O günler geçip gitti
O güzel günler
O dopdolu kusursuz günler
O pırıl pırıl gökyüzü
O kiraz yüklü dallar
O sarmaşıkların yeşilliğine sığınıp birbirine yaslanmış evler
O haylaz uçurtma damları
O akasyaların kokusundan başı dönmüş sokaklar
O günler geçip gitti
Kirpiklerimin arasından
Şarkılarımın hava kabarcıkları gibi uçuştuğu
Gözlerimin baktığı her şeyi
Taze süt gibi içtiği o günler
Göz bebeklerimin ortasında
Her sabah yaşlı güneşle birlikte
Merakın ve arayışın bilinmez kırlarına gidip
Her gece karanlığın ormanlarına dalan
Mutluluğun ele avuca sığmaz tavşanı vardı sanki
O günler geçip gitti
O sükut içindeki karlı günler
Sıcacık odanın penceresinden
Dışarıyı merakla seyre dalardım hep
Tüy gibi yumuşak tertemiz kar tanelerim
Köhne ahşap merdivene
Gevşek çamaşır ipine
Kocamış çamların saçlarına
Usulca yağardı
Ve ben yarını düşünürdüm, ah
Yarın -
Kaygan beyaz oylum
Büyükannenin çarşafının hışırtılarıyla başlardı
Ve onun kapı aralığında beliren titrek gölgesiyle
- Ki ansızın ışığın soğuk dünyasına bırakırdı kendini -
Ve renkli camlara yansıyan
Güvercin uçuşlarının avareliğiyle
Yarın...
Altındaki mangalla ısınan yatak uyku verirdi
Ben çarçabuk ve korkusuzca
Annemin bakışlarından uzakta
Eski ödevlerimdeki hatalı yazıları silerdim
Ve kar dinince
Bahçede dolaşmaya çıkardım hüzünle
Kurumuş yasemin saksılarının dibine
Ölü serçelerimi gömerdim
*
O günler geçip gitti
O cezbe ve hayret günleri
O uyku ve uyanıklık günleri
Her gölge bir giz taşırdı o günlerde
Ağzı kapalı her kutu bir hazine saklardı
Sandık odasının her köşesi öğlen sessizliğinde
Bir dünyaydı sanki
Karanlıktan korkmayan herkes
Gözümde bir kahramandı
O günler geçip gitti
O bayram günleri
O güneş ve çiçek bekleyişleri
Kışın son sabahında
Şehri ziyaret eden
Suskun ve mahcup kır nergisi demetlerinin
Burcu burcu kokuları
Yeşil lekelerin uzayıp giden caddesinde seyyar satıcıların sesleri
Çarşı baş döndüren kokular içinde yüzerdi
Keskin kahve ve balık kokuları içinde
Çarşı ayaklar altında yassılaşır, uzar, yolun her anına karışırdı
Ve dönüp dururdu oyuncak bebeklerin gözlerinde
Çarşı anneydi, hızla gidiyordu akışkan, renkli oylumlara doğru
Ve geri dönüyordu
Hediye paketleriyle, dolu sepetlerle
Çarşı yağmurdu, yağıyordu, yağıyordu, yağıyordu
*
O günler geçip gitti
O bedenin gizleri içinde kaybolunan günler
O çekingen tanışma günleri
Bir dal çiçekle uzanan bir el
Mavi damarların güzelliğiyle başka bir ele
Bir duvarın ardından seslenirdi
Ve küçük mürekkep lekeleri, bu şaşkın, kaygılı, ürkek elin üzerinde
Ve aşk
Utangaç bir selamla açığa vururdu kendini
Sıcak, dumanlı öğle saatlerinde
Biz aşkımızı sokağın tozunda okurduk
Biz elçi çiçeklerin sade diline aşinaydık
Biz kalplerimizi masum sevgiler bahçesine götürüp
Ağaçlara ödünç verirdik
Ve top, buse mesajlarıyla ellerimizde dolaşırdı
Ve aşktı, o tanımlanamaz duygu
Holün karanlığında bizi ansızın kuşatan
Yakıcı nefeslerin, çırpınışların, kaçak gülüşlerin arasından
Bizi kendine çeken
O günler geçip gitti
O günler, güneşte kuruyan bitkiler gibi
Kuruyup soldular güneşin altında
Ve yitip gittiler akasya kokularından başı dönen o sokaklar
Dönüşü olmayan yolların hay huyunda
Ve yanaklarını
Sardunya yapraklarıyla al al eden o kız, ah
Yalnız bir kadındır şimdi
Yalnız bir kadındır şimdi
Foruğ Ferrohzad
Çeviren: Sabah Kara
O zaman
Güneş soğudu
Ve bereket topraklardan gitti
Ve çöllerde yeşillikler kurudu
Ve balıklar denizlerde kurudu
Ve toprak
Ölülerini kabul edemez oldu artık.
Bütün solgun pencerelerde gece
Belirsiz bir düşünce gibi
Birikiyor durmadan ve taşıyordu
Ve yollar
Sonlarını karanlığa bıraktılar
Kimse aşkı düşünemez oldu.
Kimse düşünemez oldu yengiyi
Kimse
Hiçbir şey düşünemez oldu artık.
Mağaralarında yalnızlığın
Uyumsuzluk doğdu
Afyon ve esrar kokusuyla kan.
Başsız çocuklar doğdu
Gebe kadınlardan.
Koştular mezarlara sığındılar
Beşikler
Utançlarından.
Kötü günler geldi ve karanlık.
Yenilince ekmeğe şaşırtan gücü
Tanrı elçiliğinin
Kaçtılar adanmış topraklardan
Aç ve sefil peygamberler.
İsa'nın kaybolmuş kuzuları
Çobanın seslenişini duymaz oldular
Çöllerin cennetinde.
Aynaların gözlerinde sanki
Tersine yansıyordu renkler
Kıpırtılar, davranışlar, görüntüler.
Bir şemsiye gibi tutuşuyordu
Başlarında aşağılık soytarıların
Utanmaz yüzlerinde orospuların
Tanrının o kutsal ışık çemberi.
Bataklıkları alkolün
Ağulu buharıyla buruk,
Çekti derin köşelerine
Durgun aydınlar yığınını
Kemirici açgözlü fareler
Altın yapraklarını kitapların
Eskimiş raflarda, dolaplarda.
Güneş ölmüştü
Güneş ölmüştü ve yarın
Uslarında küçük çocukların
Yitik, belirsiz bir kavramdı.
Defterlerine sıçrayan kapkara
İri bir mürekkep lekesiyle
Anlatıyordu çocuklar
Tuhaflığını bu eskimiş sözcüğün.
Zavallı halk
Yüreği ölgün, bitmiş, dalgın
Huzursuz ağırlığı altında ölü gövdesinin
Birden bir yere sürükleniyordu
Ve önlenmez cinayet isteği
Durmadan büyüyordu ellerinde.
Kimi zaman ufacık bir kıvılcım
Bu cansız ve sessiz topluluğu
Tâ içerden dağıtıyordu birden.
İnsanlar saldırarak birbirlerine
Biri karısının boğazını
Kör bir bıçakla kesiyordu
Bir ana birer birer çocuklarını
Tandırın ateşine atıyordu.
Boğulmuş kendi korkusunda
Ürkütücü duygusu suçluluğun
Öldürdü öldürdü kör ruhlarını
Ve çocukları.
Ne zaman bir tutsak asılırken
Darağacının yağlı halatı
Korkudan kasılan gözlerini
Sıkarak dışarıya fırlatsa
Onlar dalardı içlerine
Şehvetle titreyen düşünceden
Gerilirdi yaşlı yorgun sinirleri.
Ama her zaman alanın kıyısında
Bu küçük cânileri görürdün
Durmuşlar ve dalgın bakıyorlar
Fıskiyelerden suyun durmaksızın akışına.
Ola ki gene de arkasında
Ezilmiş gözlerinin ve donmuş derinlerinde
Yarı canlı bir küçük şey, karışık,
Kalmıştır.
Güçsüz bir kıpırdanışla istiyordu
İnanmayı su sesinin doğruluğuna.
Ola ki...
Ola ki... ama ne sonsuz boşluk...
Güneş ölmüştü
Kim bilebilirdi artık
Yüreklerden kaçan o üzgün güvercinin
İnanç olduğunu...
Ah tutsağın sesi...
Büyüklüğü senin umutsuzluğunun
Işığa bir küçük yol açmayacak mı
Bu uğursuz gecenin bir köşesinden?
Ah tutsağın sesi...
Son seslerin sesi...
Furuğ Ferruhzad
Çeviren: Onat Kutlar
seni istiyorum ve biliyorum
asla koynuma alamayacağım
sen o aydın ve pırıl pırıl gökyüzüsün
bense bu kafeste bir tutsağım
kara ve soğuk parmaklıklar ardından
gözlerim hasretle bakıyor yüzüne doğru
bir elin uzanışını düşlüyorum,
ansızın ben de uçayım sana doğru
boş bir anda düşlüyorum
bu sessiz hapishaneden uçmayı
gülerek gardiyan adamın gözüne
yanında yaşama yeniden başlamayı
düşlüyorum ancak bilirim asla
bu kafesten kurtulmaya gücüm kalmamış
gardiyan adam istese bile
kanatlanıp uçmaya soluğum kalmamış
parmaklıklar ardında her sabah
bir çocuğun bakışı güler bana doğru
sevinç şarkılarına başladığımda
dudağı öpücükle gelir bana doğru
şayet bir gün, ey gökyüzü
kanatlanırsam bu sessiz evden
ağlayan çocuğa nasıl söylerim
tutsak bir kuşum vazgeç benden
bir mumum, canımın alazıyla
harabeleri aydınlatırım
sönüklüğü seçersem eğer
bir yuvayı yıkıp dağıtırım
Furuğ Ferruhzad
Çev.: Haşim Hüsrevşahi