Türban, Türkiye'nin kronikleşmiş onlarca sorunundan biri. Belli aralıklarla gündeme gelir, bir süre gündemi meşgul eder ve herhangi bir çözüme kavuşmadan, bir başka bahara tekrar gündeme gelmek üzere buzdolabına kalkar.
Malum, bu sıralar yine gündemin bir numaralı maddesi türban. Başbakanın İspanya'da yaptığı açıklama hiç zaman kaybetmeden alevlenmelere neden oldu. Dikkat edilirse türban sorunu her zaman, türbanı çözmek iddiasında olan kesimler tarafından gündeme getiriliyor. Aksini düşünmek de biraz saf niyetlilik olur zaten. Çünkü o kadar çetrefilli bir konu ki türbanın yasak olmasıyla ilgili herhangi bir sorunu olmayanlar, bu sorunu sahiplenmeyenler bu soruna el atıp ellerinin yanmasını istemezler. Hele türbanın zaten yasak kalmasını isteyenler konu gündemde değilken başlarının hep böyle rahat kalmasını istediklerinden, buna hiç değinmezler.
Bu sefer de yine sözünü ettiğimiz durum vuku buldu ve konuyu gündeme, sorunu sahiplenen başbakan getirdi. AKP hükümetinin türban sorununu çözmeyi gerçekten isteyip istemediğini tam olarak bilmiyorum ama istediklerine dair işaretler var. Her şeyden önce parti tabanının önemli bir kısmı türban sorununda bizzat özne olanlardan oluşuyor. Doğal olarak da kendilerindeki, sorunun çözüleceğine dair beklenti AKP'yi dürtüyor. AKP de iktidara geldiği günden bu yana sorunu masaya yatırmak için her zaman fırsat kolladı. Ancak birinci iktidar dönemlerinde sorunu birkaç kez masaya getirmelerine rağmen istedikleri sonuçtan çok uzakta kaldılar. Bu da, iktidarı tek başlarına ellerinde bulundurmalarına rağmen bu sorunu çözecek güçte olmadıklarını gösteriyor. Bu aslında türban sorununun ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.
Bu ikinci iktidar döneminde de AKP'nin gündeminde türban sorunu elbette var. İşte başbakan Erdoğan da İspanya'da bir gazetecinin sorduğu soruyu bir tür fırsat gibi görüp bunu dile getirdi. Türbanın siyasi simge olmasından ne çıkar, dedi. Burada Erdoğan'a bir konuda hak veriyorum. Ülkede türbandan başka siyasi simgeler de var ve kimse bunların yasaklanması gerektiğini dile getirmiyor ya da yasaklanması yönünde girişimde bulunmuyor. Bulunmamalı da zaten. Örneğin bozkurt bıyığı, ince bıyık, devrimci bıyığı vs. de zaten birer siyasi simge. Kimseye herhangi bir zararları olmadıktan sonra kalkıp yasaklamanın bir mantığı da yok. İşte konuya bu şekliyle bakıldıkta türbanın da, siyasi bir simge olmak bakımından yasak olması biraz abes.
Ancak iş o kadar da basit değil tabii. Türban laik devletin en büyük düşmanı olarak addedilen irticayı çağrıştıran bir siyasi simge olarak kabul ediliyor. Özellikle ordu tarafından. Nitekim asker hemen her zaman bu görüşü net şekilde ortaya koymuştur. Bu konu ayrıca tartışılır tabii, burada ele aldığımız konunun sınırları dışında. Ancak ordunun bu tavrı nedeniyle türbanı masaya yatırmak bile çoğu zaman başlı başına bir iş olmuştur. Sorunu masaya yatıranlar da çoğu kez biraz ürkeklikle karışık yapabilmişlerdir bunu. Geçmişte Erbakan bu konuya oldukça kendinden emin bir tavırla eğildi ancak sorunu daha bir karmaşık hale getirmekten başka bir sonuç alamadı.
Burada türbanın kamusal alanda serbest kalmasını ya da yasağın devam etmesini tartışmak değil amacım. Esas işaret etmek istediğim konu, türbanın öyle kolay kolay serbest kalamayacağıdır. Evet, bir tarafta kamusal yaşama katılmanın insan hakkı olduğunu savunup türbanın bu alanda serbest kalması gerektiğini savunanlar, diğer tarafta böyle bir serbestiyetin laik devleti yıkacağı endişesi taşıyanlar... Bu tartışma daha uzun süre devam edeceğe benziyor. Dolayısıyla da AKP çok istekli de davransa, her iki seçmenden birinin oyunu da almış olsa galiba bu konu kendi gücünü aşıyor. O nedenle benim kişisel kanaatim türbanın daha uzun süre yasak olacak olması. Türban konusunda beklentileri olanlara küçük bir tavsiyem var. Bu tavsiyede hiçbir art niyet taşımadığımı da belirteyim. Bana göründüğü kadarıyla, en azından kısa vadede, büyük beklentilere kapılmak hayal kırıklıklarına neden olur.
21 Ocak 2008
8 Ocak 2008
Türkiye'de TV Seyircisi Olmak
Bu yazıda Türkiye'de televizyonun izlenmesi konusuna genel bir göz atacağım.
Bilenler bilir, önceleri sadece TRT vardı ama buna rağmen yine de izlenecek birşeyler vardı. Kimilerine göre çok şeyler vardı. Bu kişiden kişiye değişir tabii, ama bana kalırsa tek kanal olmasına rağmen az da olsa izlenecek birşeyler vardı.
Gel zaman git zaman, TRT'nin kanal sayısı arttı. Sonra 90'ların başında özel kanallar vs. boy göstermeye başladı. Neticede, daha 2000'li yıllara varmadan ortalık TV kanallarıyla doldu ve çok faklı konularda programlar izlemeye farklı farklı insanlar görmeye başladık. Tabii kanalların çokluğuna bakarak, rekabetin kaliteyi doğurmasını, teorik olarak beklemek gayet mantıklı ama bu durum bizde maalesef gerçekleşmedi. Bizdeki tam nerede çokluk orada bokluk deyişine uygun bir seyir izledi.
Sözü fazlaca uzatmaya gerek yok. Şu günlere geldiğimizde, ki bu yolda kattettiğimiz zaman pek de uzun bir zaman değil, televizyonların işi olabildiğince sulandırdıklarını, cıvıttıklarını görüyoruz. Tabii bu söylediklerim bütün TV kanalları ve/veya programlar için geçerli değil. Yok mu iyi yayın çizgisine sahip kanallar ya da programlar? Elbette var. Ama bilinen bir gerçek var ki günümüzde uygulanan serbest ekonomik sistem gereği, neye talep varsa o arz edilir, bir şeye talep ne kadar çoksa o şey oranda arz edilir.
Gelmek istediğim nokta şu: İzleyici TV kanallaında sulandırılmış şeyle görmek istiyorsa TV kanalları da o tarz sulu yemekleri onlara hayli hayli sunar. Tabii bu demek değildir ki televizyonlar bu konuda tamamen masum. Hayır. İzleyici her ne kadar bilinçli değilse de TV kanaları da kazanç sağlayan birtakım programları, özellikle reklam aracını kullanarak ha bire insanların gözünün içine sokuyorlar.
Peki tüm bunları niye yazdın?
Bir sonraki yazıda televizyonla ilgili ilişkilerimin tarihi gelişiminden bahsedeceğim. Bendeniz televizyonu tam altı yıldır izlemiyordum ve bu altı yılın ardında bu günlerde tekrar izlemeye başladım. Sizlere televizyon izlememenin insanı nasıl etkilediğini, değiştirdiğini anlatacağım.
Bilenler bilir, önceleri sadece TRT vardı ama buna rağmen yine de izlenecek birşeyler vardı. Kimilerine göre çok şeyler vardı. Bu kişiden kişiye değişir tabii, ama bana kalırsa tek kanal olmasına rağmen az da olsa izlenecek birşeyler vardı.
Gel zaman git zaman, TRT'nin kanal sayısı arttı. Sonra 90'ların başında özel kanallar vs. boy göstermeye başladı. Neticede, daha 2000'li yıllara varmadan ortalık TV kanallarıyla doldu ve çok faklı konularda programlar izlemeye farklı farklı insanlar görmeye başladık. Tabii kanalların çokluğuna bakarak, rekabetin kaliteyi doğurmasını, teorik olarak beklemek gayet mantıklı ama bu durum bizde maalesef gerçekleşmedi. Bizdeki tam nerede çokluk orada bokluk deyişine uygun bir seyir izledi.
Sözü fazlaca uzatmaya gerek yok. Şu günlere geldiğimizde, ki bu yolda kattettiğimiz zaman pek de uzun bir zaman değil, televizyonların işi olabildiğince sulandırdıklarını, cıvıttıklarını görüyoruz. Tabii bu söylediklerim bütün TV kanalları ve/veya programlar için geçerli değil. Yok mu iyi yayın çizgisine sahip kanallar ya da programlar? Elbette var. Ama bilinen bir gerçek var ki günümüzde uygulanan serbest ekonomik sistem gereği, neye talep varsa o arz edilir, bir şeye talep ne kadar çoksa o şey oranda arz edilir.
Gelmek istediğim nokta şu: İzleyici TV kanallaında sulandırılmış şeyle görmek istiyorsa TV kanalları da o tarz sulu yemekleri onlara hayli hayli sunar. Tabii bu demek değildir ki televizyonlar bu konuda tamamen masum. Hayır. İzleyici her ne kadar bilinçli değilse de TV kanaları da kazanç sağlayan birtakım programları, özellikle reklam aracını kullanarak ha bire insanların gözünün içine sokuyorlar.
Peki tüm bunları niye yazdın?
Bir sonraki yazıda televizyonla ilgili ilişkilerimin tarihi gelişiminden bahsedeceğim. Bendeniz televizyonu tam altı yıldır izlemiyordum ve bu altı yılın ardında bu günlerde tekrar izlemeye başladım. Sizlere televizyon izlememenin insanı nasıl etkilediğini, değiştirdiğini anlatacağım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)