Değil mi ki gelip geçici, öyleyse değeri yok... Aslında yanlış bir damgalama bu. İnsana ilişkin ne varsa zamanlıdır, zamandadır, – gelip geçer. Kendimiz çevremiz, yapıp ettiğimiz herşey (ha uzun ha kısa) belli bir zaman aralığını kaplar yalnızca.
Bir şeyin tadı değeri gelip geçiciliğiyle orantılı değildir. Tersine: bazı şeyleri tam da gelip geçici olduğu için sevip saymak, bakıp gözetmek gerekir.
İnsana özgü ne varsa yıpranır, en yıpranmaz sanılan şeyler bile – sevgi, dostluk, özlem, bağlılık...
Gelip geçici olanı sevmemek yaşamdan kaçmaktır. Gelip geçici tatlar, mutluluklar, karşılaşmalar, alışkanlıklarla dolup taşar tüm yaşam.
Nermi Uygur, Yaşama Felsefesi.
BALTA GİRMEMİŞ ORMAN levhasını görüp takip ediyoruz. İki tam gün süren yürüyüşten sonra oraya varıyoruz. Doğru, burası hakikaten balta girmemiş bir orman, şöyle bir bakındıktan sonra ikimiz de bunun ne denli doğru olduğunu görüyoruz. Madem bulduk, ilk iş olarak durup biraz dinlenmemiz, iki günlük yürüyüşün üzerimize bindirdiği yorgunluktan bir nebze de olsa arınmamız lazım. Öyle yapıyoruz. Kendimizi öylece yere bırakıyoruz. Çok geçmiyor, işittiğimiz bir sesle başımızı çeviriyoruz, bir insan sesi. Az sonra ayak sesleri de geliyor. Ve nihayet biri çıkıp geliyor kalın ağaçların arasından. Elinde bir balta, gitgide bize yaklaşıyor.
İçli dışlı olduğumuzda iç neredir dış nere?