20 Ağustos 2022

Çam palamut meşesi...

Bugün ölülerden tek farkım mezarda değil evde yatıyor oluşumdu. Ne güzel bir uyku düzeni tutturmuştum, üstelik yaz gelince de pek bozulmamıştı. Ne var ki şu son birkaç günde bozuldu gitti. Havadaki nem miktarından mıdır nedir. İstanbul'da nem oranı yüzde yüze çıkmışmış. Evde oturunca pek etkisi olmuyor, keşke tek derdimiz bu olsaydı. Sabah kaçtı uyandığımda? On muydu neydi. Yatakta dünkü kadar vakit geçirmedim, kalkıp kahvaltı hazırladım. Çay demini tutana kadar salonda eşelendim. Kahvaltı ettim. Ederken YouTube'dan bir şeyler izledim.

Banyoya geçip sakalımı düzelttim. (Sakalı bir ay kadardır bırakıyorum. Esasında sakalım hep vardır, haftada bir tıraş olurdum. Lakin biraz uzatmaya karar verdim ve işte bir aydır uzatıyorum. Sekiz-on günde bir sakalın üzerinden beş numarayla geçmekle birlikte, bıyığıma dokunmuyorum, o uzun dursun bakalım.)

Dünden dışarı çıkmayı kararlaştırmıştım ama bir yandan da çıkasım yoktu. Eşelendim de eşelendim. Karnım acıktı, yemek de yapmadım bugün, karpuz kesip peynirle yedim. Vakit de epey geçince, artık bu saatten sonra çıkılmaz, dedim. Nitekim akşam sekizde havuza gidecektim. Havuz zamanı yaklaşınca da evden çıktım. Varınca doğrudan havuza gitmeden soracağım bir-iki soru için görevlilerin masasına yöneldim. Bugün erkek seansı yok demezler mi. Nasıl? Telefonu çıkarıp baktım, evet, hakikaten de benimki yarınmış. Bugün diye karıştırmışım. Gerisin geri eve geldim. Gelirken de yolda, madem öyle, hava da serinlemiş, çantayı eve bırak, çık biraz gez, dedim kendi kendime. Çıktım mı, hayır tabii ki. Gene oturdum ve eşelendim.

İmdi soru şu, böyle bir canlının bir ölüden farkı nedir?

9 Ağustos 2022

Masal masal matitas

Otobüsle Bolu'ya gidiyordum, İzmit otogarında yanıma otuz beş yaşlarında biri bindi. Hemen de konuşmaya başladı. İlk bakışta oturaklı, aklı başında birine benziyor, fakat konuşmaya başladı mı birinci dakikanın sonunda ne mal olduğu ortaya çıkıyor. Hepimiz desteksiz atan efsane yalancılar görmüşüzdür ya, bu da onlardan biriydi işte. Hayatları yalan olduğu için bir yerden sonra yalanlarını kendileri de inanarak söylerler, bu da işe renk katar. Eskiden böylelerine tahammülüm azdı, yalanlarını oracıkta yüzlerine çarpmaya meyilliydim, sonraları değişti bu tabii, şimdi hoşuma gidiyor dinlemek, hatta sorduğum sorularla güzel yalanlara bile yönlendiriyorum. Bunda da öyle oldu işte.

Ne iş yaptığımı sordu, öğretmenlik dedim, sende okuyan çocuk var mı diye de ekledim. İki oğlum var, dedi. Kaça gidiyorlar, diye sordum bu kez, büyüğü liseyi bitirdi, dedi. O halde üniversite sınavına girmiştir, kaç puan aldı diye sordum. Valla doğrusunu istersen girip girmediğini bilmiyorum, dedi. Çünkü o İstanbul'da çalışırken çoluk çocuk memleketteymiş. Dershaneye yazdırdım, deyince araya girdim, iyi de sen çocuğun sınava girip girmediğini, girdiyse kaç puan aldığını bilmeden dershaneye nasıl yazdırdın, dedim. Sınava girdi, demez mi bu kez. Beyin cerrahlığı kazandı ama gitmiyor, pilot olmak istiyor, dedi. Muhatabımın kumaşı bir güzel ortaya çıktığı için eğlenmek amacıyla hafiften ortalığı kızıştırmam gerekiyordu, bir yandan da gülmemek için kendimi zorluyordum. Sen, diye sürdürdüm, çocuğu dershaneye yazdıracağına psikoloğa götür, zira beyin cerrahlığını şu zamanda elinin tersiyle iten çocuğu anca psikolog paklar. Geçiştirdi tabii bu dediğimi. Ben de içimden üniversitelerde beyin cerrahlığı diye tercih edilecek bir bölüm olmadığını söylesem mi diye geçirdiysem de vazgeçtim.

Lafa devam ettik. İki evliyim dedi, eşlerden biri İstanbul'da, öbürü memleketteymiş. Bana İstanbul'da nerede oturduğumu sordu söyledim, ben sordum, işe bakın ki oturduğu semtin adını bilmiyor. Otobüse de İzmit'ten binmişti ya. Sonra ev kiralarından açıldı konu. Geçen yıl ev sahibi, oğlum evleniyor diyerek evden çık demiş. Bu da eğer kirayı arttırmak istiyorsan söyle, istediğin kirayı vereyim demiş. Yok, ev sahibi ısrar edip çıkacaksın demiş. Bizimki de, çıkarım çıkmasına ama senin evi başkasına kiraladığını da öğrenirsem elimden kurtulamazsın diye yanıtlamış. Nitekim öğrenmiş de. Ve gidip eski ev sahibinin boğazına yapışıp adamdan yüz elli milyar para almış. Nasıl, adam sana hiç itiraz etmedi mi, diye sordum, geçiştirmek için araya başka bir laf soktu, İstanbul'daki eşinin kim olduğunu söyledi. Kimmiş, sıkı durun, İstanbul Havalimanı müdürü. Gülmemek için kendimi zor tuttum cidden. Neden uçakla gitmiyorsun peki, diye ben sormadan o cevapladı, uçakla daha uzun sürüyor dedi. Önceden havaalanına gidecekmişsin de, şuymuş da buymuş da çok sıkılırmış falan. Yaptığı bu otobüs yolculuğu da on iki saat kadar sürecekti. İşe bakın ki uçak yolculuğundan sıkılan bu arkadaşımızın otobüste koltuk numarası bile yok, sefer dolu olduğu için, bu da artık ısrar mı etti ne ettiyse numarasız bilet satmışlar, boş koltuk oldukça oturacak, olmayınca da kaptanın yanında ya da arada gidecek. Nitekim yanımdaki boş koltuğa da böylece oturmuştu.

Ne iş yapıyorsun diye soruverdim. Kaçak sigara, dedi. Yüz renginden anladım ki en büyük hayali bu iş. Kaça alıp kaça satıyorsun diye sordum, ben büyük iş yapıyorum, tırlarla İran'dan, Gürcistan'dan getiriyorum dedi. Yakalanmadan nasıl taşıyorsun, diye sordum, hallediyoruz diyerek geçiştirdi gene. Bir tırdan ne kazanıyorsun diye üsteledim, karton işi dedi, kartonunu yetmişe alıyoruz, ya kaça satıyorsunuz, ona da doksan dedi. Peki de paketini senden dokuza alan kişi bunu piyasada kaça satıyor, diye sorunca da yirmi beşe dedi. Sen neden az kârla satıyorsun soruma da, millet de ekmek yesin cevabını verdi.

Kahramanımızla muhabbetimiz bundan ibaret kaldı, zira Düzce'de koltuğun sahibi binince bunu kaldırdılar. Hava da kararmıştı, keşke gündüz vakti olsa ve yol arkadaşlığımız daha uzun sürseydi de siz o zaman görseydiniz, ben ona ne yalanlar söyletirdim. 

1 Ağustos 2022

Adamımız

Önceki gün sabah erkenden kalkıp kahvaltısını eder, duşunu alır, evden çıkıp Fındıklı'ya doğru yol alır. Lakin oradaki işine daha iki saat süre vardır, o da Taksim'deki Sıtarbaks'a girer, bir kahve içer, telefona bakınarak zaman öldürür. Vakit yaklaşınca da kalkıp Kazancı Yokuşu'ndan aşağı Fındıklı'ya yürür. İşini öğleye doğru bitirip aynı yoldan Taksim'e döner. Ne yapsam diye düşünürken AKM kütüphanesine gidip orada biraz zaman geçirmeye karar verir. Gider ve bir saate yakın kitaplara bakınır, atlasları filan inceler. Kütüphaneden çıkar, tiyatro salonunun fuayesinde bir hareketlilik görür, görevliye burada ne etkinliği olduğunu sorar, İlhan İrem'in cenazesi var, yanıtını alır. Cenazeye katılmaya karar verip salonun yolunu tutar, üst balkona geçip oturur. Tören bir saat kadar sürdükten sonra tabut Bebek Camii'ne götürülmek üzere omuzlanır, adamımız da dışarı çıkıp İstiklal kalabalığına karışır. Taksim Meydanı o bilindik cereyanla ne güzel esiyorken caddenin içi oldukça bunaltıcıdır. Yılın şimdiye kadarki en sıcak günü olmalı, diye geçirir içinden. İstiklal'i boydan boya yürüyüp Tünel'e biner, Karaköy'e, oradan da tramvayla Sultanahmet'e gider. TİEM'e gidip süresi dolmuş Müze Kart'ını yenileyip –İstanbul'un temel eserlerini altı ayda bir görmeyi kendine adet edinmiştir ya– Topkapı Sarayı'na yönelir. Sarayı bir buçuk saat kadar gezip çıkar, gelmişken Arkeoloji Müzesi'ni de gezsem mi diye geçirirken kapıdaki kuyruğu görüp vazgeçer, zaten de daha geçen ay gelmiştir. Gülhane Parkı'na dalar, bir saat kadar uzanıp biraz kitap okur, sonra kalkıp Gotlar Sütunu'nun önüne gider, orada da yarım saat kadar oturup okuduktan sonra Sarayburnu kapısından çıkıp Eminönü'ne gidip vapura biner, Kadıköy'e gider, A ile buluşurlar. Bir yerde oturup bir şeyler içerler, A'nın başından geçen mini bir maceradan konuşurlar. Adamımız yorgundur, üstelik de sabahın köründe kalkıp sınav görevi için yollara düşmesi gerekmektedir, bundan ötürü erken kalkarlar, Söğütlüçeşme'ye kadar sohbet ederek yürürler, A geri döner, adamımız metrobüse binip interkontinental bir yolculuk yaparak eve gider.

Sayfa başına git