11 Haziran 2017

Van balığı, namı diğer inci kefali

Bu yıl havaların biraz geç ısınması balık göçünü de bir-iki hafta geciktirdi. Mayısın on ikisinde Balık Bendi'ne pikniğe gittiğimizde suda tek bir balık yoktu. Bunu suya bakarak değil, havaya bakarak anlamıştım. Suda hiç balık olmayışı, havada hiç martı olmayışından anlaşılıyordu zira. Geçen perşembe gittiğimizdeyse havadan bildiğin martı yağıyordu. Yalnızca hava mı, su da martılarla dolup taşmıştı.
***
Martılar ziyafet çekiyor.
Halk arasında inci kefali diye bilinen balığın –son yıllarda yapılan araştırmalarla– kefal değil, sazangiller familyasına dahil bir tür olduğu anlaşılınca adı Van balığı olarak değiştirildi. Ne var ki yıllar yılı kullanılmış olan inci kefali adının hemen tutulup atılmayacağı, daha uzunca bir süre kullanılmaya devam edeceği de aşikâr. Bilimsel adı Alburnus tarichi. Endemik bir tür, yani dünyada yalnızca Van Gölü havzasında yaşıyor. Bundan ötürü, adının Van balığı olarak değiştirilmiş olması gayet isabetli. 

Bizim Van denizinin sodalı/tuzlu suları canlı yaşamına elverişli değil. Balıklar akarsuların denize döküldüğü ağız kesimlerinde yaşarlar daha çok. Üreme mevsimindeyse yumurtalarını bırakmak üzere bu akarsulara göç ederler. Yani yavru balıklar denizde değil, akarsularda gözlerini açarlar dünyaya. 

Sularını Van Gölü'ne boşaltan on kadar akarsu var. Bunların hepsinde de Van balığına rastlanabilir. Bir başka deyişle, ilkbahardaki söz konusu göç bu akarsuların tamamından gerçekleşir. Fakat aralarında bir tane var ki balıkların göçü kelimenin tam anlamıyla bir görsel şölene dönüşür. Erciş'teki Deliçay'dır bu. Bu akarsuyu farklı kılan şey, tam göle döküleceği yerde, yani bura halkının deyişiyle Balık Bendi'nde sularının bir-iki metre yükseklikten dökülmesini sağlayan taşlık bir zemine sahip olmasıdır. Ufacık bir şelale gibi yani. Tabii, göçün görsel şölene dönüşmesinde dağlardaki karların erimesiyle suların coşmasının da büyük payı var. Milyonlarca balık sertçe akan bir suyun tersi istikametine gitmeye çalışır.
***
Balıklar o kadar çok ki atlayacakları yere geldiklerinde kocaman bir balık havuzu oluştururlar. O kadar ki suyun rengi değişir. Bazılarıysa, fotoğrafta görüldüğü gibi, kenarlara yığışır. Bunlar bir nebze şanslılar, çünkü suyun kenarlarındaki seyir teraslarında boyuna insanlar durup izlediği için martılar yanaşamıyorlar. Yoksa suyun içindekileri yakalamaya çalışmakla uğraşmaz, doğrudan buralara konar, karınlarını doyururlardı bir güzel. Geceleyin martılar eve gidiyorlar mıdır bilmiyorum, bildiğim, insanların gittiği. E, insanlar gidince meydan martılara kalıyor demektir. Fakat, diyorum ya, onların da eve gitmiyor olması koşuluyla. İnsanlar dedim de, bu yıl ramazandan ötürü Balık Bendi tenha sayılırdı, izlemeye gelenlerin sayısında geçen yıllara göre gözle görülür düşüş vardı. Eskilerde sadece Ercişlilerin bildiği bir doğa olayıydı bu. Son on yılda, internetin de etkisiyle, epey bir tanındı, büyük olasılıkla gelecekte daha da tanınacak.
***
Balık Bendi
Van balığının etinin tadına bakan yalnızca martılar değil. Biz insanlar da kendimizi bildik bileli yeriz. Tabii, tazesini sadece ilkbahar aylarında, bir-iki ay kadar. Buraya özgü bir yöntem olarak tuzlanıp kış için de saklanır. Geleneksel pişirme biçimi tandır. Bizim burada tandır kuyu biçiminde olur, bir metre kadar yere gömülü. Balık tandırın duvarına yapıştırılmak suretiyle pişirilir. Piştikten sonraysa tat versin diye çay kaşığıyla ağzından tuzlu su verilir. Bazıları tandıra iyi yapışması, düşmemesi için cıvık bir hamura bandırır, biraz kuruyup yapışkan hale gelmesi içinse genişçe bir tepside ya da ekmek tahtasında bir saat kadar güneşte bırakır. İşte kedilerle saksağanların gelip bunları götürmemesi için de çocukluğumuzda başına bizi koyarlardı. O zamanlar sıkıcı bir işti haliyle, işin yoksa bir saat boyunca balıkların başında bekle, gelgelelim şimdi nasıl da özlüyor insan o günleri.
***
Etinin tadı orta karar. Deniz balığı yemeye alışkın birine çok da lezzetli gelmez. Bunun nedeni tahminimce yaşam ve beslenme alanının dar olması. Nasıl ki okyanusta yaşayan somon iç denizlerde yaşayandan daha lezzetli, açık denizde yaşayan çoğu balık da bizimkinden daha lezzetli. Ama, dedim ya, bu yalnızca bir tahmin. Deniz dedim de, acaba bunu götürüp denize bırakan, orada yaşayabilip yaşayamadığını deneyen olmuş mu, merak ettim şimdi?

Sözümü burada bitireyim artık. Bakmak isteyenler için birkaç yıl önceden kalma fotoğraflar şurada. Bu yıl çektiklerimdense dokuz videoluk bir oynatma listesi hazırladım:

 

31 Mayıs 2014

Gitmek isteyenler için Van ve Van Gölü çevresi

Bizim memleket üzerine gezip görme odaklı bir şeyler yazmak iki-üç yıldır aklımdaydı, ha bugün ha yarın derken şimdiye dek uzadı. Üç-dört ay önce de bundan söz etmiştim. Madem bu blogda her gün yazıp çiziyoruz, hem memlekete hem de bloğun takipçilerine bir hizmetimiz dokunsun, dedim ve Van taraflarına gelecekler için bir rehber hazırladım.
.
Büyütmek için üstüne tıklayınız. 
© Google Maps
Van Gölü çevresinde gezilecek çok sayıda yer, görülecek çok sayıda doğal, tarihi, kültürel eser var. Hepsini burada sayıp dökmeyeceğim. Çünkü pek çok yerde olduğu gibi burada da turistik uğrak noktaları bir kişinin ya da grubun bir kez gelmekle bitiremeyeceği biçimde serpilmiş durumda. Bir yola düştünüz mü o yol üzerindeki yerleri görme şansınız olur ama bu kez başka bir yol üzerindekilerini kaçırmış olursunuz. Bundan da önemlisi, günümüz insanı için gezme zamanının kısıtlı olması, yine bir yöredeki görülmesi gereken yerlerin yalnızca bir bölümünün görülebilmesine olanak sağlıyor. İşte bu nedenle, buraları gezip görmek isteyenler için Van Gölü merkez olmak üzere mutlaka görülmesi gereken yerlerin bir haritasını çıkardım. Bu benim fikrim tabii, başkaları daha fazlasına da yer verebilir, ama ben işin içine güzergâh, zaman gibi değişkenleri de koyarak çıkardım bu haritayı, böylece ister istemez bazı yerleri es geçtim, yoksa iki haftalık bir zaman için çok daha geniş bir harita çıkarılabilirdi.

Yukarıdaki haritada da görüyorsunuz, mutlaka görülmesi gereken 6 ana nokta seçtim. Sırasıyla: 

  • Van Merkez
  • Muradiye Şelalesi
  • Erciş
  • Ahlat
  • Nemrut Dağı ve
  • Ahtamar (Akdamar) Adası

İlk olarak geliş zamanından söz etmek gerekiyor. Van'a gelmek için en uygun zaman mayıs sonuyla haziran başıdır. Sıcak memlekette yaşayıp biraz serinlemek isteyenler için yazın ortası da çok uygun bir zamandır. Aslına bakarsanız, bu listedeki yerlerin her biri için ayrı bir ideal zaman söz konusu. Örneğin nisan ortalarından sonuna kadar Ahtamar Adası'na gitmek için mükemmel bir zamandır. Çünkü adadaki ağaçların çiçeklenme zamanıdır bu tarih. Yeryüzünde sadece Erciş'te görebileceğiniz İnci Kefali balığının mucizevi göçüne tanık olmak içinse mayısın yirmisiyle haziranın onu arasında gelmeniz gerekir, çünkü göçün en yoğun olduğu zaman aralığıdır bu. Muradiye Şelalesi için en uygun zamansa karların eriyip suyu coşturduğu nisan sonuyla mayıs başıdır. Nemrut Dağı'na çıkıp krater gölünün kıyısına kadar kalderanın içine inmek için karların erimiş olması gerekiyor, dolayısıyla haziran başı en uygun zaman. Bunların dışında, Van Kalesi, Ahlat Selçuklu Mezarlığı her mevsim görülebilir, gene de karsız mevsimlerde görülürse daha iyi olur. Gelgelelim, dediğim gibi, bütün bu yerlerin tek seferde gezilmesi öngörüldüğü için en uygun zaman mayıs sonu - haziran başıdır.

Bu altı noktadan kısaca söz edeyim. Van merkezde Van Kalesi ile tarihi Hüsrevpaşa ve Kaya Çelebi camileri ve Van Müzesi görülmesi gereken yerler. Van kahvaltısı yapılmalı. Edremit sahiline de uğranılmalı. Muradiye'de şelale ve Şeytan Köprüsü görülmeli. Erciş'te İnci Kefali göçü, Ahlat'ta Selçuklu mezarlığı, Tatvan Nemrut Dağı'nda krater gölü, Gevaş'ta Ahtamar Adası ve adadaki kilise... 

Bu noktaların harita üzerindeki konumu şöyle:
.


Şimdi bir gezi planı çıkaralım. Van Gölü'nün çevresi 400 km.yi aşar. Benim bu çizdiğim güzergâh Google Maps verilerine göre yaklaşık dokuz saat sürüyor. Bu da, sabah erkenden yola çıkıp hiç durmadan yol alsanız bile ancak akşam vakti tamamlayabileceğiniz anlamına geliyor. Gelgelelim her gittiğiniz durakta zaman harcayacağınız için bu gezi için iki gün ayırmak en mantıklısı. Bundan ötürü de bir geceyi Erciş, Ahlat ya da Tatvan'da geçirmelisiniz. Otel işlerini önceden halletmeniz yararınıza olacaktır tabii.
.
Süphan Dağı Van Denizinin kardeşidir. Gölün hangi kıyısında
olursanız olun görürsünüz. Erciş'ten Adilcevaz'a giderken 
dibinden geçersiniz. Müthiş fotoğraflık manzaralar sunar.
© Ali İhsan Öztürk
Van'a geldikten bir gün sonra gezinize başlayacağınızı varsayalım. Güne, sabah erkenden Van kahvaltısı ederek başlayın. Van'ın kahvaltısı ünlüdür, mutlaka duymuşsunuzdur. Ünü geçmişe dayanıyor. Esas özelliği bol çeşitli olması. Yöresel tatlar kahvaltının olmazsa olmazlarından. Otlu peynir çeşitleri, çökelek, un-yağ-yumurta üçlüsünden yapılan geleneksel Kürt kahvaltılığı mirtoxe (mırtoğe), Hakkari yöresi balları ve koyun kaymağının tadına bakmalısınız. Bir kahvaltıcıya oturmadan önce bunların olup olmadığını sormanızda yarar var. Tabii, kahvaltısı ünlü olduğu için haliyle bol miktarda kahvaltıcı var Van'da, doğal olarak da iyisi, kötüsü var. Gözünüze iyi birini kestirmeye çalışın. Kahvaltıdan sonra Muradiye'ye hareket edin. Burada, şehrin üç-beş km. dışında şelale ve onun yakınlarında da Şeytan Köprüsü vardır. Şelaleyi görüp değişik açılardan fotoğrafını çektikten sonra Şeytan Köprüsü'ne gidin. Orada da aynı şeyi yapın. Eğer Van'dan buraya kadarki bir saatlik yol sizi yorduysa Şelalede bir şeyler içip dinlenebileceğiniz bir yer var. Muradiye'den ayrılıp Erciş'e hareket edin. Erciş'te İnci Kefali göçünü izleme noktası yörede Balık Bendi diye bilinir ve Muradiye'den gelişte hemen yolunuzun üzerindedir. Burada tek yapmanız gereken, milyonlarca İnci Kefali balığının olağanüstü göçünü izlemek ve tabii ki bol bol fotoğraf çekmek. İnci Kefali aslında kefal değil, sazangiller familyasına ait, dünyada sadece Van Gölü'nde yaşayan bir balıktır. Adı geçmişte öyle konmuş ve öyle bilinegelmiş. Gölde yaşayan tek canlı türüdür ayrıca. Her yıl mayıs ayının başlarından başlayarak yumurtalarını bırakmak için gölden akarsulara doğru hareket eder. Tam da bu sırada dağlardan eriyen karlar akarsulardaki su seviyesini oldukça yükseltir. Böylece gölden ayrılıp akarsulara giden balıklar doğal olarak suların akış yönünün tersine hareket etmek zorunda kalır. İşte bu sırada olağanüstü bir manzara çıkar ortaya ve gerçekten görülmeye değerdir. Tarihe meraklıysanız, çoğu sular altında kalan ve şimdiki Çelebibağı beldesinin sahilinde yer alan Eski Erciş şehrinin kalıntılarını da görebilirsiniz. Ayrıca birkaç tane de kümbet var.
.
İnci Kefali
Erciş'ten sonraki durağınız Ahlat. Upuzun mezar taşlarıyla ilgi çeken buradaki Selçuklu mezarlığı büyükçe bir açık hava müzesi görünümündedir. Ahlat'tan Tatvan'a yol alırken şehrin hemen çıkışında yolun üzerindedir. Mezarlığı görüp gezdikten, fotoğraflar çektikten sonra artık Nemrut'a gidebilirsiniz. Van'dan Ahlat'a kadar geçireceğiniz zaman kaba hesapla 6-7 saattir. Doğal olarak yorulmuş olacaksınız. O yüzden aynı gün Nemrut'a gitmek yorgunluğunuza yorgunluk ekleyebilir. Bu nedenle de Nemrut'a ertesi gün gitmek daha iyi bir fikir olabilir. Eğer bir önceki geceyi Erciş'te geçirdiyseniz veya Ahlat'ta geçirecekseniz Nemrut Dağı'na Ahlat'tan yol var, o yoldan gidin, ancak eğer geceyi Tatvan'da geçirecekseniz, Ahlat'tan doğrudan Tatvan'a, oradan da ertesi gün Nemrut'a gidin. Unutmadan söyleyeyim, kafanız karışmasın, Türkiye'de iki tane Nemrut Dağı var, biri Adıyaman'da, üstündeki heykellerle ünlü, biri de Tatvan'da, öbürü kadar bilindik değildir ancak kelimenin tam anlamıyla bir doğa harikasıdır. Dağa çıktıktan sonra bir o kadar da inip krater gölünün kıyısına varırsınız. Yakın zamanda yol yapıldı. Birkaç yıl içinde otel motel yapılıp oranın da tahrip edileceğini tahmin ediyorum. O yüzden bir an önce davranıp doğal halini görmek lazım. Zaten bir-iki ufak tesis var şimdiden. Nemrut'ta ne kadar kalacağınıza siz karar verin ama bana kalırsa iki saat kadar kalın. Nemrut'tan indikten sonra Tatvan'a döneceksiniz. Eğer önceki geceyi burada geçirmişseniz doğrudan Ahtamar'a hareket edebilirsiniz, ama buraya Ahlat'tan geldiyseniz Tatvan'ın sahiliyle çarşısını gezmelisiniz. 
Van Gölü'nün kıyısına konmuş güzel bir şehirdir Tatvan. 

Bir sonraki durağınız Ahtamar Adası. Sizi oraya götürecek teknelerin kalktığı iskele yolun hemen yanında. Manzarası çok güzel olan adada yakın zamanlarda restore edilen tarihi bir Ermeni kilisesi var. Tam karşısında da Vizontele'den hatırlayacağınız Artos Dağı. Adada ayrıca oturup çay-kahve içebileceğiniz bir kafe de var. Ahtamar'dan sonraysa Edremit'e gideceksiniz. Ama oraya varmadan, Gevaş'ta yine tarihe meraklı olanlar için İzettin Şir Camisi ve Halime Hatun Kümbeti var, görülebilir. Evet, iki tane Nemrut Dağı olduğu gibi iki tane de Edremit var, biri Balıkesir'de, biri de bizim burada. Van Gölü'nün kıyısında, yeşil ile mavinin buluştuğu şipşirin, çok güzel bir yer. Buradaki çay bahçelerinin birinde oturup çayınızı içerken Van denizini izleyebilirsiniz.
.
Ahtamar Adası
Edremit'ten çıktınız mı ilk durağınıza, Van merkeze geldiniz demektir. Van'da Van Kalesi'ni görmelisiniz. Kalede Urartu Çivi Yazıtları atlanmamalı. Tarihe meraklıysanız, kalenin yakınında iki tane de eski cami var, Kaya Çelebi Camisiyle, Mimar Sinan'ın yaptığı Hüsrev Paşa Camisi, onları da görün. Van Urartulara başkentlik yaptığı için Van Müzesi'nde o döneme ait çok sayıda eser var, onları görebilirsiniz. Van'a gelmişken Van kedisini görmemek olmaz elbette. Üniversite bünyesinde kampüs içinde Van Kedisi Evi var, oraya gidip kedileri görüp fotoğraflayabilirsiniz.
.
Deveboynu Yarımadası ve İnköy.
© Turgut Tarhan
Bu kadar ayrıntı yeter sanırım. Ana hatlarıyla anlattım gezilip görülmesi gereken yerleri. Ancak, bu kadarı beni kesmez, ben gezmek için doğmuşum diyorsanız, ayrıca bol zamanınız varsa, bu arada bütçeniz de müsaitse, yukarıda da söylediğim gibi, Van ve çevresinde gezilip görülebilecek bir dünya yer var. Birkaç tanesini liste halinde sayayım, ayrıntılarına girmiyorum ama görmek isterseniz internet üzerinden yeterli miktarda bilgi bulabilir, Van'da turizm danışma bürosundan detaylı broşürler de edinebilirsiniz.
  • Van Gölü'nde Adır ve Çarpanak adaları,
  • Gevaş ilçesinde Deveboynu Yarımadası,
  • Eskiden yılın yedi ayı boyunca dünyayla bağlantısı kesildiği için "9. Gezegen" olarak adlandırılan Bahçesaray ilçesi ve buradaki Kırmızı Köprü,
  • Göçmen flamingolara ev sahipliği eden Erçek Gölü,
  • Gürpınar ilçesinde Hoşap Kalesi,
  • Gevaş Altınsaç köyünün kıyısında yer alan St. Thomas manastırı kalıntısı,
  • Başkale ilçesinde halkın "Vanadokya" adını verdiği, Kapadokya'dakilerini andıran peri bacaları,
  • Çatak ilçesinde Kanisipi Çağlayanı ve Çatak Çayı üzerindeki 15. yüzyıldan kalma tarihi köprüler,
  • Van'ın Yukarı Bakraçlı köyündeki Yedi Kilise kalıntıları..
Bunların dışında, İshakpaşa Sarayı'ndan da söz etmek gerekiyor. Doğubayazıt'ta ama o da Van'a pek uzak sayılmaz. Aslında bu listeye ilkin onu da almıştım, ancak sonra programı sadece Van Gölü çevresiyle sınırlandırdım. Ama sizin kararınız tabii, eğer orayı da görmek istiyorsanız, Muradiye Şelalesi'nden sonra yola devam eder, Çaldıran'a, oradan da Doğubayazıt'a varırsınız. Aynı yoldan dönerek de Erciş'e ulaşırsınız.


Van kedisi
Van'a geliş ile ilgili bir-iki kısa bilgi de vereyim. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana ve Antalya'dan Van'a karşılıklı direkt uçuşlar var. İstanbul'dan THY, Anadolu Jet ve Pegasus'un haftanın yedi günü uçuşu var. Ankara'dan Anadolu Jet her gün, İzmir'den Sun Express pazar hariç altı gün uçuyor. Adana'dan Pegasus salı, perşembe ve cumartesi günleri, Antalya'dan Sun Express pazartesi, çarşamba, perşembe, cuma günleri geliyor. Uçak dışında, Türkiye'nin her yerinden Van'a otobüsle gelmeniz mümkün. Ayrıca maceraperestler trenle de gelebilirler. Van Gölü Ekspresi Ankara'dan salı ve pazar günleri Tatvan'a geliyor.

Van'da konaklama ile ilgili herhangi bir sıkıntı yok. Beş yıldızlısından tek yıldızlısına, pahalısından ucuzuna çokça otel var. Ondan ötürü bu konu üzerinde durmuyorum. Yalnız şunu vurgulamak isterim, zaten anlaşılmıştır da, ben bu yazıyı özellikle herhangi bir tura vs. dahil olmadan, tek başına ya da bir arkadaş grubuyla geleceklere yönelik yazıyorum. Öbür türlü zaten turist rehberleri size eşlik edecektir. Kendi başınıza gezmeniz için size bir araba lazım olacaktır doğal olarak. Van merkezde araç kiralayabilirsiniz. Ancak unutmamalısınız ki Van Gölü'nün çevresi 400 km.den fazladır. Bu da hem aracın kirasına, hem de yakıtına ayıracağınız paranın biraz fazla olabileceği anlamına gelir. İlle araba kiralamak zorunda değilsiniz. Bütün bu şehirlerin arasını dolmuşlarla da gezebilirsiniz. Yine de benim önerim araba kiralamanız. Çünkü dolmuşların her yerde olduğu gibi burada da belli saatleri var. Örneğin küçük bir ilçe olan Muradiye'den Erciş'e gitmek için beklemek zorunda kalabilirsiniz. Bir de Nemrut Dağı'na çıkmak için her halükarda bir araba bulmanız gerek. Kısacası, araba kiralamanız gerek rahatlık, gerekse bütçeniz açısından daha iyi.

Tüm bu yerleri gezip tozarken elbette yanınızda fotoğraf makineniz olacak. Gideceğiniz yerlerde fotoğrafını çekmeyi isteyeceğiniz o kadar çok şey göreceksiniz ki... Bu nedenle yanınıza yedek pil vs. almayı sakın unutmayın. Profesyonel bir fotoğraf makineniz varsa, geniş açılı bir objektifiniz de mutlaka olsun.

Evet, olur ki yolunuz buralara düşer, bu yazı size bir katkımız olsun. Doya doya gezin ve, bunu özellikle öneriyorum, doya doya bakın. Uzaklıklara bakın. Denize, dağlara bakın. Farklı şeyler hissedeceğinize eminim. Bu topraklara sinmiş farklı bir şeyler var çünkü.


9 Ocak 2014

Van Gölü Adaları

Van Gölü'nde 4 tane ada vardır. Bunlar, Adır, Ahtamar, Çarpanak ve Kuş adalarıdır. Bunlardan en büyüğü Adır Adası, en küçüğü de Kuş Adası'dır.

İki-üç yıldır, ha bugün ha yarın, derken erteledim durdum ama deyiş yerindeyse artık farz oldu yazmak. Çünkü koskoca Atlas Dergisi bile aynı hataya düşmüş. Naçizane, bu hatayı düzeltmek de bizim işimiz olsun.

Efendim, Van Gölü'nün Türkiye'nin en büyük gölü olduğunu herkes bilir, çünkü henüz ilkokulda öğretilir bu, ancak Van Gölü'nde kaç tane ada olduğunu bazı Vanlılar bile bilmez. Peki, ya Van Gölü üzerindeki adaların en büyüğü hangisidir? İşte bunu bilenlerin sayısı da bir elin parmaklarını geçmez. Evet, pek çok kimse Van Gölü'nün en büyük adasının Ahtamar (Akdamar) olduğunu sanır. Nedeni de basittir, aslında Ahtamar, göldeki en büyük değil, en ünlü adadır, bundan ötürü de insanlar, düz mantık mı dersiniz artık, en büyük adanın da o olduğu yönünde yanlış bir kanıya sahiptirler. Sözünü ettiğim, ve Türkiye'nin tartışmasız en önde gelen coğrafya dergisi Atlas'ın da düştüğünü söylediğim hata bu. Atlas'ı yıllardır takip ederim, bir zamanlar aboneydim de, geçen gün yeni sayısını aldım, yanında Her Güne Bir Cennet adlı 2014 takvimi de hediye olarak veriliyor bu sayıda, takvimin her yaprağında muhteşem bir fotoğraf yer alıyor, Artos Dağı manzaralı Ahtamar Adası fotoğrafı da var, baktım şöyle yazıyor: "Akdamar, Van Gölü'ndeki üç adadan en büyük olanı." Haydaa, dedim içimden, bunu herkesten beklerdim ama Atlas'tan değil, çünkü Atlas'ın birçok profesyonel muhabir, fotoğrafçı ve gezgine sahip olduğunu biliyorum. Söz konusu hataya düşen yalnızca Atlas Dergisi değil, şu cümle Van Valiliği'nin resmi internet sitesinde yer alıyor: "Akdamar Adası Van Gölü'ndeki en büyük ada olup, uzunluğu 1,5 km. ve genişliği 500 m.dir." İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün sitesinde de aynı yanlış bilgi var, orada da Van Gölü'ndeki en büyük adanın Ahtamar olduğu yazılı.

Ahtamar Adası, üzerindeki kiliseden dolayı tanınan ve yerli yabancı çokça turist çeken, Doğu Anadolu'nun en önemli uğrak noktalarından biridir. Gerçi, Adır ve Çarpanak'ta da kiliseler bulunuyor ama onlar Ahtamar'daki kadar şanslı değil, acınacak haldeler, Ahtamar'daki, Yaşar Kemal'in de katkılarıyla korunarak ünlenmiş, böylece dünyaca tanınan bir yer haline gelmiş. Bir ara o meseleyi de anlatırım burada, şimdi konumuz ayrı, Ahtamar Adası diyordum, belirttiğim gibi, kilisesinden dolayı ünlü olduğu için insanlar en büyük ada olduğunu sanıyorlar. Kendi halindeki halkın bunu böyle bilmesi normal karşılanabilir de Valilik, Atlas Dergisi, Kültür Turizm Müdürlüğü falan işin içine girince garipsiyor insan. Peki, bu kurumlar, kuruluşlar nereden edinmiş olabilir bu yanlış bilgiyi? Sanırım hiçbir yerden. Tahminimce zamanın birinde vatandaşın biri bunu böyle yazmış ve bugüne kadar da böyle devam edegelmiş. Araştırma gereği duyulmamış, kimsenin de aklına bu adalardan hangisinin daha büyük olduğu gelmemiş, gelmişse de fazla önemsenmemiş. Halbuki bu ilin otuz iki yıldır üniversitesi var, nasıl olmuş da birileri bu konuda bir şeyler yazıp çizmemiş, hayret. Ben iki yıl önce bu konuyu o zamanki valiye de yazdım ama ses seda çıkmadı. 

Şimdi diyeceksiniz ki, sen nereden biliyorsun? Anlatayım. Beş yıl kadar önce Adır Adası'na pikniğe gitmiştik. Güzel fotoğraflar eşliğinde anlatmıştım burada o günü. Adır'a ilk gidişimdi bu. Pek gidilip gezilen bir ada değildir, Ahtamar'a haftanın her günü, günün her saati tekneyle ulaşım var örneğin, ama Adır'a gitmek için ya Erciş'ten ya da kıyısındaki köyden tekne tutmak zorundasınız. Adayı daha önce defalarca görmüştüm, Erciş-Van yolunun 60. km.sinden rahatlıkla görünür, ama gerçek büyüklüğünü oradan kestirmek çok güçtür, birkaç km. uzaktır çünkü, hem de kıyıdaki yola dikey bir doğrultuda uzanır, bu nedenle pek çokları gibi ben de Adır'ın gerçek büyüklüğünün farkına varmamıştım gidip görene dek. İşte, oraya o ilk gidişimde Adır'ın Ahtamar'dan daha büyük olduğunu gördüm. O gün eve gelince Google Maps'ten de kontrol ettim, sahiden de gölün en büyük adası olduğu açıkça görülüyor. İşte, aşağıya da aldım, görüyorsunuz. Az kalsın unutuyordum, adaların en büyüğü Adır, en küçüğü de Kuş Adası'dır dedik, peki ya Ahtamar'la Çarpanak'tan hangisi Adır'dan sonra geliyor? Wikipedia'ya göre Ahtamar. Bu arada, bazı eski haritalarda Adır Adası'nın Gadir Adası diye geçtiğine de rastladım. Birkaç kez de Yaka Adası diye anıldığını gördüm.

Bu, Adır Adası. Van Gölü üzerindeki en büyük ada. Normal adımlarla adayı 
boydan boya yürümek 40-45 dakika alır. Nisan-mayıs aylarında yumurtlama ve 
yavrulama döneminde yeryüzünün hiçbir yerinde göremeyeceğiniz kadar çok 
martı bu adayı mesken tutar. Şuradan daha ayrıntılı bakabilirsiniz.

































Bu da Ahtamar Adası. Bir üçgen
prizmasına benziyor. Biraz açıklarında
bulunan Kuş Adası'yla birlikte şurada 
Ve bu da Çarpanak AdasıŞuradan 
görebilirsiniz, eskiden kıyıdaki uzantının devamıyken sonraları adaya dönüşmüş.

Toparlayıp bitirelim. Van Gölü'nde Adır, Ahtamar, Çarpanak ve Kuş adında dört ada bulunur. Bunlar, anıldıkları biçimde büyükten küçüğe sıralanırlar. Adır Adası gölün kuzeyinde, Çarpanak doğusunda, Ahtamar ve Kuş da güneyinde yer alırlar. Kuş Adası oldukça küçüktür, bu yüzden Kuş Kayalığı diye de anılır. Bu adalar, martı başta olmak üzere ilkbahardan sonbahara kadar pek çok kuşa ev sahipliği yapar.

Dikkatinizi çekmiştir, adaların tarihiyle ilgili pek bir şey söylemedim. Ayrıca Tamara Efsanesi de var, ondan da hiç söz etmedim, onlar da başka bir yazıya kalsın.

Bu taraflara gelecekler, gelip görmek isteyenler için de bir şeyler yazmış, haritalar falan hazırlamıştım bir ara, bu yazı vesilesiyle onu da hatırladım, yakınlarda derleyip toparlar, burada yayımlarım. Memleketimdir diye demiyorum, Van Gölü çevresi gerçekten güzeldir, mutlaka görülmesi gereken çok yer var buralarda. Şimdilik sağlıkla kalın.


24 Nisan 2013

Ah Tamara Ah!

Geçen yıl çok iyi bir ekip olmuştuk. Deprem sonrasının yarattığı psikolojik havanın da katkısıyla dayanışmacı bir ruhun egemen olduğu bir ekip oluşturmuştuk. Ha bire geziyorduk. Üstelik de deprem telafisi için cumartesileri de okullar açık olmasına rağmen. Tek pazarımız vardı, onu da dolu dolu geçiriyorduk. Gezilecek yer vardır, iki kişiden fazla gittin mi bir tat alamazsın, ama gezilecek yer de vardır, olabildiğince kalabalık gideceksin ki gezdiğinden bir şey anlayasın. İşte, geçen yıl gezdiğimiz yerler hep de bu türdendi. Çoğuna önceden de gitmiş olmama rağmen geçen yılki kadar tat alamamıştım. Çok yer gezdik, kimine birkaç kez birden gittik. Bizim buralardan Van Kalesi, Erciş Balık BendiMuradiye Şelalesi, İshakpaşa Sarayı, Ahlat Selçuklu Mezarlığı; Güneydoğu taraflarından da Hasankeyf, Midyat, Mardin, Urfa, Diyarbakır.

Ve tabii ki Van Denizi'nin incisi Ahtamar Adası.

Geçen yıl tam da bu vakitler... Ahtamar'daydık. Arkadaşlardan biri, Tamara'nın efsanesinden dem vurarak, "kim karşıdan buraya kadar yüzmeyi göze alabilir yahu?" diye serzenişte bulundu. Yanıtlamak için atıldım: Aşık olan biri.

29 Haziran 2011

İnci Zamanı

İnci Kefali balığı dünyada sadece Van Gölü'nde yaşar. Ben kendimi bildim bileli bu balığı tanırım. Sadece ben değil, benim gibi Van Gölü çevresinde yaşamış herkes de bilir. Zira bahar aylarında bu yörede bir çok ailenin sofrasına gelir. Özellikle Erciş'te, bahar aylarında tadına bakmayan yoktur.

Son bir iki yıldır İnci Kefali'nin ünü Van sınırlarını aşmış durumda. Çünkü bu balık, üreme mevsiminde yumurtalarını bırakmak için denizden akarsulara doğru yol alırken inanılmaz bir doğa harikasına imza atar.



İşte dünyada eşi benzeri olmayan bu doğal eylemi Türkiye ve Dünyaya tanırmak için ilki geçen yıl olmak üzere İnci Kefali Göçü Kültür Sanat Festivali düzenlendi. Festivalin bu yıl yapılan ikincisi ise geçen gün sona erdi.

Şimdiye kadar bırakın Dünyayı, Türkiye'yi, hatta Van'ı, Erciş'te bile bu göçten habersiz birçok insan vardı. Böylesi de herhalde ancak Türkiye'de olur. Oysa geçen sene Van'a atanan vali olmasa galiba daha uzun yıllar bu durum böyle sürüp gidecekti. Vali elbette önemli bir iş yaptı. "Alaska'daki somon balığının göçünü hepimiz biliyoruz, fakat İnci Kefalini geçen yıla kadar hiçbirimiz bilmiyorduk. Halbuki somon balığı 15 dakikada bir atlarken bizimki saniyede bin defa atlıyor" diyen vali hakikaten iyi bir iş başardı. Fakat bu balığın korunup neslinin tehlikeye girmemesi için yıllardır sessiz sedasız olağan üstü bir çaba harcayan Prof. Mustafa Sarı'nın adını anmamak haksızlık olur. Sarı, vakti zamanında Van'da devlet dairelerini kapı kapı dolaşıp balığın korunması, kaçak avlanmaların önüne geçilmesi için çok dil dökmüş ama kulak bile asılmamış. Şimdiyse, anladığım kadarıyla Vali Münir Karaloğlu bunun olabildiğince ciddi bir iş olduğunu hemen anlamış olacak ki geçen yıldan itibaren kaçak avlanma jandarmanın sıkı kontrolünde, diğer taraftan da işte bu festivalle iki yıl içinde epey insan haberdar oldu.

Fakat valinin de değindiği gibi bu iş jandarmayla polisle olacak iş değil. Asıl yöre vatandaşının koruma bilincine sahip olması gerekiyor. Düşünsenize yıllar yılı, üstelik de üreme mevsiminde insanlar şimdiki festivalin yapıldığı alana kamyonetlerini çekip tonlarcasını alıp götürdüler. Buna rağmen hâlâ tonlarca balık var. Esas olan birşey var, insanoğlu parmağını sokmadığı sürece doğada herbirşey yolunda. 

Şimdi dört gözle önümüzdeki yılın festivalini bekliyoruz.

31 Mayıs 2009

Adır Adası

17 Mayıs. Pazar. Erciş.

Altınkalpler Özel Eğitim Kurumu Adır Adası’na gezi düzenliyor. Teveccüh edip bizi de davet etmişler. Sabah 4’te gitmemiz gerekiyor. Orada gündoğumunu izleyeceğiz. Ne var ki bu kez de doğayla baş başa gündoğumunu izlemek nasip olmadı.



Bir keresinde Adıyaman’da gündoğumunu izlemek için Nemrut’a tırmanmıştık gecenin bir vaktinde. Ancak hava kapalıydı. Karla karışık yağmur bile düşmüştü. Bu sefer hava iyiydi iyi olmasına da biz geç kalmıştık. Zaten yatağa girdiğimde saat 2’yi geçiyordu. Malum, Hadise'li Eurovision vardı. Ablamın bağırışlarıyla irkildiğimde saat tam 5’ti. Yataktan çıktığım gibi dışarı fırladım. Araba bizi bekliyordu. Daha birinci dakikada gündoğumunu izleme umutları başka bahara kalmıştı böylece.

Erciş şehir merkezinden ilk defa tekneye bineceğim. Ben de kocaman bir iskele, 40-50 tekne, balıkçı kayıkları, tesisler, lokantalar falan var sanıyorum.

Gölağzı Mahallesi'ne hareket ettik. Gölün kıyısına indiğimizde üç-dört tekneden başka bir şey göremeyince neler hissettiğimi sanırım anlıyorsunuzdur. Üstelik iskele de yok. Tekneler sahildeki kumlarda duruyor. Bağışlayın, tekne, iskele vs. söz konusu olunca aklıma Bodrum, Gökova falan geliyor da.


Erciş’in yüz bine yakın nüfusu var. Köylerle beraber yüz elli bini geçiyor. Van Gölü 3713 km²’lik alanıyla denizi olmayan Doğu Anadolu için gerçek anlamda bir nimet. Ama anlayabilene tabii. Geçelim…


Arabalardan indik. Teknenin sahibi bizi bekliyordu. Ancak ufak bir sorun çıktı. Sayıca biraz çoktuk, buna erzak da eklenince ikinci bir tekne ayarlamak gerekti. Teknecimiz orada bekleyen teknelerden birinin sahibini aradı, adam geldi ve nihayet hareket ettik. Bu arada güneş 25-30 derece yükselmişti bile.

Adır Adası uzaktan görünüyor. Herhalde 20 dakikada varırız diye düşünüyorum. Ancak Ali Abi (Dağer) görünüşe aldanmamamı salık veriyor, "Bir saate ancak varırız," diyor. Tekneler küçük ve eski. Motorları da öyle. Teknecimize Erciş’te kaç tekne olduğunu soruyorum. Merkezde 7, Çelebibağı Beldesi'nde ise 2 tane varmış.

Yolculuk boyunca tüm heybetiyle karşıda duran Türkiye’nin üçüncü en yüksek dağı Süphan bize arkadaşlık ediyor. Sanki azıcık ilerlersek varacakmışız gibi. Ama o kadar da yakın değil. Ali Abi yıllar önce toplam dört günde Süphan’ın zirvesine çıktıklarını söylüyor. Benim de aklımın bir köşesinde yok değil.

Bir saat sonra yaklaşıyoruz Adır’a. Birkaç yüz metreden Ege adalarına benziyor. Gökova Körfezi'nde, Marmaris yakınlarında daha çok Sedir diye bilinen Kleopatra Adası var. Van Gölü’nde olduğumu bilmesem burayı Sedir Adası sanacağım.


Teknemiz adaya yanaşınca martı sesleri tekne motorlarının gürültüsüne karışmaya başlıyor. Tekneler durup inmeye başladığımızdaysa ortalık birden bire binlerce martının sesiyle dolup taşıyor. Bu kadar martının bir arada bulunduğuna daha önce hiç rastlamamıştım. Sayılarını bilmiyorum ama on binlerce martı var burada.

Adaya ayak basar basmaz kumların üstünde, oracıkta üç tane martı yumurtası görüyoruz. Birkaç kişi hemen toplanıp ilk defa martı yumurtası görmenin merakıyla bakıyoruz. Ama o da ne! Birkaç saniye içinde kumsalın baştan başa yumurtayla dolu olduğunu fark ediyoruz. Demek ki martıların yavrulama mevsimi. Keşke bu dönemde, en azından yavrular yumurtadan çıkıp palazlanana kadar adaya gidişler yasaklansa. Martı yumurtalarını küçük sanıyordum şimdiye kadar. Meğer hindi yumurtası büyüklüğündeymişler. Kuluçkaların büyük bölümünde üç yumurta var. Pek azında da iki. Eşyalarımızı teknelerden alıp piknik yapacağımız alana doğru ilerliyoruz. Biraz sonra üç tane civcivle karşılaşıyoruz. Martı civcivleri de koyu beyaz renkte ve sırtları bütünüyle siyah beneklerle dolu.

Adanın doğu ucundan, tekneleri gerimizde bırakıp yaklaşık 300-400 metre ilerleyip iki badem ağacının altını kendimize piknik alanı seçiyoruz. Yol boyunca iki adımda bir, bir kuluçkaya rastlıyoruz. Yürürken kuluçkalara basmamak için çok dikkatli olmak gerekiyor. O kadar çok ki sayıları, aynı çizgide beş adım yürümek mümkün değil.

Kurulduktan sonra semaverler yakılıp çaylar demleniyor. Uzun zaman olmuş memlekette semaverli bir piknik yapmayalı. Kahvaltıdan sonra kimi ada turuna çıkıyor, kimi de bademlerin altında sohbete dalıyor. Ben de makinemi alıp tek başıma adayı keşfe çıkıyorum. Adada yürürken yumurta tarlasında olduğu zannına kapılıyor insan. Otlar da bayağı büyümüş. Bundan ötürü boyuna başım önümde yürüyorum. Bol bol da fotoğraf çekiyorum. Martılar o kadar çok, o kadar çok ki başınızı kaldırdığınızda neredeyse göğün mavisini göremiyorsunuz. Sesleri birbirine karışınca inanılmaz kombinasyonlar çıkıyor ortaya. Bir ara tıpatıp insan kahkahasına benzeyen bir ses oluşuyor. Bu mevsim yavrulama zamanları olduğu için biraz kızgın olmalılar. Haksız da sayılmazlar hani. Biz insanlar onların gözünde muhtemelen birer istilacıdan başka bir şey değilizdir. Zaten yalnız yürüyünce bazen saldırdıkları da oluyor. Bir ara bir tanesi arkadan bir saldırı denemesi yapıyor. Pençesi saçlarımı yalayıp geçiyor. Bir tanesi de üstüme boşaltıveriyor da Allah’tan başıma denk getiremiyor. Adayı boylamasına yarıya kadar yürüyünce martıların gitgide azaldığını fark ediyorum. Biraz daha yürüyünce bu tarafta neredeyse hiç martı olmadığını gözlüyorum. İlginç! Acaba niye adanın bu tarafında yoklar?

Adada olduğunu bildiğim kilise kalıntısını görmeye gidince Ali Abi'ye rastlıyorum. O da makinelerinden biri boynunda, diğeri elinde boyuna fotoğraf çekiyor. Ali Dağer, bildiğim kadarıyla Erciş’in tek profesyonel fotoğrafçısı. Onunla birlikte kiliseye gidiyoruz. Eskiden bu adada da Ahtamar ve Çarpanak’ta olduğu gibi Ermeniler yaşıyormuş. Kilise denen bu yapı da onlardan kalma Lim Manastırı'nın kalıntısı, adanın tam güneyinde, hemen kıyıda. Manastırın kuruluş tarihi 1305. 1621 ve 1766'da eklemeler yapılmış. Hâlâ var olan kısmı göz kararıyla 40-50 m
²’lik bir yapı. Ama büyük bir kısmı yıkılmış tabii. Ali Abi daha birkaç yıl öncesine kadar bile buranın büyük bölümünün henüz ayakta olduğundan dem vuruyor. Şimdi ayakta olan tek parça yanılmıyorsam esas binaymış. Çünkü üstünde kubbe varmış. Ama ondan da eser yok, sadece izi var. Geriye kalan kısım da bu halde uzun süre dayanacak gibi değil. Duvarlar çökmeye yüz tutmuş.



Kilisenin içine girip bakıyorum. İçerisi olduğu gibi koyun gübresiyle dolu. Adaya hayvan getiren çobanlar burayı ahır olarak kullanmışlar. Oysa hemen arka tarafta eski bir ahır da var, orayı kullanamazlar mıydı?

Kiliseden ayrılıp adanın kuzeyine, yani Erciş’in göründüğü tarafa ilerliyoruz. Adanın Süphan’a bakan bu yarısında yenen veya yiyeceklere konan birkaç ot çeşidi de var. Örneğin tadından dolayı bu yörede tirşo denen ekşi bir ot var bol miktarda. Ben de yıllardır yemediğim bu ottan yiyorum. Sonra otlu peynire konan başlıca otlardan biri olan sirmo var. Biraz yukarı çıkıp badem ağaçlarının altında oturup dinleniyoruz. Burada birkaç ağaç türü var ama bademler çoğunlukta. Bu arada adada martılar dışında bir iki kuş türü daha gözümüze çarpıyor. Biri kara kargalara göre biraz daha küçük olan bir karga türü. Diğerlerini yakından göremediğim için çıkaramıyorum. Bunlar da yuvalarını ağaçlara yapmışlar. Haliyle onların da yumurtlama mevsimi. Birkaç ağaca çıkıp yumurtalara bakıyorum. Tavuk yumurtasından biraz ufak bembeyaz yumurtalar.

Yaklaşık bir saat martılardan uzakta kafamızı dinliyor ve neden pikniğimizi buraya kurmadığımıza yakınıyoruz. Ben bir de şort falan getirip denize girmediğime yakınıyorum. (Yörede Van Gölü’ne deniz deniyor bu arada, bilmeyenler için.) Uzaktan soluk martı sesleri gelirken Ali Abi, "Bademler altında ölmek!" deyiveriyor. Aklıma hemen Taraf Gazetesi'nin 20 Soru köşesindeki soruların sondan ikincisi olan Nasıl ölmek isterdiniz? sorusu geliyor.

Kalkıp yavaş yavaş piknik yerine dönüyoruz. Öğle yemeği vakti. Mangal yakılıyor. Sofralar serilip yemekler yeniyor. Yanı başımızdaki yuvaların birinde civcivler var. Anneleri bizden dolayı yuvaya yaklaşamıyor garibim. Yemekten sonra tekrar semaver yakılıyor. Öğle sonrası çayı da sohbetler eşliğinde içiliyor. Bu arada Osman Hoca’nın kıyıda çocuklara çevre bilinci aşıladığını görünce hemen yanlarına gidiyorum. Beraber biraz çöp toplayıp yakıyoruz. Ne de olsa TEMA üyesiyiz. Ege adalarında kıyı temizliği yaptığımız zamanlar geliyor aklıma. Hey gidi günler…

Zaman çabucak geçiyor. Dönüş vakti gelip çatıyor. Birer parça eşya alıp teknelere doğru yürüyoruz. Büyük bölümü Altınkalpler personeli yaklaşık 30 kişiyiz. Teknelerimize binip Erciş’e doğru dönüş yoluna koyuluyoruz. Süphan Dağı bu kez solumuzda. Onun da sanki bizcileyin akşamın yorgunluğu çökmüş üstüne, yavaş yavaş güneşi kendine doğru çekiyor.

Bu Adır turu doğrusu şu rutin memleket günlerimde ilaç gibi gelen bir parantez oldu. Osman Hoca'ya çok teşekkür ediyoruz. Bir sonraki gezi notlarını bakalım nerede yazacağız. Belki Ahtamar'da.




 

21 Temmuz 2008

Memlekete varış

Aylar sonra yolum tekrar memlekete düştü. Gelir gelmez soluğu denizde aldım. Geçtiğimiz pazartesi ve pazar günleri gün boyu denizdeydim. Üzerimde daha memlekete yeni gelmiş olmanın verdiği uyku sersemliğine benzer bir şey varken ve de daha doğru dürüst soluklanamamışken neyin nesiydi o iki günlük deniz sefası, ben de anlayamadım. Sözün kısası, hafta sonu toplamda on saati geçkin bir süre memleketin sularında ördeğe döndüm...

Memleket için söylenecek hem pek çok şey var hem de çok az şey. Nedir, insanın memleketidir, doğduğu, büyüdüğü yerdir, dünyaya ilkin oradan merhaba demiştir. Bu yüzden de memleketinden aylardır ayrıysa bir insan gelince elbetteki uzun uzadıya konuşmak ister hakkında. İster istemesine de konuşacak pek o kadar şey yoksa ne yapsın?

Ne zaman memlekete doğru yol alsam içimde ufaraktan bir heyecan: Acaba ufak da olsa bir değişim var mıdır? Yok babam yok. Vallaha ne bir değişim ne bir dönüşüm ne bir ilerleme... Memleket hep aynı. Uzun hikâye, üzerinde durmayalım şimdilik, belki başka bir fasla...

Ben iyisi mi hafta sonu maceram üzerinde azıcık konuşayım. Çelebibağı'nı Adilcevaz'a doğru iki-üç km. geçince bir aile plajı var. Eskiden burası askeri kampmış. Sonra nasıl olmuşsa Çelebibağı Belediyesine devredilmiş. Hafta içleri bu plaja kimse gelmiyor anlaşıldığı kadarıyla. Hafta sonuysa, özellikle pazarları tıklım tıklım. Tıklım tıklım dediğime bakıp Bodrum, Çeşme plajları türünden bir şey gelmesin aklınıza. Buraya göre doluyor işte.

Birtakım eksiklikleri var buranın. Bir kere, piknik alanı çer çöp, pislik içinde. Burada kimi suçlamalı? Belediyeyi mi? Tabii ki hayır. İnsanlar hoyratça kirletiyorlar piknik yaptıkları, suya girdikleri, yaşadıkları alanı. Neden acaba? Hakikaten ben de bilmiyorum cevabını.

Kampın ikinci bir eksiği var. Bu tamamen belediyeyi ilgilendiriyor. Kamp yapacak yer var da insan buraya park masası falan koyar. İki tane mi var ne, onlar da ufacık. İnsanlar gelip burada piknik yapıyor, mangal falan yakıyorlar neticede. Ayrıca bir plajın, bilhassa bir halk plajının olmazsa olmazlarından biri de soyunma kabini değil midir? Yok. Tuvaletler var ama müsaadenizle onlardan hiç bahsetmek istemiyorum.

Bir nokta daha... Belediye buraya birkaç şezlong alsa, insanlar daha rahat güneşlense. Çok mu?

Kampı uzaktan gören bir yabancı, buranın Çernobil'den beri sahipsiz kalan bir tesis olduğu izlenimine kapılır. Duyduğuma göre hırsızlar gelip buradaki tesislerin çatılarındaki sacları, pencerelerindeki camları bile söküp götürmüşler. Hatta pencerelerin kendilerini.

Pazar günü oraya gelenlerin sayısı iki yüzü geçmiyordu. Oysa Erciş'in nüfusu köyleriyle beraber 150.000'i aşıyor. Diyorum ki, Van Gölü kim bilir kaç yüz yıldır böyle sessiz sedasız, insanlarını, "çocuklarını" bekliyor. Ama ilgi gösteren yok. Buralarda sık sık Bodrum, Antalya, Marmaris özentisinde olanları görüyoruz. Bu denizi neden değerlendir(e)miyor insanlar? Bu da galiba başlı başına bir sosyoloji araştırmasının konusu.

Devam edeceğim.

Sayfa başına git