Eskiler çok yemek yermiş. Anlatırlar. Bazen öylelerinden söz ederler ki inanmakta zorlanırsınız. Ama bilirsiniz ki gerçektir, öyleleri gerçekten yaşamıştır. İki petek balı ayak üstü yiyen mi dersiniz, bir koca tencere bulguru tek başına deviren mi, bir oturuşta yedi ekmek bitiren mi. Ben bile böyle birkaç kişiye yetiştim, çocukluğumdan hatırlıyorum. Obezite neyim de yoktu eskiden ha. Şişmanlık mişmanlık hep bizim devrimizin âdetleri. Şu halde, sözünü ettiğim türden insanları anlamakta zorluk çekebilirsiniz, farkındayım.
Efendim, eskiden yapılacak iş varmış. Bütün işler de kol gücüyle yapılmak durumundaymış. Makineleşme denen şey yokmuş çünkü. Köylü insanlar bugün bizce mucize sayılan işleri beden güçleriyle yaparlarmış hep. Sabahın köründe kalkar, hava kararana dek durmadan dinlenmeden çalışırlarmış. Hal böyle olunca da, doğal olarak çok yeme ihtiyacı duyarlarmış. Ama bunun yanında da yedikleri vücutlarında birikmezmiş. Zira anında yakıyorlarmış. Kısacası, vücutta toksin birikmesi falan filan o zamanlar yokmuş.
İş dedim de, eskiden ne kadar çok iş vardı hakikaten. Ama ona rağmen bugünkünden güzeldi yaşam. Yazın hasat zamanı onlarca insan güneşin altında günlerce çalışıp buğdayları biçer, sonra yine onlarcası biçilenleri döver, sapla samanı birbirinden ayırır, ayrılan buğdayın bir kısmı un yapılmak üzere değirmene, bir kısmı da bulgur yapılmak üzere eve götürülürdü. Eve gelen buğdayı kadınlar, kızlar el birliğiyle genişçe bakır leğenlerde yıkar, sonra kuruması için güneşe sererlerdi. Kuşlar gelip içine dalmasın diye de başına bir çocuk dikerlerdi. Öyle hemen kurumazdı da buğday, iki, üç, hatta dört gün sabahtan serilip akşama toplanırdı da öyle kururdu. Sonra bu buğday genişçe bir kazanda, kocaman bir ateşte kaynatılırdı. Birkaç saat sonra suyu alınır ve yine kuruması için bir yaygı üzerinde güneşe serilirdi. Yine başına bir çocuk... Birkaç gün tekrarlanırdı bu yine. İyice kuruduğunda da, yine konu komşu imece usulü gelir, tokmaklar alınır, dibek taşında, dibek taşı yoksa yere kazınan bir çukurda iyice dövülürdü saatlerce. Bu da bittikten sonra sıra öğütmeye gelirdi. Bulgur değirmeni filan hak getire. İki kadın karşılıklı oturur, adı neydi, şu yuvarlak taştan el değirmeninde saatlerce öğütür ve nihayet bulguru elde ederlerdi. Buğdayın biçilişini saymazsak bile tüm bunlar bir ay kadar zaman alırdı. Ya şimdi öyle mi, bulgur lazım olunca bir koşu marketten alınıp geliniyor.
Ah eski günler öyle değil mi :)) Şimdi olanlara bakınca sabahtan akşama kadar tarlasında çalışan, akraba değeri bilen, komşusuna güvenebilen insanlar olsak ne güzel olurdu diyorum arada. Dışarı çıkmayı geçtik evimizin içinde güvende huzurla yaşayamıyoruz. Allah ıslah etsin, kötülere fırsat vermesin. İnsanları doğru yoldan ayırmasın inşallah...
YanıtlaSilMerhaba Şenay. Bu dualarına katılıp âmin demekten başka elden ne gelir ki... O eski güzel toplum yaşamının artık gelmeyeceğini göre göre günleri tüketip gidiyoruz. Ne yazık.
SilSevgiler...
Ah ya.
YanıtlaSilAnnanem mısır koçanlarını ev boyu :) taş değirmenden geçirdikten sonra, sokağa! serdiğimiz branda üzerinde öğütme esnasında karışan parçaları rüzgara bırakırdı. Biz de gider daha kolay arınsın diye havaya atardık.
Hareketsizlikten ziyade komplo teoristi oldum ben. Bunlar hep planlı işler.
ABD'de hamburger 0,89 dolares, salata 4,99 dolares diyorlar ve insanlar fakir.
em ölsün hem de ölürken para kazanalım diye geliştirilmiş sektörler var.
Kanserin basit bir vitaminsizlik hastalığı olduğu söyleniyor mesela. Ve sadece beslenme rejimini değiştirip, iyileşen bir grup insan ve hatırlamadığım bir web siteleri var.
Bizim burada da buğday rüzgâra verilirdi. Fotoğraflık görüntüler çıkardı ortaya. Zaten şimdi her şeyin fotoğrafını çekmeye can atmamız da bazı şeylerin bilincine vardığımızı gösteriyor: Giden geri gelmeyecek. Her şey yitip gidiyor. Elde kala kala güzel anılar kalıyor. Fotoğraflar da o anıları görünür kılıyor.
Sil*
Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki komplo teorilerine inanmamak için kendini zorlamak lazım.
Hayat kısa, kuşlar hâlâ uçuyor uçmasına, nerede o eski uçuşlar.
Sevgiler…
şimdi, bilgisayar başında yaşayıp muhtemelen burada ölecek olmaktansa sonbaharda buğday hasat etmeyi tercih eder haldeyim.
YanıtlaSilklasik şehirli yakarışı.
Öyle bir durumdayken kim tercih etmez. :) Güneşin altında yanmak herhalde apartman kutularında sıkılmaktan iyidir.
SilSelamlar…