12 Ekim 2010

Yazar

Üç beş gün önce gazetede 2010 Nobel Edebiyat Ödülü'nün Mario Vargas Llosa'ya verildiğini okuyunca içimden kısaca gülümsedim. Zira bundan iki yıl önce ondan pek hoşuma giden kısa bir alıntı yayımlamıştım burada.

Llosa, toyluk zamanlarında, o zamanlar henüz hayatta olan bazı ünlü yazarlara nasıl yazar olunacağını sormayı geçirir içinden. Ama buna cesaret edemez; utangaçlıktan, çekingenlikten ama daha çok da umutsuzluktan. O koskoca yazarlar tutup yanıt mı verirlerdi bu çocukça soruya, boşuna umutlanmaya değmezdi...

"Edebiyatın birçokları için pek bir anlam taşımadığı, varlığını handiyse bir yeraltı etkinliği gibi toplumun uç boylarında sürdürdüğü ülkelerde böylesi duygulara kapılmak çoğu kez genç insanların heveslerini kursaklarında bırakır." Ne yazık ki Türkiye de bu tür ülkelerden biri...

Llosa'nın o zamanlar belli ki ziyadesiyle merak ettiği "nasıl yazar olunur?" sorusunun cevabı şimdi daha kolay  verilebilir sanırım. Karamsar duygulara kapılan genç bir meraklı şimdi Nobel Edebiyat Ödülü alıyor. Demek ki insan başkalarına sorarak değil, ne olursa olsun hiçbir şeyin hevesini kursağında bırakmasına izin vermeyerek de nasıl yazar olunabileceğini gösterebilir. Sizce?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git