Rüyasında Benjamin, çok uzun zaman önce ayrıldıkları evlerine tekrar taşınmış gördü kendini. Gerçekte oraya, o eve geri dönmeyi hiç mi hiç düşünmemişti. Hatıra torbasının dibine çöreklenmiş birkaç imge vardı yalnızca, başka da bir şey yoktu oraya dair.
Annesi vardı yanında Benjamin'in. Bir de kadın. Kim olduğunu bilmiyordu bu kadının. Dışarıdaydılar. Buğday dolduruyorlardı torbalara. Orada yaşarken hep yaptıkları işlerdendi bu da, yadırganacak bir şey yoktu. Kadın oturmuş torbayı tutuyor, annesiyse elinde bir tenekeyle buğdayı boşaltıyordu içine. Uyandıktan sonra kendisinin orada, o esnada ne yaptığını çıkaramadı Benjamin. Galiba yalnızca seyrediyordu.
Rüyasını "geriye gidiş" olarak yorumladı Benjamin. Hayatta, olmaz denilenin de olabileceğini bilecek yaştaydı. Bir daha olmaz diye bellediği şeylerin olduğunu, elbette bir daha gitmem dediği yerlere gittiğini de tecrübe etmişti.
Lavaboda yüzünü yıkarken aynada yüzüne bakıp "Acaba?" diye geçirdi içinden. "Yok," dedi ardından, "oraya bir daha niçin gideyim ki?" Hem zaten yıllarca oturdukları o ev de epey bir zaman önce yıkılmamış mıydı? "O halde," dedi kendi kendine, "hayatımda bir geriye gidiş söz konusu olacak." Fakat bu düşünce de beynini daha bir bulandırmaktan başka işe yaramadı. Çünkü zaten Benjamin hayatının son demlerini hep geriye gidişin muhasebesini yaparak geçirmekteydi. Eskiden her bakımdan daha iyi olduğunu, hayatın güler yüzüne hep güler yüzle karşılık verdiğini, fakat şimdi o eski hayatından eser kalmadığını, pek çok şeyin, pek çok kimsenin, kısacası hayatın gerisine düştüğünü benimsemişti iyice.
Salona geçtiğinde pencereden dışarı baktı bir süre. Oynayan çocukları izledi yukarıdan. "Daha ne kadar geri gideceğim?" dedi.
Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi :)
YanıtlaSilTuhaf olduğu her halinden belli. :)
SilSevgiler...