Dün. Restorasyonu biten Yerebatan Sarnıcı açılmış, gidelim mi demişti Z. Gideriz demiştim. Ama kendisi de eklemişti, çok kalabalıkmış. Benim bu aralar sarnıç göresim yoktu zaten, başka zaman da olur, ben asıl ne zamandır bir türlü gidemediğim Neve Şalom Sinagogu'nu görmek istiyordum. Üstelik de haftada en az bir defa, bazan neredeyse her gün Galata'dan geçmeme rağmen. O halde sabah Şişhane'ye gider, oradan Galata'ya çıkıp sinagogu gezeriz, oradan da sarnıca gideriz, diye önerdiydim Z'ye. Gittik, önce sinagogun kendisini, sonra müzesini gezdik. Sinagog üzerine biraz yorum neyim yaptım Z'ye, işte cami ve kiliseye benzer yanları, benzemez yanları falan... Kırk dakika kadar içeride kaldıktan sonra çıkıp tramvaya indik.
Biraz sonra sarnıcın yanından geçerken baktık ki o da nesi, bir kuyruk ki sorma, benim beklediğimin üç beş misli. Oracıkta vazgeçtik haliyle, tramvaydan da Sultanahmet yerine Çemberlitaş'ta indik. Bari Şerefiye Sarnıcı'nı görelim dedi Z, oraya yöneldik, öğle arasıymış, bir saat bekleyecekmişiz şu bu. Beklemedik tabii. Acıkmıştık da. Nuruosmaniye'de ben yemek yedim, Z sokak yemeğinin temizliğinden emin olamayınca yemedi. Benim için bu tür şeyler mesele olmamıştır hiç. Nüfusu sekiz milyara dayanan bugünün dünyasında biz yiyip içtiğimiz hangi şeyin nerede nasıl üretildiğini biliyoruz ki? Neyse... Ben yemek yedikten sonra az ötede oturup çay içtik, konuşmamızın konusu da yiyip içtiklerimizin hijyeniydi hâlâ. Geçen sosyal medyada dolaşan bir habere göre Türk Hava Yolları'nın yemeğinden yılan kafası çıkmış, dedi Z. Yılandan hiç midemin bulanmadığını söyledim. İnsan yaşamadan bilemez tabii, e benim de yemeğimde bugüne değin hiç yılan başı çıkmadı ama çıksaydı da çok büyük ihtimalle tadına bakardım. Gene neyse... Mahmutpaşa'ya daldık. Bir kalabalık, bir kalabalık... Zaten sokaklar daracık, yaya trafiği kilitleniyor. Bazı turistlerde de hiç kafa yok, vallahi billahi yok. Eminönü'ne inesiye yirmi tane bebek arabası saydım. İnsanın Mahmutpaşa'ya, Tahtakale'ye bebek arabasıyla girmesi için geri zekâlı olması lazım, başka bir şey değil. Bebeklere yazık yahu. Bir de sıcak.
Z'nin sarnıçları görememesi kötü oldu tabii, bari bir-iki han göstereyim deyip Büyük Yeni Han'a götürdüm. Orayı da gezdikten sonra Eminönü'e inip Karaköy'e geçtik, İstanbul Kitapçısı'na çıkıp oturduk. Hemen de ikimizin birden dikkatini çekti, köprünün bu tarafı nasıl sakin böyle. Bu bezdiren havada burası püfür püfür esiyor ve terasta birkaç tane boş masa var. Hayret. Orada bir saati aşkın oturduktan sonra kalktık, Tophane'ye gidip Sıtarbaks'a oturduk. Kahve içerken burada satılan bardak mardakların neden bu kadar pahalı olabileceğini konuştuk. Yani kıytırık bir kupanın üç yüz beş yüz liraya satılmasının mantığını öğrenmek istiyorum ben, mantığını bana deyin, kendisi sizin olsun. Buna da neyse...
Fındıklı'ya, oradan da Kabataş'a gidip Taksim'e çıktık. Bir yere daha oturduk. Bir şeyler atıştırdık. Akşam da olmuş sayılırdı artık. (Bu yaz günleri de ne güzel böyle be, gün bitmek bilmiyor. Keşke hep böyle olsa.) Kalkıp İstiklal'i yürüdük. Gogol'ün Palto'sunun Can Yayınları'ndan çıkan versiyonunu arıyor Z, yolumuzun üstünde Mephisto'ya baktık yok, İnsan'a baktık yok. Yapacak bir şey yok. Devam ettik, sabah başladığımız yere, Şişhane'ye varıp metroya bindik, evli evine köylü köyüne.
Ağustosa girmek üzere olduğumuz şu günlerinize bolca serinlikler dilerim efendim.
Hayalindeki gibimiymiş İstanbul'u gezmek?
YanıtlaSilPsikolojide geriye ket vurma diye bir mesele var, şimdi sen bunu sorunca beynimin bu konuda geriye ket vurduğunu fark ettim. Mesela on yıl önce İstanbul'u gezmeyi nasıl tahayyül ederdim, hatırlamıyorum.
SilBen hatırlıyorum eski yazılarından Cem Akaş'ın seminerlerine katılmayı, İstiklal'de kitapçıları dolaşmayı hayal ettiğini mesela... Sen unuttuğun için tebrik ediyorum. Unutmamak istese de insan unutmak bir meziyettir bazen.
SilSelametle,
Güzel bir İstanbul gezisi ben de gezdim sizle teşekkürler. Selamlar.
YanıtlaSilBen teşekkür ederim Arzu Hocam. Selamlar, saygılar...
Sil