Bu Cuma Paris'te ölmüş olsaydım
yokluğumu bildiren teli kim çekecekti
oysa en azından üç gün gerekirdi polise
bir zamanlar yaşamış olduğumu ispat için.
Bu Cumartesi Varşova'da ölmüş olsaydım
güzel bir kadın randevusuna geç kalırdı,
resepsiyonda çalışan güzel bir kadın.
Bu Pazar Leningrad'da ölmüş olsaydım
en korkuncu olurdu bu.
Beyaz gece kolunda bir kara pazubentle çıka gelirdi
söyler misiniz, neye benzerdi kara pazubendiyle bu beyaz gece.
Bu Salı Berlin'de ölmüş olsaydım
bir Yugoslav yazarı birden ölüvermiş Berlin'de
diye bir haber yayılırdı ortalığa,
ama ben, laf olsun diye değil,
mecburum memleketimde ölmeye.
Görüyorsunuz ya-ne kadar iyi olmuş ölmeyişim
ve gene aranızda bulunuşum.
Beni alkışlayabilirsiniz. Beni ıslıklayabilirsiniz.
Görüyorsunuz ya ne kadar iyi olmuş ölmeyişim
ve gene aranızda bulunuşum.
İzzet Sarayliç
Bosna-Hersek 1930
Çev.: Yaşar Nabi
30 Haziran 2009
28 Haziran 2009
83...
Doğduğum günün üstünden, yazları, kışları baharlarıyla tam 82 yılın geçmiş olduğu da noktalanır ve 83’üne basarken...
* * *
“Laf ola beri gele” sözlerden biri olan:
- Her yaşın kendine göre bir tadı vardır, değerlendirmesine; acaba bendeniz de birazcık kulak kabartsam mı?
* * *
Gerçi her yaşta “hayatın tadı, zamanı unutmaktadır”; bazen bir baş başalıkta, bazen bir “diziyi” izlemekte, bazen bir konserde, bazen bir meyhanede...
* * *
İnsanları neden tıkarlar cezaevlerine; zamanı unutmasın ve “günler bir türlü geçmek bilmesin” diye...
* * *
Gençlik ile yaşlılık hakkındaki bir başka saptama da şöyle:
- Gençler için günler kısa, yıllar uzun; yaşlılar için günler uzun, yıllar kısa...
Ve bir tane daha:
- Gençler bilebilse, yaşlılar yapabilseydi...
* * *
Yıllar geçtikçe, insanın sık duymaya alıştığı sözler de değişiyor.
20 yaş dostlarıyla konuşurken, gülerek soruyorum:
- Bakalım 62 yıl sonra benim yaşıma geldiğinde ne yapacaksın?
Aldığım yanıt:
- Ben o kadar yaşamam...
* * *
50 yaş dostlarıyla konuşurken de soruyorum:
- Ne yapacaksın 30 yıl sonra 80’ine geldiğinde?
Aldığım yanıt yine aynı:
- Ben o kadar yaşayamam ki?
* * *
Hayat tuhaf bir göle benziyor, ortasındayken ayrıldığın kıyıya baktığında yakın; farkına varmadan yaklaştığın karşı kıyı ise uzak mı uzak görünüyor.
* * *
Bendeniz de 50’sinde, 60’ında, hatta 70’indeyken; 80, varılamayacak uzak bir kıyı olarak görünüyordu.
* * *
“Kalem” adamlarından, yaşlanabilmiş de olanlar; çocukluklarını, gençliklerini yazmayı pek sevdikleri halde, o kadar benimsemezler ihtiyarlığı da ayrıntılarıyla yazmayı...
* * *
Hatırladığım kadarıyla sadece La Bruyere:
- Paradoks yapıyor denmesinden korkmasam; yaşlılığı, gençliğe yeğlediğimi söylerdim, diye yazmıştı.
* * *
İşin matrak tarafı, La Bruyere’in o satırları yazdığında 47-48 yaşlarında olmasaydı; 51’inde de hayattan ayrılmıştı zaten.
* * *
19’uncu yüzyılın ortalarına kadar, o dönemlerin gelişmiş toplumlarında dahi, insanların ömür cetveli 45-55 yıl kadardı.
Şeker fabrikalarının devreye girmesi ve şeker tüketiminin artmasıyla, insan ömrünün de uzadığı iddia edilmişti.
* * *
Türkçede de:
- 40’ından sonra azanı teneşir paklar, sözü; kadınlar arası dedikodulu sohbetlerde çok kullanılırdı.
* * *
Yine hatırladığım kadarıyla, Dale Carnegie’nin patlattığı:
- Hayat 40’ından sonra başlar sözü; o yıllarda 30’unda olan beni bile şaşırtmıştı.
* * *
“Hayat” kimseye öğretilemez. Kimseye öğretilemez Doğa’nın “libido”suyla, kasaba koşullanması ve ekonomik çaresizlikler çatıştığında, nasıl bir çözüm bulunabileceği...
* * *
1925 yılında 30 yaşındayken “Maarif Vekili” olan Mustafa Necati:
- Hayat bir katakulliden ibarettir, demişti.
Ve 35 yaşında da, hayata veda etmişti.
* * *
Gerçekten de hayat bir yutturmacadan, bir ikiyüzlülükten, bir riyakârlıktan mı ibaretti?
* * *
Ya o sanat ve bilim adamları, hepsi de birer sahtekâr mıydı?
2500 yıl önce yaşamış olan Sofokles, 350 yıl önce yaşamış olan Moliere, bizim Fuzuli, Neyzen Tevfik, Osman Hamdi, Orhan Veli, Tolstoy, Modigliani birer “katakullici” miydi?
* * *
Örneğin “Yazı”nın doruklarına bayrağını dikmiş olan Tolstoy da:
- Vatanseverlik köleliktir, demişti.
* * *
Mustafa Necati’nin “hayat” tanımlamasını, Tolstoy’un gözleyip özetlediği bir “Çar ordusunun disipliniyle” yan yana getirdiğinizde; Hazine’den geçinmeli mesleksiz “mevki sahipleri”nin olduğundan fazla görünme hastalığıyla, kendini beğenmişlik afurtafuruna, bir nanik çekmek geçmez mi içinizden?
Yaşınız 82’yi geçmiş bile olsa.
* * *
Her yaşın kendine göre bir tadı varmış.
Bendenize göre laf işte...
Hiçbir yaşımı bir kez daha yeniden yaşamak istemem.
* * *
4 yaşındayken, dedem Hasan Paşa’nın beni, “çarpım cetveli”ni ezberleyinceye dek, odalara kilitlemesini ve ezberleyemediğimi görünce de, topuğumdan tutup 2’nci katın penceresinden aşağı, tulumbanın mermer yalağına doğru baş aşağı sarkıtmasını da bir daha istemem; 8 yaşındayken bir pazar akşamı Ortaköy’deki Galatasaray Lisesi ilkokuluna, yatılı bir öğrenci olarak bırakılıvermeyi de...
* * *
Yahya Kemal, yaşlılığında şöyle demişti:
Gördüm ve anladım yaşamak macerasını,
Baki idiyse ruh eğer, dilemezdim bekasını.
* * *
Bendeniz bir türlü görüp anlayamadım yaşamak macerasını; ancak, bir daha yeniden görüp anlamaya çalışmak da istemem.
* * *
82 noktalığında da; 1 yılda orta boy bir kitap sayfasıyla hemen hemen 1000 sayfalık yazı yazmışım; “yazı” bendeniz için, bir “yaşam aracı” değil, “yaşam amacı”...
* * *
İşte Jean-Paul Sartre’in bayıldığım bir sözü:
- En büyük tembellik, sevdiğin işi yapmaktır.
* * *
Söz aramızda, tembellikten daha güzel de ne vardır?
* * *
Victor Hugo, 82’sinde yazdığı son şiirinden birini şöyle bitiriyordu:
Tanrım aç bana karanlıkların kapısını
Artık kaybolmam gerek.
* * *
Bir dahaki yılın 22 Haziran’ından sonraki ilk yazı başlığı, “84...” olmazsa, lütfen kusuruma bakmayın...
Çetin Altan
* * *
“Laf ola beri gele” sözlerden biri olan:
- Her yaşın kendine göre bir tadı vardır, değerlendirmesine; acaba bendeniz de birazcık kulak kabartsam mı?
* * *
Gerçi her yaşta “hayatın tadı, zamanı unutmaktadır”; bazen bir baş başalıkta, bazen bir “diziyi” izlemekte, bazen bir konserde, bazen bir meyhanede...
* * *
İnsanları neden tıkarlar cezaevlerine; zamanı unutmasın ve “günler bir türlü geçmek bilmesin” diye...
* * *
Gençlik ile yaşlılık hakkındaki bir başka saptama da şöyle:
- Gençler için günler kısa, yıllar uzun; yaşlılar için günler uzun, yıllar kısa...
Ve bir tane daha:
- Gençler bilebilse, yaşlılar yapabilseydi...
* * *
Yıllar geçtikçe, insanın sık duymaya alıştığı sözler de değişiyor.
20 yaş dostlarıyla konuşurken, gülerek soruyorum:
- Bakalım 62 yıl sonra benim yaşıma geldiğinde ne yapacaksın?
Aldığım yanıt:
- Ben o kadar yaşamam...
* * *
50 yaş dostlarıyla konuşurken de soruyorum:
- Ne yapacaksın 30 yıl sonra 80’ine geldiğinde?
Aldığım yanıt yine aynı:
- Ben o kadar yaşayamam ki?
* * *
Hayat tuhaf bir göle benziyor, ortasındayken ayrıldığın kıyıya baktığında yakın; farkına varmadan yaklaştığın karşı kıyı ise uzak mı uzak görünüyor.
* * *
Bendeniz de 50’sinde, 60’ında, hatta 70’indeyken; 80, varılamayacak uzak bir kıyı olarak görünüyordu.
* * *
“Kalem” adamlarından, yaşlanabilmiş de olanlar; çocukluklarını, gençliklerini yazmayı pek sevdikleri halde, o kadar benimsemezler ihtiyarlığı da ayrıntılarıyla yazmayı...
* * *
Hatırladığım kadarıyla sadece La Bruyere:
- Paradoks yapıyor denmesinden korkmasam; yaşlılığı, gençliğe yeğlediğimi söylerdim, diye yazmıştı.
* * *
İşin matrak tarafı, La Bruyere’in o satırları yazdığında 47-48 yaşlarında olmasaydı; 51’inde de hayattan ayrılmıştı zaten.
* * *
19’uncu yüzyılın ortalarına kadar, o dönemlerin gelişmiş toplumlarında dahi, insanların ömür cetveli 45-55 yıl kadardı.
Şeker fabrikalarının devreye girmesi ve şeker tüketiminin artmasıyla, insan ömrünün de uzadığı iddia edilmişti.
* * *
Türkçede de:
- 40’ından sonra azanı teneşir paklar, sözü; kadınlar arası dedikodulu sohbetlerde çok kullanılırdı.
* * *
Yine hatırladığım kadarıyla, Dale Carnegie’nin patlattığı:
- Hayat 40’ından sonra başlar sözü; o yıllarda 30’unda olan beni bile şaşırtmıştı.
* * *
“Hayat” kimseye öğretilemez. Kimseye öğretilemez Doğa’nın “libido”suyla, kasaba koşullanması ve ekonomik çaresizlikler çatıştığında, nasıl bir çözüm bulunabileceği...
* * *
1925 yılında 30 yaşındayken “Maarif Vekili” olan Mustafa Necati:
- Hayat bir katakulliden ibarettir, demişti.
Ve 35 yaşında da, hayata veda etmişti.
* * *
Gerçekten de hayat bir yutturmacadan, bir ikiyüzlülükten, bir riyakârlıktan mı ibaretti?
* * *
Ya o sanat ve bilim adamları, hepsi de birer sahtekâr mıydı?
2500 yıl önce yaşamış olan Sofokles, 350 yıl önce yaşamış olan Moliere, bizim Fuzuli, Neyzen Tevfik, Osman Hamdi, Orhan Veli, Tolstoy, Modigliani birer “katakullici” miydi?
* * *
Örneğin “Yazı”nın doruklarına bayrağını dikmiş olan Tolstoy da:
- Vatanseverlik köleliktir, demişti.
* * *
Mustafa Necati’nin “hayat” tanımlamasını, Tolstoy’un gözleyip özetlediği bir “Çar ordusunun disipliniyle” yan yana getirdiğinizde; Hazine’den geçinmeli mesleksiz “mevki sahipleri”nin olduğundan fazla görünme hastalığıyla, kendini beğenmişlik afurtafuruna, bir nanik çekmek geçmez mi içinizden?
Yaşınız 82’yi geçmiş bile olsa.
* * *
Her yaşın kendine göre bir tadı varmış.
Bendenize göre laf işte...
Hiçbir yaşımı bir kez daha yeniden yaşamak istemem.
* * *
4 yaşındayken, dedem Hasan Paşa’nın beni, “çarpım cetveli”ni ezberleyinceye dek, odalara kilitlemesini ve ezberleyemediğimi görünce de, topuğumdan tutup 2’nci katın penceresinden aşağı, tulumbanın mermer yalağına doğru baş aşağı sarkıtmasını da bir daha istemem; 8 yaşındayken bir pazar akşamı Ortaköy’deki Galatasaray Lisesi ilkokuluna, yatılı bir öğrenci olarak bırakılıvermeyi de...
* * *
Yahya Kemal, yaşlılığında şöyle demişti:
Gördüm ve anladım yaşamak macerasını,
Baki idiyse ruh eğer, dilemezdim bekasını.
* * *
Bendeniz bir türlü görüp anlayamadım yaşamak macerasını; ancak, bir daha yeniden görüp anlamaya çalışmak da istemem.
* * *
82 noktalığında da; 1 yılda orta boy bir kitap sayfasıyla hemen hemen 1000 sayfalık yazı yazmışım; “yazı” bendeniz için, bir “yaşam aracı” değil, “yaşam amacı”...
* * *
İşte Jean-Paul Sartre’in bayıldığım bir sözü:
- En büyük tembellik, sevdiğin işi yapmaktır.
* * *
Söz aramızda, tembellikten daha güzel de ne vardır?
* * *
Victor Hugo, 82’sinde yazdığı son şiirinden birini şöyle bitiriyordu:
Tanrım aç bana karanlıkların kapısını
Artık kaybolmam gerek.
* * *
Bir dahaki yılın 22 Haziran’ından sonraki ilk yazı başlığı, “84...” olmazsa, lütfen kusuruma bakmayın...
Çetin Altan
25 Haziran 2009
12 Haziran 2009
Kim Şairdir
şair dizeler yazan biridir
ve dizeler yazmayan biri
zincirleri kıran biridir şair
ve kendini zincire vuran biri
inanan biridir şair
ve bir türlü inanamayan biri
yalan söylemiş biridir şair
ve kendisine yalanlar söylenmiş biri
düşmeye yatkın biridir şair
ve ayağa kalkabilen biri
çekip gitmeye çalışan biridir şair
ve bir türlü gidemeyen biri
Tadeusz Różewicz
Polonya 1921
Çev.: Cevat Çapan
ve dizeler yazmayan biri
zincirleri kıran biridir şair
ve kendini zincire vuran biri
inanan biridir şair
ve bir türlü inanamayan biri
yalan söylemiş biridir şair
ve kendisine yalanlar söylenmiş biri
düşmeye yatkın biridir şair
ve ayağa kalkabilen biri
çekip gitmeye çalışan biridir şair
ve bir türlü gidemeyen biri
Tadeusz Różewicz
Polonya 1921
Çev.: Cevat Çapan
9 Haziran 2009
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)