5 Ocak 2015

Arkadaşım Shinzō ile Japonya Üzerine Bir Konuşma

Londra'da bir kafede oturduk dostum Shinzō'yla. Fakat öyle bilindik bir kafe değildi. Shinzō da zaten tebdili kıyafet ve gözünde gözlükle gelmişti. Tanınmak istemiyordu doğal olarak. 

Dün de bahsettiğim gibi, çokça konudan konuştuk fakat esas olarak Japonya'dan dem vurduk. Fikirlerimi sordu. Japonlar böyledir, kibirlenme, böbürlenme filan nedir bilmezler. Yok ben başbakan oldum, şu oldum, bu oldum, demezler, herkesten öğrenilebilecek bir şey olduğunun bilinciyle hareket ederler. Velhasıl benim de fikir ve önerilerimi sordu Shinzō. Ben de öncelikle "Seni düşündüren, fikir almak istediğin bir konu var mı?" diye sordum. O da, "Var tabii," dedi. "Nedir?" dedim. "Nüfusumuz," dedi. Arkadaşım Shinzō, ülkesi Japonya'nın git gide yaşlanan nüfusundan bir hayli endişeli görünüyordu. Fakat onu endişelendiren yalnız bu değildi. Yine aynı konuda, Japonya'nın fazla nüfusuna karşılık yüzölçümünün küçüklüğü de kafasını kurcalıyordu. Nüfusun gençleşmesi için artması şart, başka yolu yok. Fakat artması da beraberinde sorunlar getirecek. Evet, sahiden de Japonya'nın toprağı az, şu anda zaten km²'ye 337 kişi düşüyor. Artacak olan nüfus bu yoğunluğu da artıracak doğal olarak, dolayısıyla da yaşam kalitesi düşmüş olacak. İşte başbakan da pek haklı olarak bu duruma bir çare düşünüyor ve eş dosttan da fikir alışverişinde bulunuyor. 

Japonya'nın nüfusu bugün itibariyle 127 milyon dolayında. Bu aslında biraz azalmış bir nüfus, zira ülkenin nüfusu artmıyor, azalıyor. Nüfus artış hızıysa %0,13. Yani hemen hemen sıfır. Başka bir biçimde söylersek, kadınlar neredeyse doğurmayı unutmuşlar. Yaşı 65 ve üstü olanların oranı ise %25. Buradan bakınca da Shinzō'nun kaygılanmakta hiç de haksız olmadığı anlaşılıyor.

Shinzō'ya, "Bu durumda tek çare, nüfusunuzu ve toprağınızı birlikte artırmak," dedim. Şaşırarak yüzüme baktı, "Nasıl yani," diye sordu, "hadi nüfusu artırmayı anladım da, toprağımızı nasıl artıracağız?" Bundan sonra aramızda şöyle bir diyalog geçti: 
"Yahu Shinzō Abê, siz okyanusun içinde bir ülkesiniz, denize dolgu denen bir şey var, bilmiyor musun?" 
"Bilmez olur muyum, bizim zaten denize dolguyla yapılmış havalimanlarımız yok mu?" 
"Hah, işte öyle! Japonya dağlık bir ülke. Bir tane dağınızı feda edeceksiniz." 
"Nasıl?"
"Nasılı yok, bir dağınızı tıraşlayıp denize dolduracaksınız. Böylece binlerce km²'lik toprak elde edeceksiniz. Dağdan geriye kalacak olan dümdüz yer de cabası." 
Yüzüme baktı Shinzō, söyleyeceğini söylemeden biraz düşündü. Bir şey anlayamadım bakışlarından. Sonra gayet sakince sordu:
"İyi misin?"
"Evet, iyiyim."
"Şaka yapıyorsun, değil mi?"
"Yok, şaka yaptığım söylenemez," 
"Evet ama senin söylediğini yapmamız imkânsız ve bunu sen benden daha iyi biliyorsun."
"Sizin teknolojiniz cümle âlemin malumu, yapamayacağınız şey değil ki." 
"Yahu, teknolojiyle ne ilgisi var? Senin söylediğinin bir kere akla mantığa sığar tarafı yok." 
"İyi diyorsun, güzel diyorsun da sizin bu probleminize çare bulmanın da kolay bir yolu yok."
"Orası doğru. Ama kusura bakma, senin sunduğun çözüm yolunun da iler tutar yeri yok."
"Aslına bakarsan ben de bunun uygulanabileceğini pek sanmıyorum. Fakat yine de öneri öneridir, aklının bir köşesinde bulunsun."
"Kardeşim, denize dolgu fena fikir değil, zaten benim karşı çıktığım da o değil, bir dağı nasıl ortadan kaldırıp denize dökersin, aklımın almadığı bu."
"Tamam da başka neyi dökeceksin?"
"Görünürde hiçbir şeyi."
"Şu halde o küçücük ülkede, o koca nüfusla yaşamaya devam edersiniz. Ne yapayım, başka yolu yok."
"Haklısın, yok, beni de düşündüren bu ya."
"Hiç olmazsa adalarınızı birleştirin."
"Nasıl yapacakmışız onu?"
"Dediğim şekilde. Siniz ülkeniz irili ufaklı yüzlerce adadan müteşekkil değil mi?"
"Evet."
Hadi, dağ tıraşlayıp denizi doldurmuyorsunuz, bari tepe mepeleri alın adaların arasını doldurun, böylelikle Japonya'yı tek parça haline getirin, olmaz mı?"
"Dostum, sizin oralarda hava nasıl bu aralar?"
"Epey soğudu, neden sordun ki?"
"Soğuk hava sana iyi gelmemiş anlaşılan."
"Yok canım, ne alakası var. Hem ben soğuk havalara alışkınım."
"O vakit başına saksı falan düştü."
"Bırak şimdi şakayı."
"Keşke şaka yapan sen olsaydın. Görüyorum ki bayağı ciddisin."
"Aslına bakarsan, ben dostlarıma her zaman yardımcı olmak isterim. Seni de böyle düşünceli görünce bir çare bulmam gerektiğini düşündüm. Düşündüm düşünmesine de, mesele de öyle basit bir mesele değil ki, bula bula bu çareyi buldum."
"Çok teşekkür ederim. İyi niyetinden hiç şüphem yok. Fakat maalesef önerdiğin bu çözümün uygulanması pek olası görünmüyor. Kaldı ki bu bir çözüm de sayılamaz."
"Vallahi kardeşim, nüfusunuz çok, yaşlı nüfusunuzun oranı da çok. Hani nasıl desem, gelin evimde misafir olun diyeceğim ama kaç kişi sığabilirsiniz ki benim eve. Bir değil, iki değilsiniz."
"Sağolasın kardeşim. Düşünmen yeter."
"Eyvallah. Sen de fazla ümitsiz olma. Allah büyüktür." 

Arkadaşım Shinzō, sağolsun o yoğun programı içinde bana bir buçuk saatini ayırdı. E, arkadaşız bir yerde. Oturduğumuz kafenin kahvesi de güzeldi. İkişer kahve içtik. Hesabı da Shinzō ödedi. Kalktık. Dışarı çıkıp vedalaştık. O, kendisi gibi sivil giyimli iki korumasıyla birlikte ayrıldı ben de birkaç saat daha gezmek üzere şehrin derinliklerine daldım. Japonlar güzel insanlardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git