23 Ağustos 2022
20 Ağustos 2022
Çam palamut meşesi...
Bugün ölülerden tek farkım mezarda değil evde yatıyor oluşumdu. Ne güzel bir uyku düzeni tutturmuştum, üstelik yaz gelince de pek bozulmamıştı. Ne var ki şu son birkaç günde bozuldu gitti. Havadaki nem miktarından mıdır nedir. İstanbul'da nem oranı yüzde yüze çıkmışmış. Evde oturunca pek etkisi olmuyor, keşke tek derdimiz bu olsaydı. Sabah kaçtı uyandığımda? On muydu neydi. Yatakta dünkü kadar vakit geçirmedim, kalkıp kahvaltı hazırladım. Çay demini tutana kadar salonda eşelendim. Kahvaltı ettim. Ederken YouTube'dan bir şeyler izledim.
Banyoya geçip sakalımı düzelttim. (Sakalı bir ay kadardır bırakıyorum. Esasında sakalım hep vardır, haftada bir tıraş olurdum. Lakin biraz uzatmaya karar verdim ve işte bir aydır uzatıyorum. Sekiz-on günde bir sakalın üzerinden beş numarayla geçmekle birlikte, bıyığıma dokunmuyorum, o uzun dursun bakalım.)
Dünden dışarı çıkmayı kararlaştırmıştım ama bir yandan da çıkasım yoktu. Eşelendim de eşelendim. Karnım acıktı, yemek de yapmadım bugün, karpuz kesip peynirle yedim. Vakit de epey geçince, artık bu saatten sonra çıkılmaz, dedim. Nitekim akşam sekizde havuza gidecektim. Havuz zamanı yaklaşınca da evden çıktım. Varınca doğrudan havuza gitmeden soracağım bir-iki soru için görevlilerin masasına yöneldim. Bugün erkek seansı yok demezler mi. Nasıl? Telefonu çıkarıp baktım, evet, hakikaten de benimki yarınmış. Bugün diye karıştırmışım. Gerisin geri eve geldim. Gelirken de yolda, madem öyle, hava da serinlemiş, çantayı eve bırak, çık biraz gez, dedim kendi kendime. Çıktım mı, hayır tabii ki. Gene oturdum ve eşelendim.
İmdi soru şu, böyle bir canlının bir ölüden farkı nedir?
9 Ağustos 2022
Masal masal matitas
1 Ağustos 2022
Adamımız
Önceki gün sabah erkenden kalkıp kahvaltısını eder, duşunu alır, evden çıkıp Fındıklı'ya doğru yol alır. Lakin oradaki işine daha iki saat süre vardır, o da Taksim'deki Sıtarbaks'a girer, bir kahve içer, telefona bakınarak zaman öldürür. Vakit yaklaşınca da kalkıp Kazancı Yokuşu'ndan aşağı Fındıklı'ya yürür. İşini öğleye doğru bitirip aynı yoldan Taksim'e döner. Ne yapsam diye düşünürken AKM kütüphanesine gidip orada biraz zaman geçirmeye karar verir. Gider ve bir saate yakın kitaplara bakınır, atlasları filan inceler. Kütüphaneden çıkar, tiyatro salonunun fuayesinde bir hareketlilik görür, görevliye burada ne etkinliği olduğunu sorar, İlhan İrem'in cenazesi var, yanıtını alır. Cenazeye katılmaya karar verip salonun yolunu tutar, üst balkona geçip oturur. Tören bir saat kadar sürdükten sonra tabut Bebek Camii'ne götürülmek üzere omuzlanır, adamımız da dışarı çıkıp İstiklal kalabalığına karışır. Taksim Meydanı o bilindik cereyanla ne güzel esiyorken caddenin içi oldukça bunaltıcıdır. Yılın şimdiye kadarki en sıcak günü olmalı, diye geçirir içinden. İstiklal'i boydan boya yürüyüp Tünel'e biner, Karaköy'e, oradan da tramvayla Sultanahmet'e gider. TİEM'e gidip süresi dolmuş Müze Kart'ını yenileyip –İstanbul'un temel eserlerini altı ayda bir görmeyi kendine adet edinmiştir ya– Topkapı Sarayı'na yönelir. Sarayı bir buçuk saat kadar gezip çıkar, gelmişken Arkeoloji Müzesi'ni de gezsem mi diye geçirirken kapıdaki kuyruğu görüp vazgeçer, zaten de daha geçen ay gelmiştir. Gülhane Parkı'na dalar, bir saat kadar uzanıp biraz kitap okur, sonra kalkıp Gotlar Sütunu'nun önüne gider, orada da yarım saat kadar oturup okuduktan sonra Sarayburnu kapısından çıkıp Eminönü'ne gidip vapura biner, Kadıköy'e gider, A ile buluşurlar. Bir yerde oturup bir şeyler içerler, A'nın başından geçen mini bir maceradan konuşurlar. Adamımız yorgundur, üstelik de sabahın köründe kalkıp sınav görevi için yollara düşmesi gerekmektedir, bundan ötürü erken kalkarlar, Söğütlüçeşme'ye kadar sohbet ederek yürürler, A geri döner, adamımız metrobüse binip interkontinental bir yolculuk yaparak eve gider.