Bugün depremin üçüncü yıldönümüydü. Ne zaman düşünsem tarifsiz şeyler hissediyorum. Deprem sürecinde bir yandan kendimi bile şaşırtan bir soğukkanlılık vardı üzerimde, bir yandan da ne yana dönsem gördüklerim, herkes gibi beni de derin bir çaresizlik hissi eşliğinde kedere sürüklüyordu. Öylesi bir felaketi ilk kez yaşıyor olmanın verdiği şaşkınlık, ne yapıp edeceğini bilememe hali de eklenince, nasıl bir psikolojiye büründüğümü varın siz hesap edin.
Bir depremden çok daha kötü olan şey, depremin ikinci günüdür. İlk günü ancak şoku atlatmakla, neyin ne olduğunu anlamaya çalışmakla geçirmişsindir. İkinci günün sabahına uyandığındaysa tarifi hakikaten imkânsız bir umutsuzluk denizinin ortasındasındır. Ben hayatta çok umutsuzluk dönemleri yaşadım da depremin ikinci günü kadarkini hiçbir zaman hiçbir yerde yaşamadım. Fazla söze gerek yok, dedim ya, tarifi, tanımı imkânsız.
Öyle bir şey ki deprem felaketi, başka hiçbir felakete benzemez. Daha önce de demiştim, felaket gökten ya da başka bir yerden geldi mi bu kadar koymaz insana, ama üstünde kendini bildiğin, en sağlam diye bellediğin yeryüzü ki seni istemiyor, depremde hissettiğin tam olarak budur. Gelgelelim bu umutsuzluktan çok daha kötüsü var. Yakınlarını kaybedenlerin acısını kim, nasıl tarif edebilir ki?
Gözümden gitmeyen görüntüler var deprem döneminden. Hepsini de birer fotoğraf karesi gibi hatırlıyorum. Çünkü bir yerde toplumsal acı yaşandı mı hayat durur, hiçbir şey hareket etmez. Acısını içine akıtan insanlar da hep hareketsizdiler. Pek çoğu bir duvarın dibine çökmüş, gizlice ağlıyordu. Koca koca insanların ağlayışını gördüm. İlk bebeğini yitiren genç anneler gördüm, acılarından ağlayamıyorlardı bile. Eşini yitirenler, öksüz, yetim kalan küçük çocuklar gördüm. Çocuklarını yitirdiği enkazın üzerine çöküp başını ellerinin arasına almış babalar gördüm. Hep aynı acıyı yaşıyorlardı. Çok söz söylemek ne işe yarar? Bir dünya yazı sayıp döksen şuraya, neye yarar?
Deprem bir doğal afet değildir kardeşlerim. Öyle diyoruz ama ağız alışkanlığından. Aslında deprem dediğin yalnızca yer sarsıntısıdır, binaların yıkılmasıdır asıl afet. Evet, ne yazık ki gerçek bu, afet insan eliyle yapılan bir şeydir. Düşünsene, bitişiğindeki bina sapasağlam ayakta kalıp camı bile kırılmazken, sen içinde bulunduğun binanın enkazında kalıp ölürsün. Bunun adına da kader derler. Gözden kaçan bir şey var; bu coğrafyada kadere inanılır inanmasına, fakat iki tür kader olduğu neredeyse hiç bilinmez. Bir, Tanrı'nın yazdığı kader, bir de insanların yazdığı kader. He ya, bu coğrafyada kaderi müteahhitler, belediyeler, mimarlar, mühendisler yazar. Ne yazık ki! Ne yazık ki!
Doganin karsisinda kendi elimizle ezilmek.
YanıtlaSilAsıl acı olan da o.
Silsen ne şahanesin sokrates,
YanıtlaSilne güzel yazmışsın:)
şimdi yeri değil ama van'ı görmüş,orada kahvaltısını etmiş gece de konaklamış ve çok sevmiş biriyim
sevgiler
Teşekkür ederim Havva. Memleketi beğendiğine sevindim.
SilSevgiler…
Akşam yazacaktım, kaldı. Kalmasın. Senden bağımsız olarak söylüyorum; güzel yazı. Hem içinde barındırdığı duygu, hem olayın anlatılışı, güzel bir edebiyat.
YanıtlaSilNe kadar desek olmasın diye, olabilir. Ne kadar desek bir daha ayağımızın altı sallanmasın ne depremle, ne başka olaylarla,olabilir. Olduğu vakit, dayanabilme gücü versin. Şanslı kılsın umarım.
Ölenlerin ruhu şad olsun, sevenlerine sabır versin.
Çok teşekkür ederim Aze.
SilEvet, senin dediğin gibi her zaman olacak, daha bugün çocuklara bu konuları anlattım. Deprem olmasına olacak elbet, asıl felaket insanlardan kaynaklanıyor. İnsan ne büyük bir felakettir!
Yine de hep dendiği gibi hayat devam ediyor.
Sevgiler…