28 Mayıs 2014

Deli olmalı bunlar...

Deli olmalı bunlar, tımarhanelik deliler, diye düşündü kabil. Evet, umutsuzluktan delirmişlerdi, çünkü konuşuyorlar ama birbirlerini anlamıyorlardı, sanki sağır gibiydiler, giderek daha yüksek sesle bağırıyorlardı ama bir işe yaramıyordu. Farklı diller konuşuyorlardı; sanki her birinin dili diğerininkinden daha ahenkli ve güzelmiş gibi, kimi durumlarda birbirlerine gülüyor ve alay ediyorlardı. İşin tuhafı –ve kabil bunu henüz bilmiyordu–, bu dillerin hiçbiri daha önce yeryüzünde var olmamıştı, şu anda burada bulunan herkes başlangıçta aynı dili konuşuyor ve hiç güçlük çekmeden anlaşıyordu. Kabil'in şansı yaver gitti de ibranice konuşan bir adama hemen rastladı; ortaya çıkan kargaşada, şansına bu dil düşmüştü; kendilerini, sözlüksüz ve tercümansız, ingilizce, almanca, fransızca, ispanyolca, italyanca, euskara dilinde ifade eden, kimileri latince ve yunanca konuşan hatta –kimin aklına gelirdi ki– portekizce bile konuşan insanların ortasında, kabil az çok bir şeyler anlamaya başlamıştı. Bu kakafoni de neyin nesi diye sordu kabil ve adam cevap verdi, Doğudan gelip buraya yerleştiğimizde hepimiz aynı dili konuşuyorduk, Adı neydi dilinizin, diye sordu kabil, öğrenmek istiyordu, Başka dil olmadığından ada da ihtiyacı yoktu, dildi, hepsi bu.
José Saramago, Kabil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git