28 Mart 2010

Köpek

Hayatım çok az sözcükle anlatılabilir; şurada azıcık dinleniyorken size de anlatayım. Benden talihsiz bir köpek olamaz. Bir çiftlik evinde doğdum. Gördüğünüz gibi özel bir yanım yok. Çoban köpeği ile bekçi köpeği kırmasıyım; sıradan tüyler, basit bir görünüş, hepsi bu. Durum şu ki belirli bir dünya görüşüm ve insanlık anlayışım var. Bu rahatsız edici tanımlama için beni affedin. Şöyle açıklayayım; henüz küçükken bir gün yola uzanmıştım. O zamanlar daha hız diye bir kavram ne demek bilmiyordum. Demek istediğim henüz otomobil görmemiştim. Otomobillerin hızı konusundaki ilk deneyim biz köpeklere bayağı pahalıya patlar. Sözgelimi yolun ya da bir geçitin ortasında yayılmış yatıyoruz. Bir at arabası ya da bir iki tekerlekli geliyordur ve uzaktan geldiğini gördüğümüzde acele etmeden kalkmak için zamanı hesaplar ve yolu boşaltırız. Otomobiller ise bambaşka; ufuktan güçbela geldiklerini görmeye çalışırken zaten üstümüzden geçmiş olurlar. Doğal olarak, ilk hız kavramını anlamaya başarana kadar birçok talihsizlik başımıza gelmiştir bile. Bu bana, benim gibi zavallı bir köylü köpeğe ise bir bacağa mal oldu; son hızla gelen canavar bir otomobil, üstümden geçerek bir patimi ezdi. Çolak kaldım; sahibim güvenlik bekçisiydi. Size güvenlik bekçileri hakkında ne diyebilirim ki? Güvenlik bekçileri -ki hayatımın ilk anından beri onlarla ilgili deneyim sahibiyim- otoritenin en önde gelen, en vahşi temsilcisidir, otoritenin temelini ve esaslarını temsil eder. Kendi adıma, bir güvenlik bekçisine ruhumda gerçekleşen o derin değişimi borçluyum ben; bir güvenlik bekçisi yüzünden derin ve kökünden değişti dünya, insan, toplum hakkındaki bütün düşüncelerim. Topal bir köpek olduktan sonra bir gün çiftlikteyken, eski sahibimle dağa çıkıyorduk. Dağa varır varmaz sahibim bana taş atmaya başladı, şaka yaptığını sandım ama o beni taşlamaya devam etti ve bana gitmemi söylüyordu. Bense neden gitmem gerektiğini anlayamıyordum, o da bana topal bir köpek istemediğini söyledi. Böyle bir durumda ne yapabilirdim ki? Talihsizliğim yüzünden ayrılmalıydım, beni istemiyordu çünkü bir bacağım yoktu ve o zalim adam bana daha korkunç şeyler yapmadan oradan kaçmaya karar verdim. Kaçtım, azar azar ağlayarak, köpekler de, evet bayım bizler de ağlarız. Arada bir başımı çevirip geride bıraktıklarıma bakarak uzaklaşıyordum çünkü köpeklere yani bize kötü davranılsa bile sahibimize yasa gibi bağlıyızdır. Şehre vardım ve orada hayatımın önemli bir evresi başladı.
Şehirde ne bir sahibim vardı ne de ne yapacağımı biliyordum, sokakları da tanımıyordum; ama kısa zamanda öğrendim.Topal bir köpekseniz güvenlik bekçileri dışında herkes size sempati duyar. Herkes bana sevgiyle yaklaşıyordu; sözgelimi duvarcıların yemek yedikleri saatlerde inşaatlara gidiyordum ve oralarda açlığımı bastırmam için her zaman bir şeyler veriyorlardı. İstasyona giden yolu da öğrendim, oradan tren yolu üstünden yürüyordum; ekspreslerin lokantaları olduğu için tren yolculuklarında dışarıdan yemek getirilmiyordu ama zenginlerin yedikleri yerlerde yemek yiyemeyen fakirler vardı, bu fakirler bana et parçacıkları ve kemikler fırlatırdı, bense onlara minnettar kalarak iştahla yerdim. Bir atasözü şöyle der, "Çıplak vatandaştan daha çok bozuk para çıkar"; inanmayın; zengin acımasızdır, üç kuruşun hesabını yapar ve asla bir şey vermezken; çıplakların, yani fakir vatandaşın verebilecek şeyi olmadığı halde bizim üstümüzde etkileri büyüktür ve derdimize derman olurlar. Her halükarda kalpten gelen sıcak sözleri, güçlü zenginlerin küçümseyerek verdiği kuru ekmekten daha değerlidir. Sonuç olarak size söylemek istediğim şudur: Artık hayatımla ilgili karar vermiştim; güvenlik bekçisinin yaptıklarından sonra fikirlerim derinlemesine değişmişti. Kısaca söylemek gerekirse artık devrimci fikirlerim vardı. Tam anlamıyla bir devrimciydim. Öbür köpekler bunu kısa zamanda şehirdeki yürüyüşümden anladı; bu köpekler de benim gibi yeni bir sosyal düzenin taraftarıydı. Onlar da yenilik tutkusuyla doluydu. İdealimi gerçekleştirmek çabasıyla yapmak istediğim şeyi düşünüp taşındım ve şunu fark ettim; adeletsizlik ve zorbalığın kol gezdiği bu toplumda ilerici fikirlerimle ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Kilise beni ilgilendirmiyordu; bazen kapısından içeri girerdim, bekçi köpeği ya da hademe öteki köpeklere yaptıkları gibi beni vahşice dışarı atmazlardı; sevgiyle yakalar ve kapıya kadar taşırlardı. Hükümet de ilgi alanıma girmiyordu. Biri ya da öteki hepsi aynıydı; hepsi otoriteydi. Kötülüğün kökeni başka bir yerdeydi, biliyordum; bu yüzden kafamda bir şeyler tasarlıyordum. Bir gün... ne yaptım inanır mısınız? Bir gün büyük bir binaya girdim ve kimse görmeden işemeye başladım. Evet bayım, tüm sosyal adaletsizliklerin temelini oluşturduğunu düşündüğüm bu yere işedim ben. İspanya Bankası'na işedim. Sermaye her şeyin nedeniydi, sermayeye saldırılmalıydı. İspanya Bankası'nın bir şubesine işedikten sonra, daha devrimci bir eylem aklıma geldi. Benimle aynı fikirde olan öbür köpeklere de söyedim, hepsi beni tebrik etti ve aynı şeyi yapmak istediler. Hepimiz oraya gittik, kimsenin bizi görmediği anlarda ya antreye ya da binanın dış duvarına işiyorduk. Ama en çok oraya tek başıma gitmek hoşuma gidiyordu, tek olmak ve ayrıcalıklı sorumluluğumla bankaya işemek. Her zaman antreden içeriye girerdim, bir gün pervasızca merdivenlerden çıktım, en üst kata bol miktarda sidiği bırakıverdim. Ben tam bu operasyonla meşgulken kafamın üstünde bir el hissettim ve bu kişi aynı zamanda şöyle diyordu: "Şuraya bakın, topal bir köpekçik." Kafamı kaldırdım, banka müdürünün ta kendisiydi, olduğum yerde kalakaldım. Önceden birçok kez gördüğüm müdür beni okşuyordu, sonra ben fark etmeden beni arabasına kadar taşıyıp içine tıktı. Ardından olanlar önemsiz; size daha sonra ne oldu onu anlatayım; müdür beni hoşnut tutmak için elinden geleni yaptı ama bir gün kaçıp gittim ve benim için yeniden özgür bir hayat başladı. O zaman göz ardı ettiğim bir gerçeği öğrendim, artık öğrendim...
İkimizdik; topal köpek ve ben; çimlere uzanmıştık, otlar yumuşak bir halı gibiydi ve gökyüzü masmaviydi. Uzandığımız yerde gökyüzünün sonsuzluğunu, bulutların geçip gidişini seyre daldık. Doğanın ortasında özgür hissediyorduk kendimizi. Köpekçik ayağa kalktı, yüzünü kulağıma yaklaştıdı ve sakin bir sesle şöyle dedi:
"O zaman gözardı ettiğim bir gerçeği öğrendim; devrim yapmak için elinde hiçbir aracın yoksa yapabileceğin tek şey İspanya Bankası'na işemektir."
Azorin (José Martínez Ruiz)

7 Mart 2010

PhotoGar Yayında

Yeni fotoğraf blogumuz PhotoGar yayında. PhotoGar'da kendi fotoğraflarımızın yanında, görülmeye/bakılmaya değer olduğunu düşündüğümüz fotoğrafları da yayınlayacağız. Ve tabii takipçilerin gönderdikleri fotoğrafları da.

Buraya gösterdiğiniz ilgiyi PhotoGar'a da göstereceğinizi umut ediyoruz.

Buradan girebilirsiniz...

1 Mart 2010

Her Şey Sende Gizli

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...

Can Yücel
Sayfa başına git