Eskiden çok zayıftım. Neredeyse eriyordum. Hani memleketin her neresinde olursa olsun, sınıfın şişkoları ve cılızları olur ya… İşte ben ilkokuldan üniversitenin ilk sınıflarına kadar hep sınıfın en zayıfları arasındaydım.
Artık bunun böyle devam edip gideceğini sanırdım. Kanıksamıştım tastamam. Zayıflık benim kaderimdi, ne yapaydım. Hem zayıf olan bir ben değildim ya, ne de olsa her sınıfta bencileyin zayıf olan en azından bir-iki kişi vardı. Böyle böyle de avutmaya çalışıyordum arada kendimi.
Bu böyle olmakla birlikte, içimde her daim ufak bir damlacık halinde de olsa bir umut taşırdım. "Tamam, olmayacağını ben de biliyorum ama belli mi olur şu dünyanın hali, bakarsın bir gün ben de kilo alırım." Aramızda kalsın ara sıra içten dua da ederdim. "Allahım, bana da şöyle birkaç kilo nasip etsen Yarabbim..."
Ben de garip bir adamım yahu… İlkokulda Ercan diye bir çocuk vardı. O da sınıfın zayıf çocuklarındandı. Hani, kiloya vursan benden kiloluydu garibim, ne var ki ben kendi cılızlığıma bakmadan çocuğa hep lakabıyla hitap eder, dalgamı geçerdim: Nasılsın Kemiik!...
Ne günlerdi… Peh peh peh!
Gel zaman git zaman… Artık bu zayıflık mayıflık meselelerini gündemimden bütünüyle kaldırdığım zamanlardı. Üniversitenin ikinci-üçüncü sınıfları… Ne oldu, nasıl oldu, bir türlü farkına varamadım. Bir ara memlekete gittim. Beni uzun zamandır görmediklerinden olacak, bendeki olağanüstü değişimi hemen fark etti oradakiler. Her önüme çıkan nasıl da kilo aldığımı söylüyordu. Çok keyif alıyordum haliyle. Annem bile dedi, kendime inanamadım. Böyle olunca ben de o zamana kadar nasıl olup da farkına varamadığım yeni halime aynanın karşısına geçip bakadurdum. Baktım sahiden oburun teki olup çıkmışım. Ondan sonra da her geçen gün biraz daha kilo almaya başladım. Ve zamanı geldi, annem dahi artık "az yememi" salık verdi. O annem ki, zayıflık günlerimde ağzıma bir lokma atıp hemen sofradan kalktığım zamanlarda hep içten içe çok üzüldüğünü bildiğim kadın.
Şimdi bunlar da nereden çıktı? Artık serbest çağrışım mı dersiniz, bilgisayarım ha bire yemek yiyor da oradan aklıma geldi. Ne obur bir bilgisayar bu, fişini çekmeyegör iki saatte şarjını bitirip karnını acıktırıyor. Sonra da oradan hemen ağlamalar sızlamalar başlıyor: kalan%12 (20 dakika) falan da filan da... Aslına bakarsanız haksız da değil hani. Adam çok çalışırsa acıkır tabii ki. Müzik açık, birkaç program bir arada çalışırsa olur bu kadar. İyisi mi bu yazıyı burada bitirmek, bilgisayarı şarja takıp kendisine afiyet olsun dileyip mutfağın yolunu tutmak. Kalın sağlıcakla...
Yunusçay'a Not
Kardeşim, kader rüzgarı önüne kattığı dalgalarla beni karşı kıyıya ulaştırdı, fakat sen hala zayıflar gölünün sularında yüzmektesin. Üzülme. Yüzmeye devam et ama şunu da bil ki karşı kıyı o kadar da toz pembe değil. Zayıflığın da faydaları çok. Misal, klozetlerin olmadığı yerlerde alaturka tuvaletlerin ne mene işkenceler çektirdiğini kilolu olmadan anlayamazsın. :) Hele bir de mevsim kışsa ve pantolonun altına tight giyip bacaklarını daha da kalınlaştırmışsan o tuvaletlere oturmak hakkaten işkence yahu...
Yine aklıma senin, gezinirken karşımıza çıkan zayıf insanları gösterip, "Ben mi zayıfım şu adam mı?" demelerin geldi. Valla yalan söylemiyorum o adamlar senden daha zayıf :):)
:D
YanıtlaSilAnnem hakikaten ''az ye'' dediyse bil ki az yemen gereken günler gelmiştir; zira annem kilolulara bile zayıfsın biraz ye diyen, dolgun seven kadınlardandır:) Yunus evet zayıf ama onun gibi olmak isteyen o kadar insan var ki şu yeryüzünde. İnsanoğlu garip bir yaratık. Zayıflar hep kilolulara, kilolular da hep çıta gibi olanlara özenir dururlar. Allah herkese mutlu olacağı bir vasıf vermiş yine de. Mühim olan bunu görmek. E bu arada bu yorumu da senin şu doymak bilmeyen lap topundan yazıyorum :) Yazı harikaydı, tebrik...
YanıtlaSilAz yiyorum zaten. Yediğim ne ki :)
YanıtlaSil.........
YanıtlaSil