Nereden baksan 300 yıl. |
21 Temmuz 2012
9 Temmuz 2012
7 Temmuz 2012
Kuzgun
"Dedi ki kuzgun bir daha asla!" © Melih Tuğtağ |
Yem olmamak için azgın fırtınaya, sığınmıştım bir ardıcın kovuğuna;
Sabırsızlıkla beklerken sabahı, ilişti gözlerime sıcak
bir odanın aydınlığı.
Gözlerimi diktim camlara, baktım içeride genç bir adam
tek başına oturmakta;
Ölümün gölgesi düşmüş gözlerine, başı önde derin derin
düşünmekte
Kendi çilem yetmezmiş gibi bana, uçtum yüzü kederle
güzelleşen bu adama
Mezar taşını andıran bir koltukta oturan o yıkılmış
adama.
Kasvetli bir gece yarısı, düşünürken zayıf, tasalı
Yabansı, tuhaf sesi üzerine eski, unutulmuş bilgilerin,
Uykunun eşiğinde düşerken başım öne, aniden bir tıkırtı
geldi içeriye
Sanki biri usulca vurdu, vurdu kapısına odamın
"Bir ziyaretçi olmalı," diye mırıldandım,
"bir ziyaretçi çalıyor kapısını odamın
Yalnızca bu, başka bir şey değil."
Korkunca kanatlarımın sesinden, ürküttüm onu istemeden,
Başladı kendi kendine konuşmaya, belki de ihtiyacı vardı
bir arkadaşa
Nasıl bir acıydı onu böyle içine döndüren, gözleri
açıkken kâbuslar gördüren,
Keşke konuşacak kadar gelişmiş olsaydı dilim, bu düşküne
hemen yardım ederdim
O ise unuttu bile beni, unuttu odasının önündeki gölgemi.
Anlamsızca mırıldanıyor dudakları, yitik bir bakışı
gizliyor gözkapakları.
Ah, çok iyi anımsıyorum, solgun bir aralıktı
Ölen her kor bırakıyordu hayaletini döşemeye ayrı ayrı
Nasıl diledim nasıl, bir sabah olsa; -ödünç almak için
aradım kitaplarımda
Acının ara verdiği anı boşuna -yitirdiğim Lenore'un
verdiği acı-
O eşsiz, ay yüzlü masum kız, meleklerce konmuştu Lenore
adı,
Sonsuzluğa karışan o yitik adı
Fısıldayınca böyle sevgilisinin adını, yaşayacak sanıyor
yeniden o tutkulu anları
Buruk bir sanrı salınıyor tüllerle, salınıyor tüllere
bürünmüş bir genç kız görünümünde
Salınıyor ışığın aydınlatmaya yetmediği bu alacakaranlık
adamın yüreğinde,
Bitmek tükenmek bilmeyen o uğursuz kış gecesinde,
Titrek bacaklarının üzerinde doğrularak, dinlemeye
çalışıyor o tuhaf hayali
En renkli düşlerin bile özlemini dindiremeyeceği o narin
hayali
İpeksi mor perdelerin üzgün, kararsız sesi
Ürküttü beni, o güne kadar hissetmediğim bir dehşetti
kaplayan içimi
Hızla çarparken yüreğim, sürekli yineledim
"Bir ziyaretçi," dedim, "içeri girmeyi
diliyor kapısında odamın
Geç kalmış bir ziyaretçi, girmeyi diliyor kapısında
odamın
Hepsi bu, başka bir şey değil"
Dikkatsiz bir kıpırdanış, fark ettirdi beni, fark ettirdi
kara gölgemi.
Yine de anlamış değil, benim yalnızca bir kuş olduğumu;
Ona yardım etmek için güvenli yuvamı bırakıp penceresine
konduğumu.
O kendi cinnetini büyüterek içinde, savuruyor belleğini
karanlık rüzgârların önüne;
Gizli bir zevk de alıyor bundan, damarlarında dolaşan o
katıksız acıdan.
İşitiyorum korkusunu duvarların ardından, görüyorum
sararmış yüzünü pencerenin kenarından.
Ruhuma güç geldi aniden, artık ikircime düşmeden
"Bayım," dedim, "ya da bayan, diliyorum
sizden affımı
Ancak şudur olan, uyukluyordum, çalındı kapım,
Çalındı belli belirsiz, kapımı tıkırdatan sizdiniz;
Öyle ki emin olamadım duyduğuma bir tıkırtı" - İşte
açtım ardına dek kapımı;
- Yalnızca karanlık, başka bir şey değil
Yanlış yerde arıyor beni, bir insan sanıyor bu solgun
sisler içinde bekleyeni.
Çok genç sayılmasa da tanıyamamış daha insanoğlunu;
Umut diye onlara sesleniyor hala, hiç anlayamamış yaşamı
bu zavallı budala.
Kahrediyorum dilsizliğime, seslenmek isterdim bu talihsiz
şaire;
Boşuna dikme gözlerini gecenin sisine, o genç kızın
hayalini artık bekleme,
O çoktan karıştı toprağın tenine, çoktan alıştı
sessizliğin sesine.
Karanlığın derinliklerini gözledim, uzun süre orada
korkuyla merakla bekledim
Şüpheyle düşledim hiçbir ölümlünün düşünmeye cesaret
edemeyeceği düşler;
Ama sürekliydi sessizlik ve hiçbir yanıt vermedi
Söylenen tek sözcük, fısıldanan bu addı,
"Lenore?"
Fısıldadım, yankı bana fısıldadı yeniden,
"Lenore!"
Yalnızca bu, başka bir şey değil.
Odama döndüğümde, bütün ruhum yanıyordu bedenimde.
Yeniden duydum daha güçlü bir tıkırtı,
"Eminim," dedim, "eminim, bu bir şey
penceremin kafesindeki;
Bakmalı ne ise oradaki, çözmeli bu sırrı;
Yalnızca rüzgâr, başka bir şey değil!
Kepengi açınca, gördüm kanat çırpan telaşla,
Geçmişin kutsal günlerinden gelen heybetli bir kuzgun,
Aldırmadan hiç bana, durup dinlemeden bir dakika,
Bir lord ya da lady edasıyla, tünedi odamın kapısına,
Tünedi Pallas büstüne, duran kapımın hemen üstünde;
Tünedi ve oturdu, hepsi bu.
Bu abanoz siyahı kuş takındığı sert, kara ifadeyle,
Döndürdü karamsarlığımı bir gülümsemeye.
Dedim: "Kesinlikle korkak değilsin, kırık olmasına
rağmen sorgucun,
Gecenin kıyısından gelen, ölüye benzeyen antik kuzgun,
Söyle nedir gecenin ölüler kıyısındaki adın!"
Dedi: "Hiçbir zaman!"
Şaşırdım bu tuhaf kuşun konuşmasına, böyle açıkça,
Çok kısa ve ilgisiz olmasına rağmen yanıtı;
Katılmadan edemeyiz bu fikre kutsanmamıştır hiç kimse oda
kapısının üstünde bir kuş görmekle;
Kuş ya da canavar tüneyen kapısının üstündeki büste,
anılan "Hiçbir zaman" gibi bir isimle.
Ama kuzgun tek başına oturarak sakin büstün üzerine;
Yalnızca bir sözcük söyledi, o sözcük taşıyordu sanki
ruhundan;
Ne tek bir tüyünü kıpırdattı, ne de başka bir şey çıktı
ağzından.
Ta ki ben zoraki mırıldanana kadar, "Daha önce diğer
arkadaşları uçup gitti;
Yarın o da terk edecek beni, tıpkı uçup giden umutlarım
gibi,
Ama kuş dedi: "Hiçbir zaman!"
Ürktüm sessizliği bozan bu yerinde yanıttan,
"Kuşkusuz," dedim, "bildiği bu birkaç
sözcüğü,
Öğrenmiş, insafsız belaların kovaladığı mutsuz bir
sahipten;
Şarkıları tek nakarat oluncaya kadar kovalanan o mutsuz
kişiden.
Öğrenmiş, umudun ağıdı olan şu kederli nakaratı:
"Hiç-hiçbir zaman!"
Ama kuzgun hala döndürüyordu hayalimi gülümsemeye;
Oturdum kuşun, büstün, kapının önündeki koltuğun üstüne;
Gömüldükçe kadife yastığın içine, gömüldüm hayalden
hayale,
Düşündüm geçmişten gelen bu uğursuz kuşu;
Geçmişten gelen bu zalim, tuhaf, korkunç, sıkıcı, uğursuz
kuşu.
O tekrarladı ilençli sesiyle, "Hiçbir zaman!"
Oturup, tahmine koyuldum tek hece söylemeden kuşa,
Ateşli gözleri kalbimi dağlayan kuşa;
Tahminimi sürdürdüm yaslayarak başımı;
Lambadan süzülen ışığın aydınlattığı yastığın kadife
kumaşına,
Lambanın aydınlattığı menekşe moru kadife şekilleniyordu
ışıkla;
O hiç yaslanamayacak, ah! Hiçbir zaman, bir daha!
Sanki hava ağırlaştı gizli bir buhurun kokusuyla;
sallandı yer,
Ayaksız meleklerin adımlarıyla, ayak sesleri dönüştü tüy
kaplı zeminde çıngırak seslerine.
"Zavallı," diye bağırdım kendime, "Tanrın
gönderdi bu iksiri sana melekleriyle,
Unutasın diye bir an Lenore'un anılarını.
İç, kana kana iç bu ilacı, unut artık şu yitik Lenore'un
aşkını!"
Kuzgun dedi: "Hiçbir zaman!"
"Peygamber!" dedim, "ilençli varlık! -kuş
ya da şeytan, yine peygamber!-
Bir kışkırtıcı mıydı seni gönderen, ya da fırtına mı bu
kıyıya getiren,
Yine de çok cesursun bu ıssız, büyülenmiş yerde-
Korkunun terk etmediği bu evde -yalvarırım bana doğruyu
söyle-
Var mı? Var mı umar Tur-i Sina'da? -söyle- yalvarırım
söyle!"
Kuzgun dedi: "Hiçbir zaman!"
"Peygamber!" dedim, "ilençli varlık! -kuş
ya da şeytan, yine peygamber!-
Üzerimizde uzanan cennet adına, ikimizin inandığı Tanrı
adına;
Söyle bu hüzün yüklü ruha, o uzak cennette,
Sarılabilecek miyim, meleklerin Lenore diye adlandırdığı
o kutsal kıza?
Sarılabilecek miyim meleklerin Lenore diye andığı o
eşsiz, ay yüzlü kıza?
Kuzgun dedi: "Hiç - hiçbir zaman!"
"Bu sözcük ayrılığımıza işaret olsun kuş ya da
iblis!" diye bağırdım.
"Geri dön fırtınana, dön gecenin ölüler kıyısındaki
diyarına!
Tek bir kara tüyünü bile bırakma, işareti olarak ruhunun
söylediği o yalanın!
Yalnızlığımı bozma! Kapımın üstündeki büstü terk et!
Gaganı çıkar yüreğimden, bedenini kapıdan al git!"
Kuzgun dedi: "Hiçbir zaman!"
Kuzgun bir an olsun ayrılmadı, oturdukça oturdu,
Oturdukça oturdu oda kapımın hemen üstündeki Pallas
büstünde;
Benziyordu gözleri hayal kuran bir şeytanın görüntüsüne,
Vuruyordu kara gölgesini yere lambadan yansıyan ışık;
Kapalı kaldı ruhum bu kara gölgenin içinde,
Kurtulamayacak - Hiçbir zaman!
Edgar Allan Poe
Çev.: Burçak Özlüdil
6 Temmuz 2012
Aşk Olsun!
Bir kadın muhabir, söyleşi yapmak için Can Yücel'i arar. Yücel:
"Bırak şimdi söyleşiyi de, gel sevişelim," der. Bir an neye uğradığını şaşıran kadın durumu kurtarmaya çalışır:
"Aşk olsun ama Can Bey."
Can Yücel o bilindik tavrıyla şu cevabı verir:
"Aşk olacak tabii, ne olacak!"
(Bunu iki yıl önce bir kitapta okumuştum ama adını hatırlayamıyorum. Bundan ötürü kaynak gösteremiyorum.)
"Bırak şimdi söyleşiyi de, gel sevişelim," der. Bir an neye uğradığını şaşıran kadın durumu kurtarmaya çalışır:
"Aşk olsun ama Can Bey."
Can Yücel o bilindik tavrıyla şu cevabı verir:
"Aşk olacak tabii, ne olacak!"
(Bunu iki yıl önce bir kitapta okumuştum ama adını hatırlayamıyorum. Bundan ötürü kaynak gösteremiyorum.)
3 Temmuz 2012
Generalim Tankınız Ne Güçlü
Tankınız ne güçlü generalim,
Siler süpürür bir ormanı,
Yüz insanı ezer geçer.
Ama bir kusurcuğu var;
İster bir sürücü.
Bombardıman uçağınız ne güçlü generalim,
Fırtınadan tez gider, filden zorlu.
Ama bir kusurcuğu var;
Usta ister yapacak.
İnsan dediğin nice işler görür, generalim,
Bilir uçurmasını, öldürmesini, insan dediğin.
Ama bir kusurcuğu var;
Bilir düşünmesini de.
Bertolt Brecht
Çev. Asım Bezirci
Siler süpürür bir ormanı,
Yüz insanı ezer geçer.
Ama bir kusurcuğu var;
İster bir sürücü.
Bombardıman uçağınız ne güçlü generalim,
Fırtınadan tez gider, filden zorlu.
Ama bir kusurcuğu var;
Usta ister yapacak.
İnsan dediğin nice işler görür, generalim,
Bilir uçurmasını, öldürmesini, insan dediğin.
Ama bir kusurcuğu var;
Bilir düşünmesini de.
Bertolt Brecht
Çev. Asım Bezirci
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)