Sonra geçip giden ve bir daha geri dönmeyecek olan ömrümü acı acı düşündüm. Gençlik yıllarımda beslediğim ümitleri, istikbale olan güvenimi, ilk denemelerimde topladığım takdirleri, yalancı sabah gibi parlayıp sönen şöhretimi hatırladım. Bir zamanlar hep küçümseyerek baktığım, ama şimdi azim ve sebatla çalışmış olmaları ve düzenli hayatları sayesinde bir bakıma beni fersah fersah geride bırakmış bulunan okul arkadaşlarımın isimlerini saydım. Bir an boşluktan bunaldığımı hissettim. Cimri insanlar, biriktirdikleri hazinelere bakarken bunlarla neler alınabileceğini hayal ederlermiş. Ben de Ellénore’u düşünürken onun yüzünden nice başarılardan uzak kaldığımı fark ettim. O zamana kadar hiçbir mesleği denememiştim. Bu yüzden şu veya bu mesleğe girdim de başarılı olamadım diye değil, hiçbir mesleğe yönelmedim diye hayıflanıyordum. Ayrıca çalışıp yorulmanın ne olduğunu da bilmediğim için, yapabileceğim bir sürü meslek olduğunu düşünüyordum. Kendi kendime "lanet olsun" diyordum, keşke zayıf, beceriksiz, sıradan bir kişi olmasaydım, hiç olmazsa o zaman böyle boş gezmenin kabahatini kendimde aramazdım. “Olmadı, ne yapayım” derdim. Halbuki herkes benim zekâmı ve bilgimi övüyor ve bu övgüler beni kahrediyordu. Kendimi, zincire vurulup zindana atılmış olan ve pazularını herkesin hayranlıkla seyrettiği bir atlete benzetiyordum. Bazan bir iş tutmak için yaşımın henüz geçmediğini düşünerek cesaretimi topluyordum ama bu sefer de karşımda Ellénore’un hayali beliriyor ve beni yine boşluğa sürüklüyordu. Bu yüzden içimde ona karşı büyük bir öfke duyuyordum. Ama nedendir bilmiyorum, bu öfke Ellénore’un üzülmesine sebep olacağım endişesini kafamdan silemiyordu.
Benjamin Constant, Adolphe