A. Amca bu yörenin en iyi atlarını yetiştirirdi. Bu işin ustasıydı. Herhalde kimsenin bilmediği yetenekleri vardı at yetiştirme konusunda. O yıl dedemler A. Amcadan bir at satın aldılar. Büyüklüğüne, ihtişamına bakınca öbür atlar onun yanında eşek gibi kalırlardı. Onu ilk gördüğüm zaman o ihtişamına ne kadar hayran kaldığımı hiç unutmam. Ayrıca ben de diğer çocuklar gibi ilkin korkmuştum ondan, yanına yanaşamamıştım. Evet, beş yaşında bile eyersiz, gemsiz ata binen ben bir attan korkmuştum. Bazı çocukların bu korkusu hep sürdü, hiç yanaşamadılar ona, neyse ki benim korkum fazla sürmedi, atları çok severdim, bir-iki gün sonra yanına yanaşıp dokunabiliyordum. Gel gör ki, ona bindim mi, binmedim mi, bir türlü hatırlayamıyorum. Bindiğimi anımsar gibi oluyorum ama öylesi bir ata binsem muhakkak hatırlardım diye de söyleniyorum. Umarım binmişimdir.
At ahırda bağlı olduğu zaman ona sık sık ot ve su götürürdüm. Öylesi bir at çok fazla ot yer. Misal, bir kışı atlatması için en az yirmi koyunun yediği kadar yer. Sık sık onu besliyorduk. Amcam da hep beni tembih eder, ben evde yoksam ata göz kulak ol, derdi. Ben de severek yapardım bu işi.
Bazen elimde su dolu kovayla içeri girince suyu gördü mü hemen heyecanlanır, sabırsızlıkla başını bana doğru uzatırdı. İşte öylesi anlarda anlardım ki çok susamış. Önüne koyduğum kovayı son yudumuna değin içerdi. Sonra gider ona taze ot getirirdim. Ve o iştahla yerken ben de izlemeye koyulurdum. Otlar dişleri arasında çiğnenince çıkan sesleri dinlemek hoşuma gidiyordu. Düşünüyorum da, bir atı beslemek ne güzel bir şeydir, insanda ne dert bırakıyor ne keder.
Bir gün evin önünde oynarken ata bakasım gelmişti. Gidip ahırın penceresine tırmanıp bakmıştım. O da hemen beni fark etmiş ve yüzünü çevirip bana bakmıştı. Bakışları öyle korkutucu gelmişti ki, hemen inmiştim. Niye korktuğumu çıkaramamıştım ama. Bir yandan korkarken bir yandan da bir daha bakasım gelmişti. Bakmıştım da, ama yine korkup inmiştim. Her gün yanına gittiğim, besleyip suladığım attan neden korkuyordum? Galiba ona gizliden bakıyor olmaktı beni korkutan. Çünkü onun o bakışlarından öyle bir şeyler okunuyordu ki, sanki içeride bir at değil bir insan vardı. Aklından neler geçiyordu acaba o anda? Bilemeyecektim.
Selam,
YanıtlaSilAhh, Atlar... Bir çok çocuk gibi belki, bende nalları çakılırken izlediğimde ayakları acıyor zannederdim. Acımadığına ikna olduğumda çok rahatlamıştım..
Hoşça kal.
Selam Aze. Nalbantın gelip atları nalladığı günler benim için bir şenlik havasında geçerdi. İzlemek o kadar keyifliydi ki. Ben de çakmak isterdim hatta, ama çocuktum, yapamazdım haliyle.
SilSevgiler.
Acımasızdın yani?! Cık cık cık,
SilAcınacak bir durum yok ki. :)
SilDoğan Cüceloğlu, Onlar Benim Kahramanım kitabında bir Afrika atasözünden bahsediyor "Her çocuğun bir köye gereksinmesi vardır" ve ekliyor "Kentteki köye mahalle diyoruz".
YanıtlaSilBen apartman çocuğu oluyorum bu durumda. Öyle ki tavuklara bile pek yaklaşamam, aslında bir şey yapmıyorlar gördüğüm kadarıyla.
Böyle yaşamlar görünce özeniyorum biraz. Doğayla, hayvanlarla, akrabalarla, tanıdıklarla geçen bir kasaba hayatı yaşamak isterdim sanırım :))
Umarım dileğin bir gün gerçekleşir Şenay. Afrikalılar kesinlikle çok yerinde söylemişler. Ben de çocukluğum köyde geçtiği için kendimi hep şanslı saymışımdır.
SilCocuklugum koyde gecmis olmasa da aile buyukleri sayesinde her yaz koyde bulunma firsatim oldugu icin azcik ucundan da olsa ben de kendimi sansli hissediyorum...bu arada guzel blog..;)
YanıtlaSilGrilady.blogspot.com.tr
Merhaba Gri Lady, hoş geldin. Evi köyde olmayanlar için her yaz köye gidebilmek aslında inanılmaz bir şanstır.
SilTeşekkür ederim, yine bekleriz. Sağlıkla kal.