Atların gözündeki kıymetimiz
Açmıştım defterimi önüme, almıştım elime kalemimi. Ne yazacaktım? Bilmiyordum. Buna emindim. Ne yazacağıma dair kesinlikle bir fikrim yoktu. Çekiniyordum. Kalemimin ucu kâğıda değecek gibi oluyor, tam değecekken irkilircesine geri çekiliyordu. İçimde binbir düşünce dolanıp duruyordu. Bazen düşünceler kafamdan inip bedenimin bir yerlerine girerler. İşte yine o anlardan biri. Tam da şimdi. Şu an. Üst üste biniyor düşünceler, böylelikle ne düşündüğüme dair en ufak bir fikrim de yok. (Düşünce zaten fikir demek. Cümleyi baştan alalım o vakit: Üst üste biniyor düşünceler, böylelikle ne düşündüğüme dair en ufak bir düşüncem de yok. Hmm! Güzel! O halde parantezi kapatalım.) Kapamak'la kapatmak arasında nasıl bir ayrım vardır? Vallaha bilmiyorum. Kapıyı kapa, kapıyı kapat. Kapının kapanış anını getiriyorum gözümün önüne, ne fark var ne bişey. Her ikisinde de kapı yavaaaşça gidiyor (nereye gittiğini kimse bilmiyor o an), gıcırdıyor üstelik, sonra kapanıyor. Sen ha "kapa" demişsin ha "kapat", her iki durumda da kapı aynı şeyi yapıyor. Hadi birinde gıcırdayıp birinde gıcırdamasa yine neyse, ama yok; kapa, kapat, aynı şey oluyor. Ne işi var peki o t'nin orada? Eskiden ne güzeldi, her evde en az bir gıcırdayan kapı vardı. Şimdi yok denecek kadar az. Caminin kapısı bile gıcırdıyordu, hatırlıyorum. Gıcırdamak dedim de, ne kadar çok yansıma kelime var, değil mi? Ben de şu anda bir kelime icat ediyorum: kırıltı. Derhal girsin sözlüklere, bu bir emirdir! Kırıltı, bir şeyin kırılırken çıkardığı sestir. Mesela bir tahtanın. Ama kırılan başka şeyler de var tabii. Mesela vicdan. Sahi ya, insanın vicdanı da kırılır bazen. Ama benim güzel kardeşim, vicdan kırılırken hangi sesi çıkarır? Biz bunu bilemeyiz. Bazı şeyleri biz bilemeyiz. Hiç de bilemeyeceğiz. Atlar nasıl düş görürler, bunu da bilemeyiz. Bir şiir okumuştum, yabancı bir şairden, Atların Düşü diye. Evet, atlar düşlerinde ne görürler? Bir soru işareti yetmez ki böyle bir soruya. Değil mi ama? Hakikaten de öyle sorular var ki tek bir soru işareti kifayetsiz kalır karşılarında. Benim bu sorum işte, atlar düşlerinde ne görürler??? Ben hayatımda çok at gözlemledim. Çok ama. Mesela diyelim şöyle yuvarlak bir sayı vermek gerekirse icabında nereden baksan hiç yoksa vardır yüz tane. Yüz tane at gözlemlemiş bir insan, tüm diğer özellikleri, varı yoğu, girdisi çıktısı, şuyu buyu dışarıda kalmak üzere, sırf bu yüzden, sırf yüz tane atı gözlemlemiş olmak bakımından atların gözünde farklı bir yere sahip midir? Bunu da bilemeyeceğiz ki. Yazık ki ne yazık! Kapı meselesine geri dönüyorum müsaadeniz varsa. Bu yazıya niçin geçmiş zaman cümleleriyle başlayıp çark ettim de şimdiki zaman cümleleriyle sürdürdüm, onunla ilgili herhangi bir şey söylemeyeceğim, onu da belirtmiş olayım bir zahmet. Şimdi, kapı diyorduk. Kökü /kap/ olan, yani kapamak fiilinin kökündeki /kap/ olan, dolayısıyla da fiilden isim yapım eki alarak ortaya çıkmış bir kelime. Neden açmak fiilinin kökü olan aç'tan açı olmamış da kapamak'ın kap'ından kapı olmuş bu nesnenin adı? Neden? Bu çok basit bir soru, bak. Yarım soru işaretiyle bile geçiştirebilirsin. Kapı sonradan icat olmuş bir gereç. Esas görevi açmak değil kapamak. Ortada bir ev yoksa mesela örneğin diyelim ki, kapı niye olsun? Hem sonra, bir eve ya da herhangi bir yapıya kapıyı niye takarsın? Kapamak için elbette. Açmak için olsa zaten kapıyı takmana gerek yok. Kapı bahsini kapayalım artık da aklıma yeni yeni şeyler geliyor. Yahu, nereden nereye: şu işe bak: bak bak: o ilk kapılardan bugünkü kapılara: peeeh! Ressmenn devrim. Kapı devrimi. İlk kapı nasıldı acaba? Adem babamızla Havva anamızın evinin kapıları ne renkti acaba? Hangi keresteden yapılmışlardı? Çam mı, göknar mı, ceviz mi? Ya pencereleri? Perdeleri Havva mı seçti yoksa beraber mi seçtiler?
Yazının buraya kadarını geri kalanından bir gün önce yazdım. Şu an saat tam on beş. Dün akşam ben çalakalem bunları yazmakla meşgulken bir arkadaşımın telefonuyla saat yirmi üç on dörtte ara vermek zorunda kaldım. (Diyeceksiniz ki, arkadaşlarından biri arar aramaz sen saate mi bakıyorsun? Yok be kardeşim, şimdi baktım, buraya yazmak için.) Tabii, telefon kapandıktan sonra içimdeki düşünceler birbirlerine karışıp duman oldular, hem zaten uykum da geliyordu, devam edemeyip bıraktım. Ve işte anca şimdi devam edebiliyorum, da nereye kadar devam ettirebilirim, onu ben de kestiremiyorum. Zira düşünceler, dediğim gibi, artık içimde değiller. Çıktılar, gittiler, dağda bayırda gezip gelecekler. Hayat anlaşılmaz bir sistemdir vesselam.
Merhaba, Sokrates'in yeğeni,
YanıtlaSil:)... Ilginç velhasılı...
Atlar... Ben, insanlar dahil soylu, asil, "cool", soğuk güzellik, kendine has, kendi halinde, güçlü, sıfatlarını en çok atlara yakıştırım... O ne yaratılası bir canlıdır! Hele Yılkılar! Çocukluğumu hatırladım yine... Okumayacağım burayı bir müddet..:)
Sevgiler...
Merhaba "Dağların kızı Aze". :))
SilYakıştırdığın sıfatlar atlara az bile. Atları onca gözlemlemiş biri olarak bunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Çocukluğuna mı dönüyorsun yoksa bir müddet? :)
Sevgiler...
Bak hala Dağlar diyor! ...
YanıtlaSilNe demek gözlemlemek, atlarla mı çalıştın?
İlkay'ın söylediği türkü var ya, oradan aklıma geldi. :)
Sil*
Atlarla çalışmak da denebilir tabii. Bir kere, çok bindim atlara. Epey bindim. Sonra işte, gözlemledim, bildiğin gözlemledim her bir davranışlarını. Mutlu atlarla mutsuz atların neler yaptıklarını bile gözlemledim, ki ayrı bir yazının konusu olur. :)
:) Bildim oradan dediğini. İlkay güzel söyler evet. Ben hatırlıyorum diyorum sen Dağlar diyorsun ya..
SilNe şans! Atlarla çok sık haşır neşir olabilmek.. Ben sadece dedemle binebilmiştim..
Çocukken tabi mutlu olup olmadıklarını düşünemedim hiç.. Tez zamanda yazma ama, hatırlamim :(
Sen bana Sokrates'in yeğeni diye hitap edince benim de sana öyle hitap edesim geldi. :)
SilBen de atlarla çocukken çok haşir neşirdim işte. Maalesef şimdi atlara çok uzağım. Yılda birkaç kez köye gidince görüyorum onları. Ama bak, geçen sonbaharda gidince yılkı atlarının arasına da gitmiştim. :) En son bir ata binip şöyle gönlümce dolaşmayalıysa üç yıl oluyor galiba. Nereden baksan büyük talihsizlik benimki. :)
Daha bir üç yıl gidemeyesin inşallah Sokrates'in yeğeni!
YanıtlaSilYıllı atları dağlardan inmesin, göremeyesin!
Yelelerine ulaşamayasın!
Küssün sana atlar...
Dönmesin talihin! :)
Ne yaptım şimdi ben bunca bedduayı hak etmek için? :)
SilHissetmişsindir sen :)
YanıtlaSilÇok zorladım ama maalesef hissedemedim. Hafta sonları iyi hissedemiyorum da... :)
SilOtorite altında suç işleyen insanların " emir aldım" savunması vardır. Ama bazen öyle ( ki ben bunuda savunmam) uygularlarki keyif alırlar.. Emri vermek başka keyif almak başkadır..
YanıtlaSilAnlatmak başka ballandırmak başkadır!
Önümüzdeki hafta makineyi alıp köye gideceğim, atlarla fotoğraf çekilip geleceğim, bedduan tutmayacak, göreceksin. :)))
SilGörücez! :(
YanıtlaSilİstersen seni de götürürüm, senin gibi bir misafire kapımız ardına kadar açık. Dilediğin kadar at fotoğrafı çekersin. :)
SilÇok teşekkür ederim. Ne nazik, ne güzel bir tekif! Van, görmek istediğim şehirlerin başındadır... Üstelik ne dedem ne de atları kaldı.. Başka bir köyün atlarını yakından gözlemlemek eminim keyifli olacaktır.. İnşallah bir gün...
YanıtlaSilDedene Allah'tan rahmet diliyorum. Tabii, atlar öyledir, sahipleri gidince kendileri de giderler. Bunu en iyi Yaşar Kemal ustamız anlatır. Seni bir gün burada misafir etmekten zevk duyarım.
SilSevgile...
Gitmek değildir bazen aslolan.
YanıtlaSilYa nedir?
SilBulmaktır.
Sil