27 Eylül 2011

Ahmet ile Mehmet vs. Hans ile Müller

Ahmet ile Mehmet Frankfurt’tan Köln’e gitmek için trene binerler. Ancak ellerinde sadece bir bilet vardır. Kompartıman komşuları Hans ile Müller, kondüktörün yaklaşmakta olduğunu gören Ahmet ile Mehmet’in koşarak tuvalete girdiklerini görünce merakla olayı izlerler. Biraz sonra tuvalet kapısını tıklatan kondüktör, kapının altından uzatılan bileti kontrol edip geri verir. Böylece iki Türk tek biletle yolculuklarını tamamlarlar.
Dönüş yolunda Hans ile Müller ve Ahmet ile Mehmet rastlantı sonucu yine aynı kompartımana düşerler. Bu kez iki Alman’da tek bir bilet vardır. Ahmet ile Mehmet’in ise hiç bileti yoktur. Kondüktörün yaklaştığını görünce iki Alman tuvalete kapanırlar. Arkalarından gelen Ahmet ile Mehmet kapıyı çalarlar. Kapı altından uzatılan bileti alan iki arkadaş hemen yandaki tuvalete koşarlar ve kondüktör kapıyı çaldığında Almanların biletiyle kontrolü atlatırlar.
Yalçın Pekşen, The Türkler.

20 Eylül 2011

Bir hediye kitap daha

İki hediye kitap aldım yakın zamanda. Birinden geçen gün bahsetmiştim. Bir İstanbul kitabı. Bir de bir ayı aşkın bir süre önce sevgili kardeşim Cihat Albayrak bir şiir kitabı hediye ettiydi. Şükran Belen'in İpeğin Ağrısı adlı kitabı. Şairin adını daha önce duymuş olsam bile hatırlamıyorum, ilk defa duyuyor olmalıyım. Güzel şiirler yazmış. Yalnız şunu belirtmeliyim ki, şairin kim olduğunu söylemeden önüme koysalardı, bu şiirlerin bir kadının kaleminden çıktığını hemen anlardım. Son zamanlarda pek şiir kitabı okumuyordum doğrusu. Şiir okuyorum elbette ama daha çok dergilerden ve internetten. Bu kitap, bu rutini bozmak için bir vesile oldu.

Cihat Albayrak'a tekrar teşekkür ederim.

Sır Perdesi
Ey! Evvel!
Ey! Ahir!
Bu söz dalgası!
Yazanın öfkesi!
Denizin korkusu!
Var oldu aşk..!
Sözümden, ayrılık...
                     Ne olur bak bana... merhamet nazarıyla!

Ey Nemrut'un ateşi
Donmuş bir damlayım
           Yak selamı!

An; dönmeze gitti
Hasret; tükenmeze... kalem!
Yarın; kendi iradesine kalkan!

Şükran Belen

19 Eylül 2011

Çehov'dan Öğütler: Yazarlığın Kuralları

Çehov ustamız gençlerin zinhar yazar olmamasını öğütlediydi geçen gün. Ardından, "Tüm uyarılara karşın, kaçınılmaz yazgı kişiyi yazarlık yoluna iterse, bu talihsiz, başına gelecekleri hafifletmek için şu kurallara uymalı", diye de eklediydi.

Ben de kalkıp yanına gittim ve kendisiyle bu kurallar üzerine konuşmanın mümkün olup olmadığını sordum. Belli ki zamanı dardı, işleri başından aşkındı, bundan ötürü ilkin kabul etmeyecek gibi göründü ama gözlerimin içine bakınca benim de yazar olmak isteyen o talihsizlerden biri olduğumu oracıkta anladı ve, "Olur ki yol yakınken caydırırım bu sevdadan" diye geçirdi içinden ve içeri davet etti.

Vakit kaybetmeden başladı nasihatlerini sıralamaya:

1. Yazarlığı zevk olsun diye yapmanın, onu meslek edinmekten daha iyi bir yaşam sağlayacağını bilmeli.

Hocam söylediklerinize katılmamak mümkün değil. Zaten bizim memlekette yazarlığı meslek olarak icra ediyorsanız, babanızdan da bir şey kalmamışsa yoksulluğu, sefilliği göze almışsınız demektir, en basit bir örnek olarak. 
2. Edebiyat arenasında başarısızlığın başarıdan bin kat daha iyi olduğu kulağına küpe olmalı.
Türkiye'de bir kişinin kitapları çok satıyorsa o kişi otomatikman başarılı yazar sayılıyor. Sözünüze bu noktadan bakıldıkta bin kere haklısınız.
3. “Sanat için sanat” yapmanın, acınası bir malzemeyi işlemekten daha avantajlı olduğunu aklından çıkarmamalı.
"Toplum için sanat" da –bazen– fena değildir. (Diyorlar).
4. Tercihen genç bir asilzade ya da bir lise öğrencisi olmamalı.
Elhak!
5. Mutlaka akli melekeleri yerinde olmalı ve yazarlıkta deneyim edinmeli.
Amenna!
6. Çekingen olmamalı; önüne kâğıdı koyup, eline kalemi alıp, aklına geleni yazmalı, sonra dosyasını kapıp yayınevi yayınevi dolaşmalı, kabul ettiremezse yılmayıp kendisi bastırmalı.
Her şeyi yazmak için cesaretlendiriyorsunuz da sayın hocam, buralarda gençler eline kalem aldı mı frenleri patlıyor. Durdur durdurabilirsen. Öte taraftan o, yayınevi yayınevi dolaşma devri geçti, Türkiye'de parayla her bi boku basan "yayınevleri" var affedersiniz.
7. Kitapları basılan ve okunan bir yazar olmak için mutlaka okuryazar olmalı ve en azından arpa tanesi kadar yeteneği bulunmalı.
E, bu işin ilkelerinden biri değil mi bu zaten?
8. Dürüst olmalı; çalıntı bir şeyi özgünmüş gibi sunmamalı, aynı kitabı iki yayınevinden birden çıkarmamalı, yabancı kökenli bir şeyin yerli olduğunu savunmamalı.
Hırsızlık her hâlükârda kötüdür. Hem sonra, Kant hocamızın öğrettiği bir dünya şey var dürüstlük konusunda. 
9. Gerçek yaşamda olduğu gibi, basılı sözcükler dünyasında da edepli davranmalı; başkasının nasırına basmamalı, mendiline sümkürmemeli, tabağındakine el uzatmamalı.
Hocam bizim memlekette bu söylediklerinizin tam tersini yapan bir dünya adam var. Üstelik bizcileyin genç menç de değiller ha, yaşını başını almış, üstüne bir de yazar diye geçen sürüyle adam.
10. Yazmaya başlamadan önce bir tema seçmeli, ama Amerika’yı ikinci kez keşfetmiş ya da barutu ikinci kez bulmuş olmamak için, çiğnene çiğnene tadı kaçan sakıza dönmüş temalardan uzak durmalı.
Diğer birçok hocamız da böyle söylüyor.
11. Hayal gücünü özgür bırakmalı, ama eline hâkim olmalı; ne kadar kısa ve öz yazarsa, o kadar sık ve zevkle basılacağını unutmamalı.
Ne demiş atalarımız: Nerede çokluk orada... 
12. Şöhret peşinde koşmuyorsa ve dayak yemekten korkuyorsa takma ad kullanmalı, ama asıl adını ve adresini yayınevine bildirmeyi ihmal etmemeli.
Ya yayınevinde de casus varsa.
13. Ücreti kitap yayımlandıktan sonra almalı, gelecekten yemek anlamına gelen avanstan kaçınmalı.
Valla hocam, bizde bu işten para kazananların sayısı oldukça az. Bu işin içinde olanların yalancısıyım. Diğer yandan, kitap yayınlanmadan yayınevlerinin para verdiğini de zaten hiç sanmıyorum. 
14. Aldığı parayı canı nereye isterse oraya harcamalı.
Bence harcamayıp bir köşede tutması daha iyidir, zira her zaman kitaplarından para kazanmayabilir.  
15. Son olarak, bu kuralları bir kez daha okumalı.
Tamam hocam, eve gider gitmez hemen okuyacağım. 

via
Ben böyle der demez masasından kalktı. Ben bunun "artık gidebilirsin" işareti olduğunu anladım. Oturduğum yerden kalktım, bir saygı göstergesi olarak eğilerek elimi uzattım. El sıkıştık. Saygılar hocam, deyip kapıya yöneldim. "Bana bak," diye seslendi arkamdan, "ben yazar olmayın, o yola sürüklenmeyin diye onca sayıp döküyorum, sen gelmiş yazarlığın kurallarını öğrenmek istiyorsun, dalga geçer gibi. Bunlarla kafa bozacağına o ilk tavsiyelerime uysan ya!"

Kaşlarını hafifçe çattı. Tatlı-sert bir görünüşü vardı şimdi. Ben ufak ufak korktum, şimdi sağlam bir azar çekecek, diye. Hem epey de vaktini çalmıştım, daha fazla oyalamış olmamak için peki hocam, diyerek arkamı döndüm, kapıdan çıkmak üzereydim ki, "gel buraya, gel!" dedi, sesini yükselterek. Yaklaştım. Masasının üst çekmecesinden birbirine zımbayla bitiştirilmiş bir deste kâğıt çıkarıp uzattı. Aldım. Hadi bakalım, dedi. "Sağolun hocam, rahatsız ettik, kusura bakmayın," deyip odadan hızlı adımlarla çıktım.

Dışarı çıkar çıkmaz hemen verdiği kağıtlara baktım. En üstteki sayfada "Öyle Bir Hikâye" yazıyordu. Bir sonraki sayfayı açtım. Bunun, kendi yazdığı bir hikâye olduğunu anlamam uzun sürmedi. Koşar adım eve gittim. Derhal oturup okumaya başladım.

(Orijinal metin için buraya bakınız.)

13 Eylül 2011

Dilek

via
İsterdim
İki yüreğim olsun
Biri durduğu zaman
Aşkımı yedeği korusun

Nahit Kayabaşı

11 Eylül 2011

Neredesin Pakize?

Haberturk'te Pakize Suda mikrofonunu almış, Aydın caddelerinde millete "Gazze nerede?" diye soruyor. Ekranın altında da güya sorunun doğru cevabı olarak "Gazze İsrail ile Filistin arasındadır" yazıyor. Halkımızın coğrafya bilgisi malum. "Gazze İstanbul'dadır" diyen bile var.

Hadi halkı hoş görelim, sonuçta onlar sorunun muhatabı. Peki ya, soruyu sorana ne demeli? Madem cevabı kendin de bilmiyorsun, ne demelere sokaklara çıkıp her gördüğüne soruyorsun?

9 Eylül 2011

Yazar Olmamalısın!

Bu aralar ha bire eski kitap-lık'ları karıştırıyorum. Ne güzel şeyler var içlerinde... Önümüzdeki Dünya Şiir Günü için hazırlayacağım slayt için kullanacağım şiirler için de karıştıracağım bir ara. Güzel şiirler de var zira.

Bakınız Çehov Usta ne demiş:
Yeni doğan her bebeğin poposuna vura vura şu sözler kafasına sokulmalı: "Yazı yazmamalısın! Yazı yazmamalısın! Yazar olmamalısın!" Yine de yazarlık eğilimleri göstermeye kalkarsa, bu kez sevgiyle vazgeçirmeye çalışmalı. Sevgi de işe yaramazsa, pes edip "kayıplar" listesine eklenmeli. Yazarlık öyle bir kaşıntı ki, tedavisi yok. 
Yazarın yolu baştan sona dikenler, çiviler ve ısırganlarla kaplı, dolayısıyla aklıselim sahibi insan ne yapıp edip yazarlıktan uzak durmalı. Yine de, tüm uyarılara karşın, kaçınılmaz yazgı kişiyi yazarlık yoluna iterse, bu talihsiz, başına gelecekleri hafifletmek için bazı kurallara uymalı. 
kitap-lık 71 (Nisan 2004), Almancadan Derleyen: Ayça Sabuncuoğlu 

15 kural var. Şu an vaktim dar, daha sonra yazacağım onları da.

6 Eylül 2011

Kitabım geldi

Buğdaytanesi'nin öncülüğünde kendi çapımızda bir kitap değiş-tokuş şenliği düzenlemiştik. Ben Bilge ve Annesi'yle, Zeya ise benle eşleşmişti. Kargoda bir hayli gecikme oldu, ancak dün alabildim.

İstanbul'un 100 Romanı, İstanbul üzerine yazılmış, ya da İstanbul'u konu alan, orada geçen 100 roman hakkında ansiklopedik bilgiler içeriyor, adından da anlaşılacağı gibi.

İlginç bir tesadüf olarak, Zeya'ya da Bilge ve Annesi aynı kitabı göndermiş.

İstanbul'da yaşamak, çok istememe rağmen, şimdiye kadar nasip olmadı. Bir iki kere kısa gezmeler için gittim, o kadar. İstanbul'a adayarak okuyacağım.

İçinden bir de püsküllü bir ayraç çıktı. Ayraç koleksiyonu yaptığım içine mi doğmuş ne?
Teşekkürler Zeya.


5 Eylül 2011

İnsaf dedikleri, neresindedir insanın?

Yayıncısı, Ahmet Hâşim'in telif hakkını vermek istemez. Ahmet Hâşim ısrar edince de, "Benim gözlerimden biri camdandır", der, "İsviçre'de yaptırdım. Hangisinin cam olduğunu bilirseniz istediğiniz parayı hemen veririm."
Ahmet Hâşim adamın gözlerine dikkatle bakar ve "Sağ gözünüz camdandır", der. "Nasıl bildiniz?" diye sorar yayıncı. Yazarın cevabı kayda değerdir: "İlk defa olarak o gözünüzde bir insaf parıltısı gördüm!"
kitap-lık 68 (Ocak 2004)

1 Eylül 2011

Memleket İnsanı

  • Gazete ve dergilerdeki resimlere sakal, bıyık ve gözlük yapar
  • Ünlü birini görünce fotoğraf çektirip samimi havası verir
  • Kırmızı ışıkta beklerken yeşil yanar yanmaz kornaya basar
  • Faturaları hep son gününde öder
  • Meydandaki güvercinlerin üzerine koşup onları kaçırır
  • Takım elbise giyince elini cebine koyar
  • Mesleki ünvanını İngilizce söyler
  • Ağaçlara, banklara vs. kalp çizer, kendisinin ve hayali sevgilisinin isminin baş harfini yazar
  • Yaşamadığı olayları yaşamış gibi anlatır
  • Aynı filmden çıkan arkadaşına filmi anlatır
  • Yeni döşenmiş betona basar, ismini yazar altına tarih atar
        From Coffee News
Sayfa başına git