8 Ocak 2015

Aynur Abla

Çocukluğumun en belirgin figürlerinden biriydi Aynur Abla. Belki üzerinden uzunca süre geçmedi ama büyüklük - küçüklük denen kavramların anlamını yitirmemiş olduğu zamanlardı henüz, büyüğün büyüklüğünü, küçüğün küçüklüğünü bildiği zamanlar; şöyle yirmi-yirmi beş yıl kadar önce.

Akrabaydık, komşuyduk. Yaşıtım olan kardeşleriyle arkadaştık.

Şimdi artık ne o eski köyler kaldı, ne de eski köy yaşamı. Üretim vardı köylerde. Herkes, biz çocuklar bile üretimin içindeydik. Kimimiz hayvan bakıyor, kimimiz köyle yayla arasında her gün mekik dokuyorduk. Elbette yaş büyüdükçe omuzlardaki yük de giderek büyüyor, ağırlaşıyordu. Fakat kadim bir maya ile yoğrulmuş, sağlam bir biçimde pişirilmiş insani kültürün henüz yitmemiş olması zorluklarla dolu hayatımıza karşın elimizdeki en büyük kozdu. Hayat bizimdi ama zorlukları da en az kendisi kadar bizimdi, ironi bazen acı da oluyor, değil mi ya. Ne ki, yaşamın zorluklarının söz konusu olduğu yerde hiçbir zaman eşitlikten söz edilmemiştir, kimine zor, kimine daha zor, kimineyse çok daha zor yüzünü göstermiştir hayat; belki de en zor yüzü Aynur Ablaya kısmet olmuştur, kim bilebilir. Hem, kısmet dediğin nedir?

Kadınlar, ah kadınlar!.. Erkeklerin oturduğu söylenemezdi, fakat kadınların yükü her zaman olduğu gibi o zaman da daha fazlaydı. Köy kızları o zamanlar ne çocukluklarını, ne gençliklerini, ne de kızlıklarını yaşayabilirlerdi. Handiyse yetişkin olarak doğarlardı. Ne kadar iç acıtıcı!..

Evin yükünü anneleri ve kız kardeşleriyle birlikte taşıyan, sabah akşam demeden, dur durak bilmeden çalışan köy kızlarından yalnızca biriydi Aynur Abla. Nitekim adına talihsizlik denen o illetten o da nasibini alıyordu, nasip denirse...

Hayat denen bu anlaşılmazlıklar dizgesi içinde insan bazen yolunu şaşırıyor. Bazen de, bırakın yolunu şaşırıp başka yola sapmayı, herhangi bir yola bile giremiyor doğrusu. Bazen durup hayatı ucundan bucağından sorgulamak istediğinizde bile bunu doğru dürüst yapamadığınızı gördüğünüzde içinizden kendinize acıyasınız bile gelir. Sizi bilmem ama ben –her ölümde diyemesem de– bazı ölümlerde hayatın anlamsızlığı fikrine ufaktan da olsa sıcak bakmak gerektiği kanısına varırım. Aynur Ablanın ölümü de böyle oldu. Bazı insanların gönlünce yaşayamıyor oluşunu hangi kuramla açıklayalım? Gönlünce olmadıktan sonra insan ne yapıp etmeye gelir şu dünyaya? Benim açıklayabileceğim meseleler değil bunlar, dedim ya, bazen tıkanıyor insan. Gene de hayatı sorgulamak esas işimiz olmalı, diyorum naçizane.

Aynur Abla öldü bugün. Aylardır amansız bir hastalığın pençesindeydi. Yenik düştü. Yaşamının son demlerine hep hastaneler, yataklar tanık oldu. Ölümün de şakası yokmuş hakikaten, hayatta gün yüzü görmeden arkasında üç öksüz bırakıp giden genç bir kadının mevzubahis olduğu yerde şakanın adı geçer mi?

10 yorum:

  1. Kabullenemedigimiz gercek; zamanli veya zamansiz olum. Basiniz sagolsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sağol Jardzy. Maalesef öyle, ölüm soğuk bir gerçek.

      Sil
  2. Başınız sağolsun.

    YanıtlaSil
  3. Ölüm olduğu için hayat anlamlı. Bitmeyen bir şeyin anlamı biter diye düşünüyorum.
    Allah rahmet eylesin, onun yaşaması anlamlıydı her insan gibi. Ne yaşamış olursa olsun, tüm acıların ve tüm sevinçlerin eşitlendiği bir kapı ölüm. Güzel soruların anası ve yaşamaya değmesinin itici gücü diğer yandan.
    Allah geride kalanlara sabır versin, onun öksüz kalmış yavrularına abi,abla kol kanat olma vakti şimdi.
    Selam ile.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısın Anna. Teşekkür ederim. Benden de selamlar...

      Sil
  4. Başınız sağolsun, Allah kendisini yerinde dinlendirsin...

    YanıtlaSil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git