Vakti zamanında köyün birinde bir evin kerpiç duvarındaki delikte bir arı kolonisi yaşardı. Bu evde yaşayan ailenin küçük bir oğlu vardı. Bu çocuk, evlerinin duvarına yuva yapmış arıları çok sever, bir o kadar da merak ederdi. Her gün gidip duvarın karşısındaki bir taşın üzerine oturup arıları izlemeye koyulurdu.
Çocuk günün birinde kolonideki arıların insanlara benzer bir yaşam sürdüklerini keşfetmişti. Sözgelimi, onların da aile reisi, çoluk çocuğu filan vardı. Daha da ilginci, her birinin belli bir işi, bir görevi vardı. İçlerinden biriyse diğer hepsinin başı gibi davranıyordu. Bundan ötürü çocuk bu arıya "baş arı" adını vermişti. Bu baş arı'nın en göze çarpan özelliği çok çalışkan olmasıydı. Baş arı çok çalışıyor, neticesinde de çok şeyler elde ediyordu.
İşte çocuk buradan hareketle çok çalışıp bir şeyler elde edenlere "baş arı gibi" demeye başladı. Ve kısa süre içinde ev halkı da bu sözü benimsedi. Mesela o yıl yaz tatili gelip de karneler dağıtıldığında dönem boyunca derslerine çok çalışıp yüksek notlarla dolu karnesini eve getiren büyük kızına annesi, "Aferin benim kızıma, tıpkı baş arı gibi," dedi. Böyle böyle, önce konu komşu, sonra da tüm köy halkı arasında da tutuldu bu söz. Bir zaman sonra da "baş arı gibi" yerine "baş arılı" biçiminde kullanılmaya başlandı. Sonralarıysa artık ayrı değil, bitişik olarak "başarı" diye söylendi ve günümüze kadar geldi. Yaa.
Çok güzel bir hikaye, gülümsetti.
YanıtlaSilTeşekkürler Beyaz Yakalı. :)
Sil:D
YanıtlaSil:)) Selamlar...
Sil