19 Eylül 2011

Çehov'dan Öğütler: Yazarlığın Kuralları

Çehov ustamız gençlerin zinhar yazar olmamasını öğütlediydi geçen gün. Ardından, "Tüm uyarılara karşın, kaçınılmaz yazgı kişiyi yazarlık yoluna iterse, bu talihsiz, başına gelecekleri hafifletmek için şu kurallara uymalı", diye de eklediydi.

Ben de kalkıp yanına gittim ve kendisiyle bu kurallar üzerine konuşmanın mümkün olup olmadığını sordum. Belli ki zamanı dardı, işleri başından aşkındı, bundan ötürü ilkin kabul etmeyecek gibi göründü ama gözlerimin içine bakınca benim de yazar olmak isteyen o talihsizlerden biri olduğumu oracıkta anladı ve, "Olur ki yol yakınken caydırırım bu sevdadan" diye geçirdi içinden ve içeri davet etti.

Vakit kaybetmeden başladı nasihatlerini sıralamaya:

1. Yazarlığı zevk olsun diye yapmanın, onu meslek edinmekten daha iyi bir yaşam sağlayacağını bilmeli.

Hocam söylediklerinize katılmamak mümkün değil. Zaten bizim memlekette yazarlığı meslek olarak icra ediyorsanız, babanızdan da bir şey kalmamışsa yoksulluğu, sefilliği göze almışsınız demektir, en basit bir örnek olarak. 
2. Edebiyat arenasında başarısızlığın başarıdan bin kat daha iyi olduğu kulağına küpe olmalı.
Türkiye'de bir kişinin kitapları çok satıyorsa o kişi otomatikman başarılı yazar sayılıyor. Sözünüze bu noktadan bakıldıkta bin kere haklısınız.
3. “Sanat için sanat” yapmanın, acınası bir malzemeyi işlemekten daha avantajlı olduğunu aklından çıkarmamalı.
"Toplum için sanat" da –bazen– fena değildir. (Diyorlar).
4. Tercihen genç bir asilzade ya da bir lise öğrencisi olmamalı.
Elhak!
5. Mutlaka akli melekeleri yerinde olmalı ve yazarlıkta deneyim edinmeli.
Amenna!
6. Çekingen olmamalı; önüne kâğıdı koyup, eline kalemi alıp, aklına geleni yazmalı, sonra dosyasını kapıp yayınevi yayınevi dolaşmalı, kabul ettiremezse yılmayıp kendisi bastırmalı.
Her şeyi yazmak için cesaretlendiriyorsunuz da sayın hocam, buralarda gençler eline kalem aldı mı frenleri patlıyor. Durdur durdurabilirsen. Öte taraftan o, yayınevi yayınevi dolaşma devri geçti, Türkiye'de parayla her bi boku basan "yayınevleri" var affedersiniz.
7. Kitapları basılan ve okunan bir yazar olmak için mutlaka okuryazar olmalı ve en azından arpa tanesi kadar yeteneği bulunmalı.
E, bu işin ilkelerinden biri değil mi bu zaten?
8. Dürüst olmalı; çalıntı bir şeyi özgünmüş gibi sunmamalı, aynı kitabı iki yayınevinden birden çıkarmamalı, yabancı kökenli bir şeyin yerli olduğunu savunmamalı.
Hırsızlık her hâlükârda kötüdür. Hem sonra, Kant hocamızın öğrettiği bir dünya şey var dürüstlük konusunda. 
9. Gerçek yaşamda olduğu gibi, basılı sözcükler dünyasında da edepli davranmalı; başkasının nasırına basmamalı, mendiline sümkürmemeli, tabağındakine el uzatmamalı.
Hocam bizim memlekette bu söylediklerinizin tam tersini yapan bir dünya adam var. Üstelik bizcileyin genç menç de değiller ha, yaşını başını almış, üstüne bir de yazar diye geçen sürüyle adam.
10. Yazmaya başlamadan önce bir tema seçmeli, ama Amerika’yı ikinci kez keşfetmiş ya da barutu ikinci kez bulmuş olmamak için, çiğnene çiğnene tadı kaçan sakıza dönmüş temalardan uzak durmalı.
Diğer birçok hocamız da böyle söylüyor.
11. Hayal gücünü özgür bırakmalı, ama eline hâkim olmalı; ne kadar kısa ve öz yazarsa, o kadar sık ve zevkle basılacağını unutmamalı.
Ne demiş atalarımız: Nerede çokluk orada... 
12. Şöhret peşinde koşmuyorsa ve dayak yemekten korkuyorsa takma ad kullanmalı, ama asıl adını ve adresini yayınevine bildirmeyi ihmal etmemeli.
Ya yayınevinde de casus varsa.
13. Ücreti kitap yayımlandıktan sonra almalı, gelecekten yemek anlamına gelen avanstan kaçınmalı.
Valla hocam, bizde bu işten para kazananların sayısı oldukça az. Bu işin içinde olanların yalancısıyım. Diğer yandan, kitap yayınlanmadan yayınevlerinin para verdiğini de zaten hiç sanmıyorum. 
14. Aldığı parayı canı nereye isterse oraya harcamalı.
Bence harcamayıp bir köşede tutması daha iyidir, zira her zaman kitaplarından para kazanmayabilir.  
15. Son olarak, bu kuralları bir kez daha okumalı.
Tamam hocam, eve gider gitmez hemen okuyacağım. 

via
Ben böyle der demez masasından kalktı. Ben bunun "artık gidebilirsin" işareti olduğunu anladım. Oturduğum yerden kalktım, bir saygı göstergesi olarak eğilerek elimi uzattım. El sıkıştık. Saygılar hocam, deyip kapıya yöneldim. "Bana bak," diye seslendi arkamdan, "ben yazar olmayın, o yola sürüklenmeyin diye onca sayıp döküyorum, sen gelmiş yazarlığın kurallarını öğrenmek istiyorsun, dalga geçer gibi. Bunlarla kafa bozacağına o ilk tavsiyelerime uysan ya!"

Kaşlarını hafifçe çattı. Tatlı-sert bir görünüşü vardı şimdi. Ben ufak ufak korktum, şimdi sağlam bir azar çekecek, diye. Hem epey de vaktini çalmıştım, daha fazla oyalamış olmamak için peki hocam, diyerek arkamı döndüm, kapıdan çıkmak üzereydim ki, "gel buraya, gel!" dedi, sesini yükselterek. Yaklaştım. Masasının üst çekmecesinden birbirine zımbayla bitiştirilmiş bir deste kâğıt çıkarıp uzattı. Aldım. Hadi bakalım, dedi. "Sağolun hocam, rahatsız ettik, kusura bakmayın," deyip odadan hızlı adımlarla çıktım.

Dışarı çıkar çıkmaz hemen verdiği kağıtlara baktım. En üstteki sayfada "Öyle Bir Hikâye" yazıyordu. Bir sonraki sayfayı açtım. Bunun, kendi yazdığı bir hikâye olduğunu anlamam uzun sürmedi. Koşar adım eve gittim. Derhal oturup okumaya başladım.

(Orijinal metin için buraya bakınız.)

2 yorum:

  1. Çok güzel ve yararlı bir paylaşım elinize sağlık, keyifle okudum:)

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim, beğendiğinize sevindim. Tekrar bekleriz.

    YanıtlaSil

Yorumunuzda bir web sayfasına bağlantı vermek istiyorsanız buraya bakabilirsiniz.

Yorumlarla ilgili notlar için buradaki sayfanın sonuna bakabilirsiniz.

Sayfa başına git