Dönüp bakacaksın sahile,
Kumlarda bir orospunun
ayak izleri belirecek,
"İşte," diyeceksin,
"Hayat bu."
2005
25 Temmuz 2008
21 Temmuz 2008
Memlekete varış
Aylar sonra yolum tekrar memlekete düştü. Gelir gelmez soluğu denizde aldım. Geçtiğimiz pazartesi ve pazar günleri gün boyu denizdeydim. Üzerimde daha memlekete yeni gelmiş olmanın verdiği uyku sersemliğine benzer bir şey varken ve de daha doğru dürüst soluklanamamışken neyin nesiydi o iki günlük deniz sefası, ben de anlayamadım. Sözün kısası, hafta sonu toplamda on saati geçkin bir süre memleketin sularında ördeğe döndüm...
Memleket için söylenecek hem pek çok şey var hem de çok az şey. Nedir, insanın memleketidir, doğduğu, büyüdüğü yerdir, dünyaya ilkin oradan merhaba demiştir. Bu yüzden de memleketinden aylardır ayrıysa bir insan gelince elbetteki uzun uzadıya konuşmak ister hakkında. İster istemesine de konuşacak pek o kadar şey yoksa ne yapsın?
Ne zaman memlekete doğru yol alsam içimde ufaraktan bir heyecan: Acaba ufak da olsa bir değişim var mıdır? Yok babam yok. Vallaha ne bir değişim ne bir dönüşüm ne bir ilerleme... Memleket hep aynı. Uzun hikâye, üzerinde durmayalım şimdilik, belki başka bir fasla...
Ben iyisi mi hafta sonu maceram üzerinde azıcık konuşayım. Çelebibağı'nı Adilcevaz'a doğru iki-üç km. geçince bir aile plajı var. Eskiden burası askeri kampmış. Sonra nasıl olmuşsa Çelebibağı Belediyesine devredilmiş. Hafta içleri bu plaja kimse gelmiyor anlaşıldığı kadarıyla. Hafta sonuysa, özellikle pazarları tıklım tıklım. Tıklım tıklım dediğime bakıp Bodrum, Çeşme plajları türünden bir şey gelmesin aklınıza. Buraya göre doluyor işte.
Birtakım eksiklikleri var buranın. Bir kere, piknik alanı çer çöp, pislik içinde. Burada kimi suçlamalı? Belediyeyi mi? Tabii ki hayır. İnsanlar hoyratça kirletiyorlar piknik yaptıkları, suya girdikleri, yaşadıkları alanı. Neden acaba? Hakikaten ben de bilmiyorum cevabını.
Kampın ikinci bir eksiği var. Bu tamamen belediyeyi ilgilendiriyor. Kamp yapacak yer var da insan buraya park masası falan koyar. İki tane mi var ne, onlar da ufacık. İnsanlar gelip burada piknik yapıyor, mangal falan yakıyorlar neticede. Ayrıca bir plajın, bilhassa bir halk plajının olmazsa olmazlarından biri de soyunma kabini değil midir? Yok. Tuvaletler var ama müsaadenizle onlardan hiç bahsetmek istemiyorum.
Bir nokta daha... Belediye buraya birkaç şezlong alsa, insanlar daha rahat güneşlense. Çok mu?
Kampı uzaktan gören bir yabancı, buranın Çernobil'den beri sahipsiz kalan bir tesis olduğu izlenimine kapılır. Duyduğuma göre hırsızlar gelip buradaki tesislerin çatılarındaki sacları, pencerelerindeki camları bile söküp götürmüşler. Hatta pencerelerin kendilerini.
Pazar günü oraya gelenlerin sayısı iki yüzü geçmiyordu. Oysa Erciş'in nüfusu köyleriyle beraber 150.000'i aşıyor. Diyorum ki, Van Gölü kim bilir kaç yüz yıldır böyle sessiz sedasız, insanlarını, "çocuklarını" bekliyor. Ama ilgi gösteren yok. Buralarda sık sık Bodrum, Antalya, Marmaris özentisinde olanları görüyoruz. Bu denizi neden değerlendir(e)miyor insanlar? Bu da galiba başlı başına bir sosyoloji araştırmasının konusu.
Devam edeceğim.
Memleket için söylenecek hem pek çok şey var hem de çok az şey. Nedir, insanın memleketidir, doğduğu, büyüdüğü yerdir, dünyaya ilkin oradan merhaba demiştir. Bu yüzden de memleketinden aylardır ayrıysa bir insan gelince elbetteki uzun uzadıya konuşmak ister hakkında. İster istemesine de konuşacak pek o kadar şey yoksa ne yapsın?
Ne zaman memlekete doğru yol alsam içimde ufaraktan bir heyecan: Acaba ufak da olsa bir değişim var mıdır? Yok babam yok. Vallaha ne bir değişim ne bir dönüşüm ne bir ilerleme... Memleket hep aynı. Uzun hikâye, üzerinde durmayalım şimdilik, belki başka bir fasla...
Ben iyisi mi hafta sonu maceram üzerinde azıcık konuşayım. Çelebibağı'nı Adilcevaz'a doğru iki-üç km. geçince bir aile plajı var. Eskiden burası askeri kampmış. Sonra nasıl olmuşsa Çelebibağı Belediyesine devredilmiş. Hafta içleri bu plaja kimse gelmiyor anlaşıldığı kadarıyla. Hafta sonuysa, özellikle pazarları tıklım tıklım. Tıklım tıklım dediğime bakıp Bodrum, Çeşme plajları türünden bir şey gelmesin aklınıza. Buraya göre doluyor işte.
Birtakım eksiklikleri var buranın. Bir kere, piknik alanı çer çöp, pislik içinde. Burada kimi suçlamalı? Belediyeyi mi? Tabii ki hayır. İnsanlar hoyratça kirletiyorlar piknik yaptıkları, suya girdikleri, yaşadıkları alanı. Neden acaba? Hakikaten ben de bilmiyorum cevabını.
Kampın ikinci bir eksiği var. Bu tamamen belediyeyi ilgilendiriyor. Kamp yapacak yer var da insan buraya park masası falan koyar. İki tane mi var ne, onlar da ufacık. İnsanlar gelip burada piknik yapıyor, mangal falan yakıyorlar neticede. Ayrıca bir plajın, bilhassa bir halk plajının olmazsa olmazlarından biri de soyunma kabini değil midir? Yok. Tuvaletler var ama müsaadenizle onlardan hiç bahsetmek istemiyorum.
Bir nokta daha... Belediye buraya birkaç şezlong alsa, insanlar daha rahat güneşlense. Çok mu?
Kampı uzaktan gören bir yabancı, buranın Çernobil'den beri sahipsiz kalan bir tesis olduğu izlenimine kapılır. Duyduğuma göre hırsızlar gelip buradaki tesislerin çatılarındaki sacları, pencerelerindeki camları bile söküp götürmüşler. Hatta pencerelerin kendilerini.
Pazar günü oraya gelenlerin sayısı iki yüzü geçmiyordu. Oysa Erciş'in nüfusu köyleriyle beraber 150.000'i aşıyor. Diyorum ki, Van Gölü kim bilir kaç yüz yıldır böyle sessiz sedasız, insanlarını, "çocuklarını" bekliyor. Ama ilgi gösteren yok. Buralarda sık sık Bodrum, Antalya, Marmaris özentisinde olanları görüyoruz. Bu denizi neden değerlendir(e)miyor insanlar? Bu da galiba başlı başına bir sosyoloji araştırmasının konusu.
Devam edeceğim.
8 Temmuz 2008
Srebrenitsa
Ağla şehir!
Ağla ki
Adriyatik'ten Doğu Akdeniz'e
gözyaşların süzülüp gitsin Filistin'e.
Ağla
Kardeşlerin Sabra, Şatilla
ortak olsunlar yüreğinin içine.
Ağla
Kömür gözlü bir çocuğun sesi duyulsun,
Halepçe uzatsın ellerini ellerine.
Ağla şehir, utanma ağlamaktan sakın,
Bak cesaretin büyük
yüreğin devasa,
Bugün senin ağlamak en kutsal hakkın,
Ağla ey sevgili şehir Srebrenitsa.
NOT: 95'in temmuz sıcağında, Srebrenitsa'da bulunan 'koruyucu barışgücü askerleri' büyük bir katliama göz yumdu. Sırplar, Hollandalı barışgücü askerlerinin gözü önünde binlerce masum insanı katletti. Bu elbette ne ilk ne de sondu. Ne zamana kadar? ...
Ağla ki
Adriyatik'ten Doğu Akdeniz'e
gözyaşların süzülüp gitsin Filistin'e.
Ağla
Kardeşlerin Sabra, Şatilla
ortak olsunlar yüreğinin içine.
Ağla
Kömür gözlü bir çocuğun sesi duyulsun,
Halepçe uzatsın ellerini ellerine.
Ağla şehir, utanma ağlamaktan sakın,
Bak cesaretin büyük
yüreğin devasa,
Bugün senin ağlamak en kutsal hakkın,
Ağla ey sevgili şehir Srebrenitsa.
NOT: 95'in temmuz sıcağında, Srebrenitsa'da bulunan 'koruyucu barışgücü askerleri' büyük bir katliama göz yumdu. Sırplar, Hollandalı barışgücü askerlerinin gözü önünde binlerce masum insanı katletti. Bu elbette ne ilk ne de sondu. Ne zamana kadar? ...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)