Sizlere bu mektubu, Anadolu’nun ücra bir kasabasındaki bakımsız bir binanın, ikinci katındaki orta boy bir salonun, sol duvarına dayalı raflardan birindeki, tozlu köşemden yazıyorum.
Öncelikle kendimi tanıtayım. Aslında hepiniz beni tanıyorsunuz. Daha doğrusu tanıdığınızı zannediyorsunuz. Tek taraflı tanıyorsunuz desek de yerinde olur. Beni biliyorsunuz ancak benim de sizleri tanımam şerefine nail olmam fırsatı vermiyorsunuz.
Lafı fazla uzatmanın âlemi yok. Ben Kitap. Yanımdaki arkadaşlarımın söylediğine göre, yetmişli yılların başında, İstanbul’da bir yayınevinde doğmuş, sonra da buraya getirilmişim. Ömrümün neredeyse tamamını burada, bu tozlu rafta geçirdim. Sıkılmıyorum dersem yalan olur. Ama dünyanın sonu değil, sabrım ve umudumla yaşayıp gidiyorum. Duyduğuma göre siz insanlar bir gün boyunca hiç dışarı çıkmadan evde oturunca sıkıntıdan patlıyormuşsunuz. İşin garip tarafı, çoğunuz sıkıntılı anlarınızda bizden birini alıp keyifle okuyabileceğinizi ve sıkıntınızı dağıtabileceğinizi de akıl etmiyorsunuz. Sahi, siz aklınızı nasıl kullanıyorsunuz? Mesela bizdeki engin bilgileri alıp aklınıza kaydetseniz de işinize yaradığında kullanırsınız hani, kötü mü olur?
Bu mektubu niçin siz üniversitelilere yazdığımı da unutmadan söyleyeyim. Sevgili arkadaşlar,
Bundan önce de çok sayıda mektup yazdım. Malum, kimse beni alıp okumayınca ben de bol bol mektup yazma fırsatı buluyorum. Hem böylece vakit de geçiyor.
Bundan çok önce, belki de kiminiz daha yoktunuz, köylülere bir mektup yazdım. Neden köylülere? Çünkü sürekli, köylülerin çok zor şartlarda oldukları, neredeyse ilkel koşullarda ve teknik bilgilere sahip olmadan tarım ve hayvancılık yaptıkları, mesela yamaçları enine sürmeleri gerekirken boyuna sürdükleri, durumun ciddi olduğu, kalkınmalarının muhakkak gerekli olduğu yönünde haberler geliyordu. Köylüler bu durumdayken rafta boş oturmak içime sinmedi. Nihayet oturup bir mektup yazdım ve mektupta onlara şöyle seslendim:
Sevgili Köylüler;
Ben Kitap. Bu aralar durumunuzun çok kötü olduğuna dair haberler alıyoruz. Ben ve arkadaşlarım buna en az sizin kadar üzülüyoruz. Lakin üzülüp ağlamanın zamanı değil. Çalışmak zamanıdır, üretmek zamanıdır. Üretip kalkınmak zamanıdır. Okumak zamanıdır. Bütün kitaplar emrinize amadeyiz. Bizi okuyunuz. Sizden hiçbir karşılık da talep ettiğimiz yok. Muhakkak birimizin sizlere yardımı dokunacaktır.
Gelin görün ki uzun süre beklememe rağmen köylülerden herhangi bir cevap gelmedi. Çok üzüldüm. Ama umudumu kaybetmedim. Tam oturup onlara bir mektup daha yazıyordum ki tekrar kaygı verici haberler gelmeye başladı. Bu sefer de şehirlilerin kötü durumda oldukları söyleniyordu. Gelen haberlere göre eskiden muazzam kültür yuvaları inşa edilen, bilge insanlarla dolup taşan, çok kitap okunan şehirler, bu meziyetlerden yoksun insanlarla dolmaya başlamıştı. Kıraathanelerde artık hiç kıraat yapılmıyormuş mesela. Bunu bırakın, kıraathane dedikleri yerlerde kıraat yapacak bir tek kitap bile bulmak mucizeymiş artık. Hal böyleyken rafta boş durmak beni rahatsız etti ve oturup şehirlilere bir mektup yazdım ve mektupta onlara şöyle seslendim:
Sevgili Şehirliler;
Ben Kitap. Gelen haberlerden anlaşılıyor ki, bu aralar durumunuz hiç iç açıcı değil. Şehirlerinizi yaşanmaz yerlere çevirmişsiniz. Kendinize birçok yersiz mesele üretmişsiniz. Mesela binalarınızı çok kaba, zevksiz, estetik kaygılar taşımadan inşa ediyormuşsunuz. Bundan da yine kendiniz şikâyetçi oluyormuşsunuz. Canım, suç biraz da sizde değil mi? Neden kendinize çekidüzen vermiyorsunuz? Sadece binalarınız da değil, köprüleriniz, yollarınız, kaldırımlarınız, park ve bahçeleriniz de çok kötü durumdaymış. Kısacası hemen her faaliyetinizde sahteciliğe başvuruyormuşsunuz. Sonra, insani ilişkilerinizde de ciddi problemleriniz varmış. Komşuluk müessesesini unutmuş kiminiz. Bakın biz kitaplar yıllardır bu raflarda yaşarız, birimizin birimizle herhangi bir sorun yaşadığı görülmemiş, duyulmamıştır. Birbirinizle ne alıp veremediğiniz var?
Diyeceğim odur ki, ben ve arkadaşlarım içinde bulunduğunuz duruma en az sizin kadar üzülmekteyiz. Lakin üzülmenin zamanı değil. Kıraathaneleri doldurup aylak aylak oturmanın zamanı değil. Çalışmak, üretmek, güzelleşmek zamanıdır. Şehirlerimizi kültür yuvalarıyla doldurmak, okumak zamanıdır. Ben ve arkadaşlarım emrinizdeyiz. Bizi okuyun. Olur ki birimizin sizlere faydası olur. Bizi okuyun, sizlere ışık olalım, yol olalım. Sizden herhangi bir karşılık da beklemiyoruz. Yeter ki okuyun.
Yazık ki şehirlilerden de ses çıkmadı. Bu duruma da çok üzüldüm, düşüncelere daldım. Bu insanlar okumadıklarına göre akıllarını ne yapıyorlar? Bu kadar zor mu okumak?
İşte böyle sevgili üniversiteli dostlarım. Bunun gibi daha birçoklarına; doktorlara, mühendislere, memurlara, işçilere, anne-babalara, siyasetçilere vs. bunlara benzer mektuplar gönderdim. Hiçbirinden cevap gelmedi. Yıllarımı insanlara mektup yazarak geçirdim. Yorulmadım, usanmadım. İşte şimdi de siz üniversitelilere yazıyorum. Şimdiye kadar sizlere yazmamış olmam önyargılarımdan kaynaklanmaktaydı. Sizin gibi pırıl pırıl gençlerin üniversite çatıları altında bol bol okuduğunuzu, oralardaki soydaşlarımla haşir neşir olduğunuzu düşünürdüm hep. Meğer yanılmışım. Ama haksız mıyım? Benim yerimde kim olsa böyle düşünürdü. Bir üniversitede gençlerin biz kitaplarla içli dışlı olması kadar doğal ne olabilir? Haberler geldiğinde kulaklarıma inanamadım. Herkesten beklerdim de sizden beklemezdim bunu. Böyle olacağınız aklıma gelmezdi. En son mektup yazacağım, hatta yazmaya hiç gerek duymayacağım kesimin üniversiteliler olacağını düşünmüştüm hep.
Sevgili genç arkadaşlarım;
Üzülerek söylüyorum ki gelen haberler durumunuzun ciddi olduğu yönünde. Köylülerden, memurlardan, şehirlilerden de öte. Nihayetinde siz üniversitelisiniz. Bilim yuvaları dediğimiz üniversitelerin çatıları altında öğrenim görmektesiniz. Her şeyden ve herkesten önce sizin okumanız gerekmez mi? Faraza, bir köylüden beklenen ilk iş okumak değildir. Ancak buna rağmen okumalı. Köylü de olsa şehirli de olsa okumalı. Oysa sizden ilk beklenen iş okumanız, öğrenmeniz, bilmenizdir. Sizin kitap okumuyor olmanız durumun ne boyutlarda olduğunu gösteriyor.
Böyle bir durumda olmanız elbette üzücü. Ancak üzülmenin zamanı değil. Bu vahim durumdan bir an önce kurtulmak zamanıdır. Akılları başlara devşirme zamanıdır. Okumak, bilmek zamanıdır. Biz bütün kitaplar hazır bekliyoruz. Bizi alıp okuyun, mutlaka faydamız dokunur sizlere. Sizden karşılık olarak da hiçbir şey beklemiyoruz.
Bizi her fırsatta okuyun, okutun. Çevrenize örnek olun. Mesela bugünlerde bir vakıf mı kurmayı planlıyormuşsunuz ne? Öyle duyumlar aldım. Nasıl bir vakıf kuracağınızı, vakfınızın ne tür hizmetler verebileceğini düşünüyormuşsunuz. Bu konuda, işinize karışmak gibi olmasın, size yardımcı olabilirim diye düşünüyorum. Gelin şu önerime kulak verin.
Dostlarım, vakıf kültürüne yüzyıllardır aşinasınız. Vakıflar yolu ile bugüne kadar sayılamayacak kadar çok insana sayılamayacak kadar çok hizmet verilmiştir. Şimdi saymak mümkün değil belki ama çok çeşitli bir o kadar da değerli hizmetler sunulmuştur. Vakıf çatıları altında kamu hizmetlerinde bulunulmuş, fakirler doyurulmuş, kültürel, sanatsal faaliyetlere ön ayak olunmuş, yolculara, düşkünlere, yaşlılara, kimsesizlere el uzatılmıştır. Dikkat ederseniz, vakıf kültürünün özünde daima insan yer almıştır.
Uzun lafın kısası, kuracağınız vakıf bir kitap vakfı olsun diyorum. Başta kendiniz olmak üzere, tüm toplumun günümüzde en çok buna ihtiyacı var, haksız mıyım? Bakın sosyal çözülme insanları ne hale getirdi. Hem, bir insana her gün balık tutmaktansa bir gün balık tutmayı öğretmek daha iyidir. İnsanların karnını doyurmakla günübirlik çözümler üretmiş olursunuz. Oysa insanlara okuma sevgisi kazandırıldı mı, okuyan insanlar kendilerini zamanla geliştirir, kalkınma yolları arar. En iyisi, en anlamlısı bir kitap vakfı kurmanızdır.
Bu vakfın çatısı altında, insanlara okuma sevgisi kazandırmak için çeşitli etkinlikler yapabilir, kampanyalar düzenleyebilirsiniz. Mesela gençlerin sigaraya, şans oyunlarına vs. harcadığı paralarla kitap alıp okumaları yönünde, bilinçlendirmek amaçlı çalışmalar yapabilirsiniz.
Bir kitap toplama masası oluşturup topladığınız kitapları okurlara buradan dağıtabilirsiniz. Kütüphanelerle sıkı işbirlikleri yapıp toplumla kütüphane arasında bir köprü vazifesi üstlenebilirsiniz. Ne bileyim, bunlara benzer daha çok sayıda çalışma yapabilirsiniz. Hoş, siz bu işleri benden daha iyi biliyorsunuz ya, bilgiçlik yapmış olmayayım, ben sadece öneride bulunuyorum.
Sevgili arkadaşlar, ben kendi adıma bu işten çok umutluyum. Kim bilir, belki ben de bu sayede yıllardır durduğum bu tozlu raftan çıkma şansı bulurum. Dilerim siz de benim kadar umutlusunuzdur. Unutmayın, insanı ayakta tutan en büyük güç umududur. Bakın ben bir kitap olmama rağmen yıllardır bu rafta umudumla yaşıyorum.
Kuracağınız kitap vakfı aracılığıyla insanlara okuma sevgisiyle birlikte umut da dağıtın olur mu?
Sevgilerimle, Kitap.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.
Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.