmış mı temmuzda mı belli değil
çılgın ya da hüzünlü

şimdi dolaşıp duruyor aramızda
kıpkırmızı bir duygu olarak
doğudan batıya bir güz halinde
çılgın ve hüzünlü

biraz dağ yollarını öğrenmesi gerekir sanırım
kahırçeker mekkâri katırları gibi
onlar ki hiçbir şeyleri yok
korkunca çılgın sevinince hüzünlü

        kar dindi
        gerçekten dindi
        ellerine bakabilirsin artık

Turgut Uyar

6 Aralık 2021

Geleceğimiz

Bir araştırmanın sonucunu veren şuradaki haber olabildiğince ilgi çekici. Dünyamızın geleceği hakkında tahmin yürütmek için de açık bir ipucu. 2020 sonu itibarıyla insan elinden çıkma malzemenin kütlesi, ağaç, bitki ve hayvanlar dahil, yeryüzündeki toplam canlı kütlesini aşmış. Yani insanların bugüne değin yaptığı binalar, yollar, araç gereçler ve bilumum şeyin ağırlığı dünyadaki tüm canlıların ağırlığını geçmiş. Bugüne kadar diyoruz ama bunun yanıltıcı olmaması lazım, zira insanlık sadece şu son kırk yılda önceki binlerce yıldan daha fazla şey üretti. Yalnızca günümüze bakalım. Dünyanın dört bir yanında binalar, yollar, köprüler, istasyonlar, stadyumlar, hava ve deniz limanları, barajlar, denize dolgular, arabalar, uçaklar, gemiler, elektronik cihazlar, mobilyalar, kılık kıyafet, kap kacak derken her gün, her saat tonlarca ama tonlarca malzeme üretiliyor. Araştırmanın daha ilginç bir bulgusuna göreyse bugün sadece bir hafta içinde üretilen malzemenin ağırlığı, dünyada şu an yaşayan sekiz milyara yakın insanın ağırlığına eşitmiş. Sadece bir haftada. 

Şimdi oturup düşünelim. Nereye kadar gidecek bu? Üretim dediğin şey hammade gerektirir. E, doğal olarak bunun bir yerde bitmesi gerekir. Nitekim bitiyor da. Pek çok şeyin hammaddesi biz farkında olmadan bitiyor. Otuz yıl önce üretilen kâğıdın malzemesiyle bugün üretileninki bir mi? Giysilerin büyük bir kısmı sentetik kumaşlardan üretiliyor bugün. Günümüz teknolojisi biten bir şeyin yerine şimdilik başka bir şey koyabiliyor ama o başka şey de bittiğinde ne olacak? Ne olacağı az buçuk tahmin edilebilir.  Mesela poşetler kalkacak, markete, pazara kırk elli yıl öncesine kadar olduğu gibi pazar fileleriyle gideceğiz gene. Kâğıt mendiller kalkacak, eskiden olduğu gibi cebimizde kumaş mendil taşıyacağız falan filan. Şu habere bir bakın, gün gelecek dünyada "kum mafyası" diye bir şey çıkacak deseler kim inanırdı. Ee, milyonlarca ton betonun üretildiği bir çağda kum da bir gün bitecekti elbette. Sadece kum mu? Madenler bitiyor, ormanlar bitiyor, tarım toprakları bitiyor, su bitiyor su.

Peki, bu işin nihai durumu ne olacak diye sorarsanız, naçizane tahminim, dünya insanlığı sırtından atacak. Sen benim ırzıma geçtin, al ben de seninkine geçiyorum diyerek insanı kıracak, gidişat bu yönde. Ve insan faaliyeti yeryüzünde azaldıkça gezegenimiz tahmin ettiğimizden bile daha hızlı toparlayacak kendini. Çevre felaketi, iklim krizi gibi kavramları her gün duyuyoruz artık ama insan penceresinden bu böyle, oysaki gezegenin gözünden bakarsan pek de öyle felaketlik bir durum olmadığını görürsün. Dedim ya, insanı sırtından attıktan sonra dünya hemencecik toparlar kendini, asıl felaket insan felaketi olacak. Bunun ne zaman olacağına dairse benim bir öngörüm yok, yirmi yıl sonra mı olur, iki yüz yıl sonra mı, bilmiyorum.

Dünya değil sekiz milyar, on beş milyar insanı bile rahatça besleyebilecek bir yer, gelgelelim insan doymak bilmiyor kardeşim.

29 Ekim 2021

Bu böyle

Sekiz on gün süren nezleden tam kurtulmuştum ki gene başladı. Dünden beri burnum akıp duruyor affedersiniz. Çok olmasa da hapşırıyorum da. Havaların soğumasından herhal. Kaloriferi de yakmaya başladım bugün. Gelgelelim ısıtmıyor, peteklerin havasını almak gerek. Keşke hayatta her istediğimiz şeyin havasını alabiliyor olsaydık. Gerçi her şeyin bir bedeli var. 

***

YouTube'dan sipsi açtım dinliyorum şimdi. Erbabı olan enfes çalıyor bu çalgıyı.

***

Windows 11 piyasaya çıktı. Ben de kurdum bilgisayara ama üç gün kullanıp Windows 10'a geri döndüm bugün. i3 işlemcili  bilgisayarımı zorladı biraz, hep sesli çalışıyordu. Beş altı yıl önce Windows 10'u çıkaran Microsoft güya artık yeni bir işletim sistemi çıkarmayacak, ömür boyu 10'u güncelleyecekti. Yalandan kim ölmüş.

***

Ne izlesem, diye düşünürken açtım Tatar Ramazan Sürgünde'yi izledim. Yemek olaraksa musakka yaptım. Bir zamanlar öldürsen patlıcan yemezdim, şimdi yemeğini yapıyorum. Bu böyle. Kendi yaptığım yemekleri bazen beğeniyor, bazen beğenmiyorum.

***

Kardeşim Vıladimir'e mektup yazmayalı yıllar olmuş. Nasıl bir ağır yüktür bu, bilemezsiniz.

***

Ziya Paşa'nın Terkib-i Bend'inden okudum bugün biraz. Diyor ki,

Hür olmak eğer ister isen olma cihanın
Zevkinde, safasında, gamında, kederinde.

***

Bir Facebook grubunda birisi nasıl insan sarrafı olunabileceğini sormuş. Muhtemelen haklıdır, insanlardan ağzı yanmıştır. Fakat heyhat, insan sarrafı olmak kolay mı be kardeşim.

24 Ekim 2021

Adamı altın kafese koymuşlar, ah bloğum demiş

Şu bir iki yıldır en çok kullandığım sosyal medya mecrası Instagram. WhatsApp ve diğer mesajlaşma programlarını sosyal medyadan saymayıp es geçiyoruz tabii. Bloğu ise, görüldüğü üzere, son yıllarda az kullanıyorum. Az yazıyorum, demek daha doğru aslında, zira her gün açıp bakıyorum. Blog âlemini de takip ediyorum tabii. Ama işte, yazmaya gelince eski verimim yok. Daha çok yazmam gerek, deyip duruyorum kendime. Deyip duruyorum da...

En çok kullandığım Instagram, evet, seviyorum da, gelgelelim kendimi hiçbir mecrada blogdaki kadar yerli hissetmiyorum. Bunu da söylemiş olalım.

9 Eylül 2021

Yaz bitti

Evvela, havalar serinledi, bir iki hafta öncesinin bunaltıcılığı yok artık. Birkaç gündür gömleğin altına atlet giyiyorum. Temmuzun ortasından itibaren genellikle üstü açık yatarken eylülün başlamasıyla pikeyi her gece kullanmaya başladım, şimdi de ikiye katlıyorum. Bir de yatarken tişört neyim giyiyorum. Yaz boyunca hiç mi hiç kapatmadığım pencere hâlâ açık gerçi, gelgelelim sabaha karşı üşütüyor artık hava. Bu gece ya pencereyi kapatacağım gibi görünüyor ya da yorganı çıkaracağım. Soğuk duşlar da elbette sona erdi, hele ki sabahları soğuk duş al alabiliyorsan.

O vakit ne diyoruz: Yaz bitti.

24 Ağustos 2021

Saz kırılacak

Eski işyerimden bir arkadaşı, işin oradaki ayağını yürütmek üzere İstanbul'dan İzmir'e göndermişler. Bu da toparlanmaya fırsat bulamadan, eşyalarımı arkamdan gönderin gelsin, diyerek alelacele gitmiş. Eşyalarını toplamışlar, üç koli tutmuş. Bir de sazı vardı arkadaşın, kolilerle sazı alıp kargo şubesine götürmüşler. Görevli tartmış, ölçüp biçmiş, 400 lira tutuyor ama siz 250 verin, demiş. Niye ki, diye soracak olmuşlar, adam da sürdürmüş: Saz büyük ihtimalle yolda kırılacak, o yüzden.

Sonra ne olmuş dersiniz? Saz sahiden de kırılmış. Üstelik de on gün sonra arkadaşı geri çağırmışlar, bütün o eşyalarla birlikte ama bu sefer sazsız dönüp gelmiş. Gülünecek şey değil ama duyunca bir gülmedir aldı beni. Şimdi yazarken de gülüyorum. Ve bu meselede beni böyle güldüren nedir, hâlâ çıkarabilmiş değilim.

15 Ağustos 2021

Düş içinde hatırlanan düş

Düşünde, beyaz duvarlı boş bir eve girdiğini gördü. Eve ayak basan ilk insan olmak canını sıkıyordu. Düşünde, bu düşü bir gece önce gördüğünü ve yıllardır ara sıra hep aynı düşü gördüğünü hatırladı. Daha uyanmadan biliyordu ki uyandığı anda düşü unutacaktı. Çünkü zaman zaman yinelenen bu düşün özelliği düş içinde hatırlanmasıydı.

Gabriel García Márquez, Yüzyıllık Yalnızlık.

14 Ağustos 2021

Çocukkapan

Bir kadın, denize kaçan çocuğunu yakalamak için "çocukkapan"la peşinden koşuyor.
NY Daily News'in fotoğrafçısı Ed Clarity'nin ödüllü bir fotoğrafı. 1950'ler. 
 

 

10 Ağustos 2021

Böyledir

Nevaleyi düzüp denize gittik arkadaşla. Biz yüzmekteyken martının biri gelip poşetteki şeftaliyi epey bir gagalamış, gene de poşeti yırtamamış. Ağzına bir şey atmaya gör, hemen yakına gelip öterek adeta, "bana da ver" diyecek kadar insana alışkın bir martıydı. Sudan çıkınca poşeti açıp şeftaliyi yanına attım. Gelip şöyle bir bakındı, bir ısırık alacak oldu, vazgeçti.

Hayat böyledir işte hocam.

3 Ağustos 2021

Nice öğleler gelip geçer

Tam öğleyin: saate vurursak, hergün başka bir andır bu, dallar yapraklar arasına saklanmış serçelere birbirinden ilginç türküler söyleten allar yeşiller renk olmaktan çıkıverir birden. Tepeler, bayırlar, duvarlar, evler ağırlığını yitirir, maddenin içi çekilir. Kızgın güneşli fundaları bırakıp toprağın oyuklarına kaçar ağustosböcekleri. Söğütler kıpırdamaz, otlar sallanmaz; oynak dikenler göğe yapışır sanki. Bahçe kapısının yanındaki tahtakova çatlar. Demin bağırıp çağıran çocuklar susuverir. Sarı-kuru çayırda taze-diri ot aramak için upuzun boynuyla başını çite gömmüş olan at, sağa sola dökülen kabarık yelesiyle tam kişneyecekken ağzını açamaz. Birtürlü yerden kalkamaz yol kenarındaki karga. Kıyıda kum çeken hantal mavna sulara gömülüverir çıt çıkarmadan. İnsanı hayvanı, ağacı toprağıyla olgun bir meyve gibi kıvamını bulur evren. Uçsuz bucaksız bir kilit kitlenir evrence. Yeri göğü kuşatan bir ip düğümlenir. Herşey nicedir özleyip aradığı orta'ya erişir. Durmadan artan bir acı diner. Varlığın çarkı durur. Tüm evren yepyeni bir anlam atılışıyla tam orta yerinden korkunç (ama korkunç) bir sessizlikle ikiye bölünür, – bölünür bölünmez de birleşir.

Beklenen gerçekleşmiş, büyük bir gizem özünün tadına ermiş, evren istediği aşamaya bugün de varmıştır.

Bu evrensel devrimin hemen ardından, sanki hiçbirşey olmamış gibi kaldığı yerden dönmeye başlar varlık: Eskisi gibi renklenir birden heryan. Taş ağır, ev görkemlidir yine. Ağustosböceklerinin bitmez türküleri hiç kesilmemiş gibi sürüp gider. Rüzgâr dirilik katar değdiği yere. Saklambaç oynayan bir çocuk sesi "oldu" diye yankı yankı yankılanır. Birara canını yitirir gibi olan at, özgür özgür kişner. Bir kanat havalanırken çirkin bir karga sesi kulakları tırmalar. Yeniden su yüzüne çıkan kum mavnasının gıcırtıları duyulmaya başlar. Canlısı cansızıyla evreni kendi üstüne kapayan kilit yeniden açılır. Sonsuz büyüklükte bir meyve, binbir sıkıntıyla, yavaş yavaş yeniden olmaya yönelir.

Ne yazık ki, yaşıyorum diyenlerden pekçoğumuzun haberi bile olmadan nice öğleler gelip geçer.

 Nermi Uygur, Yaşama Felsefesi.

2 Ağustos 2021

Zamansız doğmuş insanlar vardır

Zamansız doğmuş insanlar vardır; ülkesiz, sınıfsız ve geleneksiz doğmuş insanlar vardır. Yaşamı tek başına sürdürmeyi seçenler değil tam olarak; sürgünler, gönüllü sürgünler. Bunlar her zaman da duygusal değildir: belirli bir şeye ait değildirler yalnızca — yani hiçbir yere ait değildirler.

Henry Miller, Uykusuzluk (Insomnia).

22 Haziran 2021

Massimo Segafredo Hayata Nasıl Tutundu

Vincenzo Segafredo günün birinde öldü. Kara hastalıktan öldüğünü söyleyenler olduğu gibi, kızıl hastalıktan öldüğünü söyleyenler de çıktı. Doğrusu, kasabalı her ikisi hakkında da bir şey bilmiyordu, kimsenin merak ettiği de yoktu. Herkesin tek düşündüğü, Vincenzo'nun geride bıraktığı biricik oğlu Massimo'ya kimin bakacağıydı. Tıpkı Massimo'nun kendisi gibi, babası Vincenzo da babasının tek çocuğuydu. Anlayacağınız, ne bir amcası vardı Massimo'nun ne bir halası. Başka bir memleketten olan annesiyse onu doğururken ölmüştü. Yalnızca yaşlı büyükbabası Pietro vardı, onun da yakında öleceği söyleniyordu ve kendine bile bakacak hali yoktu. Zaten hastaydı Pietro, üstüne bir de oğlu Vincenzo'nun ölümü gelince, acısı dayanılacak gibi değildi. Gelgelelim metin olmalıydı, zira o da giderse Massimo bu dünyada büsbütün yalnız kalacaktı.

Via
Konu komşuyu hayrete düşürerek kendi gücü kuvvetince toparlandı Pietro ve ölmeden önce torununa bir ekmek kapısı kotarmaya çabaladı. Massimo Segafredo o zamanlar on dört yaşındaydı. Akıllı bir çocuktu ve sağlam karakteri şimdiden göze çarpıyordu. O da tıpkı büyükbabası gibi çabuk toparlandı ve onun tembihlerini birebir yerine getirmeye koyuldu. Pietro gençliğinde kendisinin, sonralarıysa oğlu Vincenzo'nun yıllarca çalıştırdığı değirmeni yirmi süt keçisi karşılığında on yıllığına Domenico'ya kiralattı. Böylece Massimo keçi çobanı oldu. Kendi keçilerinin çobanı. Bir yıl sonra büyükbabası Pietro öldü. O ise on yedi yaşına kadar üç yıl boyunca keçi güttü. Sütünü sattı keçilerin, kılını sattı, yavrularını büyütüp sattı, nihayetinde yaşından beklenmeyecek bir çalışkanlık ve sebatla epeyce para biriktirdi ve bir kahvehane açmaya karar verdi. Beş-altısını bırakıp keçilerin gerisini elden çıkardı, kasaba meydanında bir dükkân alıp kahvehanesini çalıştırmaya başladı. Kahvesi çok beğenildi. Tekmil kasabalı her gün gelip içiyordu. Daha o zamanlarda bile kasabanın dışına yayıldı ünü. Çünkü Massimo Segafredo keçilerin sağmal olduğu mevsimlerde kahveye keçi sütü de katıyordu.

Gel zaman git zaman, ünü çevre kasabalardan bölgeye, oradan tüm ülkeye yayıldı. Bugün hâlâ Segafredo'nun kahvesi içilir o diyarlarda.

 

Keçiler süt verdiği sürece bu dünyada öykülerin devamı da gelecektir, fakat ne zaman, kim bilir.

28 Mayıs 2021

Güneşler içindeki damdan insan dolu dünyaya baktığında

Can sıkıntısı günümüz insanının hamurunda var. Esasında insanın ruh hali havanın durumundan farksız, kâh açık kâh kapalı, kâh sıcak kâh soğuk. Fakat kardeşim, bu nasıl bir can sıkıntısıdır? Hayatımın her döneminde herkes gibi belli başlı sıkıntılarım oldu elbette ama şu son bir-iki yıldır yaşadığıma benzeri de az oldu herhalde. İş dışında yaptığım hemen her şeyi rastgele yapıyorum. Plan neyim yok. Dışarı çıkıyorum, ayaklarım beni nereye götürürse oraya gidiyorum. Bazen öyle oluyor ki ayaklarım bile kararsız kalıyorlar, o kadar yani.

Dün de dışarı çıktım, metrobüs durağına mı gitsem, yoksa otobüs durağına mı diye karar vermeye çalışırken bir baktım otobüs durağına varmışım da hâlâ karar vermeye uğraşıyorum. 41AT geldi, tam biniyordum, caydım, az sonra EM2 geldi, kendimi Eminönü'nde buldum. İnip Mahmutpaşa kalabalığına daldım, oradan da Beyazıt'a. Gelmişken sekiz yüzüncü kez kuleyi sorayım bari dedim, gidip kapıya sordum, kule açılmayacak, dedi görevli, yıllardır restorasyonda. Beyazıt Kulesi'ne çıkamadım gitti.

Arkadaşım aradı, ne yapıyorsun, diye sordu, öylesine geziyorum, dedim. Öylesine gezilmez, plan yap da öyle gez, dedi, iyi ama amaç yoksa planı neye bakarak yapacaksın, dedim. Hak verdi. 

Beyazıt'tan tramvaya bindim, Kabataş'ta indim, devam etse daha da gidecektim zaten. Vapur iskelesine girdim, turnikeleri geçtim, üç vapurdan birini gözüme kestirmeye çalıştım. En soldakini seçip bindikten sonra nereye gittiğini sordum, Emirgân-Sarıyer dediler, iyi dedim. Yol boyunca rastgele oranın buranın fotoğraf ve videolarını çektim. Nasıl da esiyordu, Boğaz'ın bilindik hali, gömleğimin kollarını indirdim.

Emirgân'da inip sahil boyu epeyce yürüyüp yorulduktan sonra bir duraktan otobüse binip Beşiktaş'a geldim bu kez. Az biraz dolandıktan sonra da gene otobüse binip Taksim'e vardım, oradan da metro, metrobüs derken eve geldim. Zaten saat dokuz olup sokağa çıkma yasağı da başlamak üzereydi. Yemek yedikten kısa süre sonra uykuya daldım. Çok da iyi oldu, pandeminin bozduğu uyku düzenimle çoğu kez geç vakitlere, hatta sabaha kadar uyuyamadığım oluyor zira.
***
Bazen de evde can sıkıntısından bir şeyler tasarlayıp Instagram'a atıyorum, aklıma ne eserse. 
***
Ayşenur Kolivar'ın ismini duymuştum galiba ama hiç dinlememiştim. YouTube'da rastgele karşıma çıkınca yirmi beş parçalık Bahçede Hanımeli albümünü açtım dinliyorum. Türkülerinin çoğu kendi dilinde, Karadeniz Rumcasıyla söylüyor. Arada başka dillerde olanlar da var sanki.
***
Netflix'te izlenecek o kadar şey varken YouTube'da İşler Güçler dizisine sardım geçen haftadan beri. 2012-13'te kırk bir bölüm yayımlanmış, günde iki üç bölüm izliyorum, bitmek üzere. Yirminci bölümüne kadar iyiydi de sonrası zaman zaman eh işte, zaman zamansa çöp. Gene de sırf kafamı dağıtmak için izliyorum işte. 
***
Üç-beş yıl önce başlattığım beslenme devrimi kapsamında ketçap-mayonez yemeyi de tamamıyla bırakmıştım. Bugün makarna yaptım, bir kerecikten bir şey olmaz diyerek üzerine azıcık ketçap da döktüm. Bu ketçabı da yirmi gün önce eve gelen arkadaşım Barış alıp gelmişti, hâlâ dolapta duruyor. Barış çok zararlı besleniyor, patates kızartması mı dersin, kola mı dersin, ketçap mı. Geçen yıl da kahvaltılık bir acı sos almıştı, aylarca durdu dolapta, çünkü sadece o yiyordu. Geçen gün de tavuk sote yaptım, meğer sivri biberler acı değil miymiş, üstelik kara biber de katmıştım, o nasıl acıydı öyle. Gene de dert etmedim, hayatta ne acılar var, diye arabeske vurdum geçtim.
***
Şu an Ayşenur'un on yedinci türküsü çaldığına göre, sürelerine şöyle bir bakınca bir saattir bu yazıyı yazıyorum. Bu kadarını çok daha uzun sürelerde yazmışlığım var.
***
Pencereden dışarı bakıyorum ara sıra, hep aynı şeyler görünüyor.

Penceremin önündeki dama geçen yıl haziranda şu bebek düşmüştü, bu mayısta da bu gördüğünüz düştü, bir hafta kadar kaldı orada, üç dört gün önceki rüzgâr vurdu düşürdü, bir gün de yerde kaldı, sonra gözden kayboldu gitti.
***
Kahve içmeyi de geçen yazdan epey azaltmıştım, bu aralar gene başladım, bakalım nereye varacak sonu. Şu pandemi de artık bitse, şu maskelerden kurtulsak ne güzel olacak!
***
Geçen yılki o bebekli yazıya Edip Cansever'in bir dizesini başlık olarak atmıştım, bu yazının başlığı da Ritsos'tan olsun:

Bir mayıs günü bırakıp gittin beni,
seni o mayısta yitiriyorum,
o sevdiğin bahar mevsimi, yavrucuğum, çatıya çıkıp
güneşler içindeki damdan insan dolu dünyaya
baktığında...

15 Mayıs 2021

Zirveye Uçmak veya Sürünerek Tırmanmak

İnsan şanslı doğmuşsa, mesela İskender'se ve kendisinden 100-150 yıl önce olağanüstü bilgisi ve el emeğiyle o muazzam Akropolis'i inşa etmiş bir halkın mensubu olan Aristoteles gibi bir düşünce devinin öğrencisiyse ve yanında da ölüme gülümseyen aslan arkadaşları varsa, süper güçlere bile diz çöktürüp zirveye uçarak ulaşabilir.

Yok ama eğer insan iliklerine kadar çürümüş bir toplumda doğmuşsa ve sadece anası babası değil, atalarının ataları da elifi görse mertek sanan kişilerse ve etrafı da ayılar, tilkiler, çakallar ve sırtlanlarla çevriliyse, işi çok zordur; çünkü ancak akrepler, yılanlar ve çıyanlar arasından sürünerek zirveye tırmanabilir; tabii eğer tırmanabilirse!

Çünkü bilgi ve kültür bir topluma ancak birkaç nesilde yayılabilir. Çünkü medeniyet, kavak değil, zeytin ağacı gibidir; çok yavaş büyür.

Sabah Kara

5 Mayıs 2021

Hayallerini sürdür, onlara ne zaman ihtiyacın olacağını bilemezsin

"Yaz," dedi.
"Varır varmaz sana yazacağım," diye yanıtladı Julián.
"Hayır. Bana değil. Kitap yaz. Mektup değil. Benim için yaz. Penélope için yaz."
Julián başıyla onayladı, en çok özleyeceği kişinin arkadaşı olacağını ancak şimdi fark etmişti.
"Ve hayallerini sürdür," dedi Miquel. "Onlara ne zaman ihtiyacın olacağını asla bilemezsin."
"Her zaman," diye mırıldandı Julián, ama trenin gürültüsü kelimelerini bastırmıştı.

Carlos Ruiz Zafón, Rüzgârın Gölgesi.

28 Nisan 2021

Başkasının Atı

Bir süredir bir rüya görüyordum. Rüyamda başkasının atına biniyordum. Başlangıcı pek de ilginç sayılamayacak olan bu rüya, ilerleyen zamanlarda bazen epey ilginç geliyor, bazen de gayet olağan görünüyordu. Tabii, şunu da söylemeliyim, rüyayı ilk gördüğüm zaman ben bunun bu kadar uzun süreceğini de, bu kadar çetrefilli olacağını da bilemezdim. Nereden bileydim?

Gördüğüm ilk rüya şöyleydi: Herhangi bir günde, ben işimde gücümdeydim. Her şey yolundaydı, gündelik hayat tüm sıradanlığıyla akıp gidiyordu. Birden, bir süreden beridir orada, gözüme görünür bir uzaklıkta, öylece kendi halinde eğleşen bir atın bana doğru geldiğini gördüm. Dediğim gibi, atı ben önceden orada görüyordum, ama yalnızca görüyordum, ne dikkatimi çekmişti ne bir şey. Ama işte, o bahsettiğim anda atın bana doğru geldiğini görünce, doğrusu şaşırmadım fakat yine de, hayırdır inşallah, diye geçirdim içimden.


At geldi, bana ne uzak ne de yakın sayılabilecek orta karar bir mesafede durdu. Ben bir şey yapmadım, işime gücüme baktım. Ancak biraz sonra, bu atın bana daha bir yaklaşmaya başladığını fark ettim. Korkmuyordu benden. Herhalde insanlara alışıktır, diye geçirdim içimden. Hem, benden neden korksundu ki? Ayıptır söylemesi, hiç de öyle korkulacak bir görünüşüm yoktur. At yanıma bu kadar yaklaşmışken ben de, biraz ilgi göstereyim bari, dedim. Gösterdim de. Ben ilgi gösterince beni sevmeye başladı. Allah var, ben de onu çok sevdim. İyi bakılmış bir Arap atına benziyordu, ama tam olarak ne olduğunu henüz anlayamamıştım. Biraz daha sevmeyi sürdürdüm. O da buna karşılık olarak yelelerini uzattı. Çok akıllı bir ata benziyordu, hani şu, Yaşar Kemal'in kitaplarında geçen akıllı uslu atlar var ya, işte onlara benziyordu. Neyse efendim, yelelerini uzatınca ben de nazikçe tuttum ve okşamaya başladım. Böyle olunca da bana iyiden iyiye alıştı, sokuldu, iyi mi. Bana bir şey anlatmak istiyor gibiydi. Rüya bu ya, çok geçmeden anladım ne istediğini. İlgi istiyordu. Besbelli ki sahibi hiç ilgi göstermiyor, o da ilgiyi dışarıda arıyordu, ne yapsındı biçare?


Sahibi demişken, tam da o sırada sahibi geldi aklıma. Böylesi bir atın muhakkak bir sahibi olmalıydı. Hiç de öyle kırlarda başıboş dolaşan atlara benzemiyordu çünkü. Dedim ya, iyi bakımlı bir attı. Sahibini merak etmekle birlikte, o an yapabileceğim pek bir şey de yoktu. Bildiğim tek şey, bu atın at gibi görülmeye ihtiyacı vardı. Derin bir çaresizlik içindeymişçesine bana iyice sokuluyordu.


Biliyorsunuz, her canlının bir doğası vardır ve kendisine o doğanın gerektirdiği biçimde davranılmak zorundadır. Öyle davranılmadığı taktirde doğası değişmeye başlar. Demek istediğim şu, insana insan, ağaca ağaç, kediye kediymiş gibi davranılmak zorundadır. Yoksa insan insanlığından, ağaç ağaçlığından, kedi kediliğinden, ama az ama çok, uzaklaşmaya başlar. Sözgelimi, ağaca ağaçmış gibi davranmadığınızda size meyve vermeyebilir. Bunları niye anlatıyorum? Rüyamda gördüğüm atın durumunu daha iyi anlatabilmek için. Bu ata atmış gibi davranılmıyordu, belliydi. Neden acaba?   


At bana sokuldukça ben ilgi gösterdim, ben ilgi gösterdikçe at bana sokuldu, derken birbirimize iyice alıştık. Ne var ki, vakit de geçiyordu. Akşam üzeri olmuştu, benim eve dönmem gerekiyordu. Peki, ama bu atı ne yapacaktım? Öyle ortalıkta bırakıp gitmek içime sinmiyordu. Gece de burada kalsa kurtlara yem olması işten bile değildi. Zaten etrafta fırsat kollayan sürüyle kurt vardı. O yüzden mutlaka bir şey yapmam gerekiyordu. Ben de yaptım, atı yanıma alıp eve götürdüm. 

Rüyayı ilk görüşüm burada sona erdi, uyandım. Birkaç dakika etkisinde kaldım. Hiç böyle atlı bir rüya görmemiştim çünkü. Ne yalan söyleyeyim, içimden, keşke biraz daha sürseydi, dedim. Sonunu merak ettim çünkü, sahibi bir yerlerden çıkıp gelecek miydi? 

Merakım, sonraki gece atı bir kez daha rüyamda görmemle giderilmiş oldu. Üstelik, rüyam dün kaldığı yerden devam ediyordu. Sabahleyin, atı kapatmış olduğum yerden çıkarıp yine çayırlıklara götürdüm. Kimi zaman biniyor, kimi zaman da otlaması için öylece salıyordum. Bir yerlere bağlamama da gerek yoktu. Çünkü zaten at kendisi bana gelmişti ve hiç de gidecek gibi davranmıyordu. 

Bu böyle bir zaman sürdü. Atı sık sık rüyamda gördüm. Beni bilenler bilir, bilmeyenler için söyleyeyim, ata binmeyi çok severim. Çocukluğum at sırtında geçti. Hayır, o klişe lafı tekrar edip şaka yapmıyorum, gerçekten çocukluğum at sırtında geçti. Henüz beş-altı yaşlarındayken bir başıma ata binebiliyor, üstelik bundan da büyük bir zevk alıyordum. Dolayısıyla rüyamda gördüğüm o güzel ata da sık sık biniyordum. Bir zaman sonra artık rüya normal gelmeye başladı. O kadar kanıksamıştım ki herhangi bir gece başımı yastığa koyarken, o gün rüyamda "atımı" göreceğimi tahmin ediyor, hatta tahminden de öte biliyordum, ve gerçekten de at o gece rüyama giriyordu.

Bir gün yine atı rüyamda gördüğüm bir gecenin sabahında uyanınca nedense birden atın sahibi aklıma geliverdi. İlk başlarda biraz üstünde durmuş, daha sonra tamamen unutmuştum bu konuyu. Bu atın sahibi neredeydi ve neden hiç ortaya çıkmıyordu? Biraz düşündüm ve rüyamda sahibiyle ilgili bir ipucu olup olmadığını sorguladım, ama aklıma o an bir şey gelmedi. Bunun üzerine bir karar verdim, rüyayı görünce, tam da gördüğüm sırada her türlü ayrıntıya dikkat edecek, böylece sahibiyle ilgili bir işaret yakalamaya çalışacaktım. Böylece o günün akşamını sabırsızlıkla beklemeye koyuldum. 

Akşam oldu. Her zamanki yatma zamanımdan önce yatağa girdim, atla ilgili türlü türlü şeyler düşünmeye başladım. Bir zaman sonra uyuyakalmışım. Sabah uyandığımda tam anlamıyla hayal kırıklığına uğradım. Çünkü at o gece rüyama girmemişti. Halbuki son zamanlarda hemen her gece giriyordu. Neyse, dedim ve yine geceyi bekledim. Ama yine olmadı. Ertesi sabah kalktığımda yine aynı hayal kırıklığını yaşadım. Böylece birkaç gün geçti ve artık atım rüyama girmez oldu. Buna bir yandan üzülüyor, bir yandan da şaşırıyordum. Onca zamandır rüyama girmesine karşın neden birden bire bıçak gibi kesildi. Üstelik, yaşamımda herhangi bir değişiklik de söz konusu değildi o sıralar. Son aylarda ne yapıp ediyorsam onu yapıp etmeyi, ne yiyip içiyorsam onu yiyip içmeyi sürdürüyordum.


18 Nisan 2014'te buraya kadar yazmış, bırakmışım. Neden bitirmedim, kendim de bilmiyorum.

20 Nisan 2021

Psikoloji nedir?

Psikoloji en geniş anlamıyla "kedi bilimi" demektir. Kedileri her açıdan ele alan bilim dalının adıdır. IX. yüzyılın ortalarından beri kullanılan bir terimdir. Kedilerin çeşitli özelliklerine göre sınıflandırılması, insanlarla ilişkileri, yaşadıkları ortamlar, tüy renklerine göre aldıkları adlar, farelere yaklaşımları, köpeklerle aralarındaki sosyal mesafe vb. hep psikoloji biliminin inceleme alanı olan konulardır.

Her ne kadar müstakil bir bilim dalı olması yüz elli yıl kadarlık bir geçmişe sahipse de psikoloji biliminin kurucusu olarak Orta Çağ'da yaşamış ünlü Portekizli zoolog Felixao da Catto kabul edilmektedir. Catto, psikolojinin zoolojiden ayrılarak kendi başına bir disiplin haline gelmesi gerektiğini ilk defa olarak dillendiren kişidir. Ya.

2 Nisan 2021

Ben Senin Krallığın Ülkene Yetiştim

Ben senin krallığın ülkene yetiştim
Kaldım gölge tanımayan güzelliğinle.
Her sabah büyüten denizimizi böyle
Gülüşlerindi o ülkede bilmez miyim.

Sen o çıktığım sularsın, zencim benim
Denize bakan evler gibiydim seninle.
Dur, geliyorum ellerin ne güzel öyle
Beni şey et gülüşlerini bekleyeyim.

Sen gittiğim o ülkesin varılmıyorsun
Vurmuş sonrasız nasıl en güzel sulara
Güzelliğin balıkları gibi İstanbul'un.

Şimdi her yerde ne güzeldiniz o kalmış
Yankımış denizlere öbür kadınlara
Dünyada sizinle İstanbul olmak varmış.

İlhan Berk

1 Nisan 2021

Çekik Gözlü Atlar

Rüyamda günümüzden bin yıl kadar önce Çin'deyim. Neredeyse hiç şehir yok fakat çok köy var. Bu köylerin arasındaki mesafeyse azımsanacak gibi değil. Bütün bir koca coğrafya ormanlık dağlar, tepelerle kaplı. Ulaşımsa atlarla sağlanıyor. Ancak öyle her önüne gelenin atı yok. Zenginlerin var sadece. Bir köyde bir-iki at ya var ya yok.

Çinli değilim. Oraya başka bir diyardan gelmişim. Tuhaftır, Çinlilerle anlaşabiliyoruz, ama daha da tuhaftır, hangi dili konuştuğumuzu bilmiyorum, ben mi onların dilini konuşabiliyorum, onlar mı benimkini, hiç bilmiyorum.

Altı ay kadar kaldıktan sonra ayrılıp memleketime döneceğim zaman gelip çatıyor. Dönüş hazırlıklarımı yapmaya başlıyorum. Bir gün benden sekiz-on yaş büyük bir arkadaşım, "Burada kaldığın kısa süre içinde Çin'le ilgili pek çok şey öğrendin, gelgelelim bir şeyin bir türlü farkına varamadın," diyor bana. "Nedir ki o şey?" diye atılıyorum merakla. "Atlarımız," diyor, "tıpkı bizler gibi çekik gözlüdür." Bunu duyunca utanıyorum. Nasıl olur da atları çok seven ben bunu fark etmem? Mümkün mü bu? Atı olan köy büyüğünün evine gidelim, diyorum. Gidiyoruz. At evin önünde bağlı, otluyor. Yanına yaklaşıp bakıyorum, evet, sahiden de öyle, at çekik gözlü. Rüyanın burasında uyanıyorum.

Böyle gri tarihler, gri gökler altında yaşadık. İlhan Berk

24 Mart 2021

Söyle bülbülcüğüm söyle

İstanbul'a henüz yaz günleri gelip cümle çiçekler zeyn olmamışsa da şiirdir, ola ki içimizi ısıtır.


Yine yaz günleri geldi söyle bülbülcüğüm söyle
Cümle çiçekler zeyn oldı söyle bülbülcüğüm söyle

Kış çıkıcak irdi bahâr cânunı gafletden uyar
Cennete döndi her diyâr söyle bülbülcüğüm söyle

Yeşil ton geydi ağaçlar pervâz urup uçar kuşlar
Nefesün canlar bağışlar söyle bülbülcüğüm söyle

Işk ile eylegil cûşı gider gönlünden teşvîşi
Çıkuban gülzâra karşı söyle bülbülcüğüm söyle

Kuru dikende gül biter hasretinden gine yiter
Dertli m'oldun benden beter söyle bülbülcüğüm söyle

Bülbül âşık idur güle âşıkun hâlin kim bile
Güle karşu hoş ışk ile söyle bülbülcüğüm söyle

Kudret haznesi açıldı âleme rahmet saçıldı
Hulle tonları biçildi söyle bülbülcüğüm söyle

Şeyhüm andadur ben bunda cânum karar kılmaz tende
Zârılığum dün ü günde söyle bülbülcüğüm söyle

Kanadun açabilürsin açuban uçabilürsin
Deryâlar geçebilürsin söyle bülbülcüğüm söyle

Yuvandan yavrun aldılar seni divâne kıldılar
Zaman böyl'olur didiler söyle bülbülcüğüm söyle

Geçdi ya ömrümün varı kor gidersin bu gülzârı
Yûnus’un mûnisi yâri söyle bülbülcüğüm söyle

Yunus Emre

15 Mart 2021

Kutsal Ben

İşin özü biraz daha başkaydı elbet. Her şeyden evvel kendimin kutsal olduğuna inandırmıştım kendimi. Kimsecikler için değil ama, sırf kendim için kutsaldım ben, kendimin kutsalı. Buna iyiden iyiye kendimi inandırdıktan sonra elim ayağım, saçım başım, tırnağım dişim, içim dışım hep kutsal görünmeye başlamış, benim de haliyle  onlara bakışım değişmişti. Artık sabahları kalkıp elimi yüzümü yıkadığımda mesela, daha bir özenle yıkıyordum. Parmaklarımla saçımı tarayışım bile değişmişti. Anlayacağınız kutsal bir beden taşıyordu şimdi ruhumu.

—M.Ö. yaşamış Koreli filozof Kim Ki-Bu 

13 Ocak 2021

Buz Tutmuş Bir Rüya

Rüyamda yavru ördekler annelerine, "Bizi göle götür," diye ısrar ediyorlar. Başlangıçta hiç oralı değil anne, "Bu kış günü ne gölü," diyor, "kesin sesinizi, oturun oturduğunuz yerde." Gelgelelim yavruların ısrarı kestirilip atılacak türden değil. Kümesten yaşlıca bir hindi, "Ee, kızım, bu mevsimde yavrularsan olacağı bu," diyor. "Sen sus," diyor içinden anne ördek, "mel'un hindi, yılbaşında götürülüp kesilmediğine dua et."

Yavruların ısrarının kesilmeyeceğini anlayan ördek onları alıp göle götürüyor, çaresiz. Akşama da az kalmış. Varır varmaz göle atlıyorlar birer birer. Yirmi dakika kadar yüzdükten sonra, "Hadi, yeter artık," diyor anneleri, "eve gidiyoruz." Fakat yavrular onu duymuyorlar bile. Anne bir on dakika daha sabrettikten sonra bir kez daha sesleniyor, "Yeter artık, gidiyoruz." Sızlanmalar başlıyor, "Hayır, biraz daha kalalım," sesleri duyuluyor. Anne başına iş açtığının farkına varıyor. Sesini yükseltiyor, bağırıyor, kızıyor da yavrular ancak o zaman gölden çıkmaya başlıyorlar isteksizce. Ne var ki bir tanesinin hiç çıkası yok. Anne yavruları sayınca fark ediyor bunu. Sazlıkların arasında saklanmış. Annesi çağırıyor, gelmiyor. Bağırıyor, oralı olmuyor. Bakıyor ki olacak gibi değil, "Siz kalın burada, sakın bir yere gitmeyin," diye öbürlerini uyararak suya atlıyor. Haylaz yavru kaçmaya başlıyor. Sazlıkların arasında gizleniyor, kimi zaman etrafında dolanıyor, annesini iyicene yoruyor. Anne ördek afallıyor, nesi var bu yavrunun böyle, anlamak için sudan çıkıp diğerlerinin yanına gidiyor. Biraz sessizce bekledikten sonra bu kez tatlı dille onu çıkarmayı deniyor. Bebeğim, şekerim, kuzum, sıralıyor. Fakat bu da para etmiyor. Ördek bir kez daha suya atlayıp kovalıyor ama bir sonuç alamıyor. Tepesi atıyor, gölden çıkıp yavruları alıp eve doğru yol alıyor. Hava da kararmaya başlıyor. Epey de soğuk. Ördeğin öbür yavrularını bırakıp döneceğini sanıyorum. Gelgelelim uzunca bir zaman geçiyor da gelen giden olmuyor.

Nihayet bir ses yükseliyor. Epeycedir sazlıkların arasında pusup kalmış olan yavru bağırarak annesini çağırıyor. Anne duyuyor mu, duymuyor mu, belirsiz. Vakit geçiyor biraz. Ve ben pek çok kez olduğu gibi, en heyecanlı yerinde uyanıyorum rüyanın. Tuvalete gidip geliyorum ve derhal gözümü kapatıyorum belki devamını görürüm diye. Şansıma bak ki bu kez görüyorum da, halbuki hiç olmaz böylesi. Rüyam kaldığı yerden değil de kesintiye uğramış da devam ediyor. Sabah olmuş, yavru ördeğin yarısı donmuş olan suyun içinde donakalmış, göğsünden yukarısı da dışarıda, annesiyle kardeşleri gelmiş, kenardan onu izliyorlar, o da bir neşeli, bir neşeli ki sorma. Diğerleri de yüzlerinde gülümseyişle bakıyorlar ona. Yarısı böylecene buz tutmuş haldeyken neden bu kadar neşeli ki bu ördek, diye meraklanıyorum. Ve işte o sırada bir kez daha uykum bölünüyor. "Rüyamızın en heyecanlı yerinin neresi olduğunu nereden bilebiliriz," diyorum kendi kendime.

7 Ocak 2021

Bir kadeh meyle değişmiş küfrü de imânı da

Bağlanıp zülfünde bozdum ahdi de peymânı da
Çeşmini gördüm unuttum derdi de dermânı da

Ey hoş ol mest-i muhabbet kim humâr-ı aşktan
Bir kadeh meyle değişmiş küfrü de imânı da

Merd-i bî-kayda belâ-keşliktedir ârâm-ı dil
Yoksa çoktan terk ederdim cânı da cânânı da

Bende-i pîr-i harâbâtım ki yoktur sıkleti
Zâhid-i zerrâkın olsun ilmi de irfânı da

Âteş-i can-sûz-i dil fikr-i dehân-ı dil-rüba
Âşıkın ma'lûmudur peydâsı da pinhânı da

Çünki derd ehline hep bîgânelerdir çare ne
Sen dahi yâd etme Gâlib sabrı da sâmânı da

Şeyh Gâlib

2 Ocak 2021

İnternetsel işler

Ayrıca rivayet olunur ki Sâdi'nin zamanında damara basmak modaydı.


1 Ocak 2021

Olacak iş

Yıl olmuş 2021, benim hâlâ zaman zaman canım sıkılıyor. Olacak iş değil. Ee, olacak iş değilse nasıl oluyor ki bu iş? Oluyor işte, nasıl oluyorsa öyle oluyor demek ki. Yağmayacak yağmurla kar da yağsa bari. Yağsa da ortalığı biraz şenlendirse.

***

Bugün Facebook'ta 158 arkadaşımın doğum günüymüş. Ne diyelim, insanın arada doğası da geliyor demek ki.

***

Bir zamanlar maarif nazırı olan Emrullah Efendi'nin "Şu mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdik," dediği söylenir ya, o minvalde, şu insanlar da olmasaydı dünyayı ne güzel idare ederdik. Geride bıraktığımız 2020'ye dönüp şöyle bir bakınca aklıma pandemi mandemi gelmiyor da bu geliyor nedense.

Hadi iyi akşamlar.

Sayfa başına git